Haber duyulur duyulmaz sanki ülke derin bir sessizliğe gömülmüştü. Kimse Paşa'nın öldüğüne inanamıyordu. O andan itibaren Pembe Köşk'ün bahçesi dolmaya başladı, büyük bir kalabalık saygı içinde aynı yere doğru akın ediyordu. İç bahçeden taşanlar bütün caddeyi kuşattılar, pek çoğunun gözlerinden yaşlar akıyordu. Ertesi gün on binlerce kişi, dondurucu Ankara kışına aldırmadan, TBMM tören salonunda katafalka konan cenazenin önünden geçti. Türk milleti ikinci büyük kahramanım ağır başlı, sakin, minnetle son yolculuğuna uğradı.
1906-1998 yılları arasında yaşamış ünlü matematikçi Andre Weil'in bir kuralı vardır: “Birinci sınıf insanlar, birinci sınıf insanları yanlarına alırlar, ikinci sınıf insanlar üçüncü sınıf insanları...” der.
Atatürk, mücadelesinde en yakınına İnönü'yü almıştı. Daha Birinci Dünya Savaşında, doğuda İkinci Ordu komutanı iken, o zaman emrinde çalışan, 4. Kolordu Komutam Albay İsmet hakkında ver dığı askeri sicil duyduğu güvenin kanıtıydı:
“Ciddi, çalışkan, çok uyanık, yüksek düşünceli, savaşın ruhsal durumuna hakim ve iyi bir görüş derinliğine ve kavrama çabukluğuna sahip, kolordusunun her türlü gereksinimini düşünmeye ve sağlamaya çalışmaktan bir an geri kalmaz ve başarır.
Askerlikle ilgili bilgi ve kapsamlı doğru ve tereddütsüz karar sahibi, cesur ve kişisel kararlarıyla hareket etmek yeteneğine sahiptir. Orduda ve memlekette yükleneceği görevler ve vatanla ilgili önemli hizmetler beklenir. Toplumsal ilişkileri bakımından övülmeye değerdir. Kendinden yukarıda ve aşağıda olanların, çevresinin güvenini ve sevgisini her zaman kazanmış, doğru bir kişidir..”.
İşte belki de aralarındaki bu sarsılmaz kardeşlik bağından dolayı, Atatürk yıllar sonra, ülkede karışıklıkların olduğu bir gün baş başayken, birden İsmet Paşaya dönerek, bugün için çok gündemde olan şu tarihi sözleri söylemişti:
“Rejim aleyhtarlarının bir tek ümitleri vardır: aramızda çıkacak ihtilaf. Seninle benim aramda çıkacak ihtilaf, içeride, dışarıda ümit buna bağlanmıştır. Hatırında olsun bu.”
İnönü uzun bir ömür sürdü ve Atatürk'ün kaybından sonra 35 yıl boyunca, onun eserini ayakta tutmak için, değişen koşullara, tüm zorluklara, baskılara karşı direndi. Çok az lider İnönü kadar ağır eleştirilere hatta eziyete maruz kalmıştır. Ölümü üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen, her gün hakkında köşe yazılan ve yorumlar çıkan bir başka lider de yoktur dünyada! Hayattayken, dayanmasının sırrını:
“Bütün ömrüm boyunca, her zaman elde edilmesi millet için aziz olan bir amaç peşinde koştum” diye açıklar.
Bu nedenle, “Herkesten hesap soracak, herkese hesap yerebilecek vaziyette yaşadım” diyebilecek kadar özgüvenli ve temizdir. “ Ben kendimi haksız büyük kitlelerin taaruzu karşısında müdafaa etmeye muktedir adamım" diye haykıracak kadar da ülkenin yararlarına hareket ettiğine olan inancı sağlamdır.
Bir de, ailesine güvendiğini söylemiş... Ne mutlu onlara ki, Atatürk'ün de, İnönü'nün de milyonlarca torunu var bugün ve gerektiğinde onlar “geziye çıkarak”, “bir ülkede namusluların da, namussuzlar kadar cesur olması gerektiğini” ispat ediyorlar!
O torunlardan biri, 25 Aralık 1973 günü en çok ağlayanlardandı.. Doğduğu gün, gazeteci olan babası hapiste olduğu için, dedesi ona, gelecek kuşaklar ilerde daha iyi yaşasınlar diye
“Gülsün” ismini koymuştu. Dedesi ile aynı evde 17 yıl yaşamıştı.
İnönü, küçük kız torunu için, önce dede, sonra paşaydı, bu yüzden ona “Dedepaşa” diye hitap ederdi.
Bugün, dünyanın her tarafında gururla onu yaşatıyor ve ailesi anıldığında saygı ile karşısında dikilen batı ve özellikle doğu siyasetçilerine bakarken, Dedepaşa'sına göz kırpıyor!
Gülsün Bilgehan/Bütün Dünya
Yorum Gönder