Allah’ım sen nelere kadirsin! Sonunda Başbakan Tayyip Erdoğan’a da “din kisvesi altında örgüt”
dedirttin. Aynı örgütle ilgili olarak daha önceki söz ve davranışlarını
düşündüğümüz zaman, bu sözün çarpıcılığı kolay anlaşılır.
Sayın Başbakan bu sözü, Anayasa Mahkemesi tarafından tescil edilmiş “irtica odağı” bir partinin genel başkanı olarak söylüyor. Ve referansı din olan bir başbakan söylüyor.
Demokrasi ile salt özdeş gördüğü sandıktan çıkmak için, yardım ve
desteğini aldığı kolu kesip atmaya kalkışınca, işler karıştı. Sandık
darbesi de evlatlarını yiyor mu?
Demokrasinin olmazsa olmazı sandığı darbe aracına indirgeyen Erdoğan, çağdaş demokrasinin işlemesi için vazgeçilmez şeffaflığı her alanda karartarak otorite kurdu. Şimdi bu otorite çöküyor mu?
İktidara
geldiği ilk zamanlarda, yargının kararlarından hoşnut değildi. Onun
için, ben bu yargıya güvenmiyorum, dedi. Sonra onu kendi yargısı haline
dönüştürdü. Polisi ortağıyla birlikte dönüştürdü. Kendi polisleri yaptı.
Bürokrasiyi kaşla göz arasında kendi bürokrasisi yaptı. Yasa yerine
kararname dedi. Yargıya takılacak özelleştirme girişimlerini yargı dışı
tutmayı denedi.
Artık yalnız yürütmenin başı ve tek egemeni değil, aynı zamanda yasamanın ve yargının da tek egemeni oldu.
Kurduğu otoriter yönetimin kızgın ve öfkeli başı!
Bununla
da yetinmedi. Sandık darbesinde desteğini aldığı ortakla paylaşmak
istemiyor artık iktidarı. Onun başını yemeye karar verdi. Bu lokma
boğazından geçmezse, ben öyle demek istemedim, diyerek mutlaka yine kol
açacaktır. Ama artık tek kolla.
Yoksa, bir tansık mı oldu?
Cumhuriyet devriminin tekke ve zaviyeleri yasaklaması, din baskısı, din
düşmanlığı değil miymiş? Çağdaş uygarlığı hedeflemiş bir toplumun
önündeki engelleri mi kaldırmak istemiş. Kant’ın dediği gibi, kamu düzenine ve barışına kasteden din kisvesi altında bir örgüte
mi dur demiş? Diyanet’i, din kisvesi altındaki bir iktidar ayağına
çarık yapsın diye değil, aksine kamu düzeni için mi oluşturmuş?
Şeffaflığı karartmak meğer yolsuzluk muymuş?
Yolsuzluk, bilinmeyen ve yaşanmayan bir şey değil. Dünyanın birçok ülkesinde var. Ama Türkiye’de yolsuzluk düzeni doğal düzen haline geldi. Kimseyi tedirgin ve rahatsız etmediği gibi, “çalışıyorsa yesin” gibisinden uygar bir topluma yaraşmayan bir halk deyimi bile dile yerleşti.
Halk,
seçilenlerin ve atananların tembelliğinden ve yiyiciliğinden öylesine
yılmış ki, sokakta çöpünü toplayan bir yönetim görünce, bayram eder hale
geliyor. Üstelik, seçimden seçime kömür ve biraz makarna pirinç
dağıtana koşup oyunu veriyor. Bunların kendi vergisiyle alındığından
habersiz.
Gelenin din kisvesine aldanıyor. Kitlelerin hayalcidir,
algısı ve yargı gücü kolay kilitleniyor. Din kisvesi altında aslında
bir iktidar ve çıkar savaşı verildiğini görmüyor. Ülkeyle birlikte
kitlelerin uçuruma sürüklendiğini ayrımsamıyor.
Şimdi paylaşım
kavgasına tutuşanların kıskacından kurtuluş nasıl olacak? Özgürlükçü
demokrasi yolunun açılması için, kitlelerin hayalci karakter ve kafa
yapısının değişmesi gerekir. Aklın kilidini kırmak gerek.
Aydına, aydınlıkçı muhalefete büyük iş düşüyor.
Yorum Gönder