Gezi Parkı’na yapılan saldırı, şimdilik püskürtülmüştür... İyi bir model ve örnek ortaya konulmuştur... Ama Polis Meslek Yüksek Okulu, İstanbul’daki 22 adet ilk ve ortaöğrenim kuruluşu, ODTÜ Ormanı, İstanbul’un kuzey ormanları vb. “kamu malları” sınıfına giren tüm varlıklar, erkin niyetlerine göre değerlendirilen varlıklara dönüştürülmektedir.
Sorgulanması gereken bir konu değil mi şu: Gezi Parkı’na yapılan saldırıya karşı gösterilen yığınsal tepki, diğer kamusal alanlara yapılan saldırılarda neden yinelenmiyor? Başka alanlar “kamusal alan” olmaktan çıkarılıp “özel alanlara” dönüştürülürken neden ilgisiz kalabiliyoruz? Okullarımızın olduğu alanlar, iskeleler, lojmanlar, ormanlarımız talan edilirken Gezi’de yaşadığımız direnme duygusunu neden bir kez daha ayağa kaldıramıyoruz, aynı duyarlılıkları neden çoğaltamıyoruz? Kamuoyunun oylarıyla yetkilendirilen yöneticiler, kamusal erklerini, kamusal alanları yok etme hovardalığı içinde sürdürdüklerinde, neden alanların sahibi gibi değil, sahipsizi gibi davranabiliyoruz?
Sorular çoğaltılabilir...
Bir Özelleştirme Yasası var... Amacı, sözüm ona “kamunun kamburu” olan KİT’leri “ekonomiye kazandırmak...” Son 25 yılda özelleştirilen kaç tane KİT, özelleştirildikten sonra, aynı doğrultuda ekonomiye hizmet eder oldu? Büyük çoğunluğu “arazisi” için elden çıkarılan bu alanlar, yalnızca kamusal olmaktan “özel” olmaya dönüştürüldü... 4046 sayılı yasa ile kurulan Özelleştirme İdaresi, 2001 yılından 21.11.2013 tarihine kadar, “Tesis ve Varlık Satışı veya Devri” bağlamında 2.441 işlem yapmıştır. Bu işlemlerden 2.261 adedi (yüzde 93), taşınmaz, arsa, arazi, lojman, daire, dükkân, restoran, bina, sosyal tesis gibi varlıkların satışı veya devri işlemleridir. Özelleştirmenin amacına ve ruhuna uygunluğu söylenebilecek olan işletme, işletme hakkı, taşıt aracı, iş makinesi, tersane, kaya tuzu, markalar, tuzla, kombina, gemi, feribot, otel, tatil köyü, HES, termik santral, elektrik dağıtım şirketi, banka, iştirak payı gibi işlemlerin sayısı ise yalnızca 146... Yani Özelleştirme İdaresi, Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün rakibi bir kuruma dönüşerek taşınmaz satışıyla uğraşmaktadır. Bunun nedeni de Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun (ÖYK) “imar planı ve/veya değişikliği yapma yetkisi”dir. ÖYK, 2009-2013 aralığında, 131 parsel için plan değişikliği kararı almıştır. Bu kararların ayrıcalıklı, parsel ölçeğinde, rant amaçlı, çoğunluk mekân bütününe aykırı kararlar olduğu, yaşadığımız pratiğin sonuçlarıdır... Bilindiği üzere bu değişikliklere, o alandan sorumlu kurumların 5 yıl boyunca itiraz etme hakları yoktur...
Öte yandan en güncel ve popüler uygulama olan 6306 sayılı yasaya dayalı risk altındaki alanların dönüştürülmesi konusunda da ilginç gelişmeler yaşanmaktadır. Riskli alan kararı verme yetkisini elinde tutan Bakanlar Kurulu, 9 Kasım 2013 tarihinde verdiği son kararlarla 99 karar almış, 150 alan riskli alan olarak duyurulmuştur. Bunlardan Namık Kemal Mahallesi (Ankara) kararını Danıştay iptal etmiştir. 25 kararın alındığı İstanbul’da 42 alan riskli alan olarak belirlenmiştir. İşin ilginci, en riskli ilçelerden biri olduğunu bildiğimiz Avcılar’la ilgili tek bir karar alınmamıştır. Ama Etiler (Beşiktaş) Polis Meslek Yüksek Okulu alanı için “riskli alan” kararı verilebilmiştir. Bu karar, ilginç bir örnektir. Okulun çoktan boşaltıldığı bu alandaki “riskli alan” sınırı, parsel sınırı ile örtüşmektedir. Bu ölçümleme nasıl yapılabilmiştir? Komşu parsellerde risk yok mudur? Komşu yapılar risk altında değil midir? Yoksa 6306 sayılı yasadan yararlanarak bu kamusal alan, “risk” tehdidi gerekçesiyle, yeni bir kullanıma, daha açık deyişle rant alanına dönüştürülmek mi istenmektedir? Öyle olduğu, basına yansıyan haberlerden öğrenilmektedir. 32.000 m2 yüzölçümü olan bu alana, 2.5 emsal üzerinden 100.000 m2 inşaat (Tabii ki AVM’li vs) yapılmak istendiği anlaşılmaktadır. Bu tekil olay şunu düşündürmektedir: Acaba karar alınan 150 alan içinde başka kamusal alanlar da var mıdır?
Bizim gibi “karma mülkiyet” anlayışını benimseyen ülkelerde kavramlaştırma “özel mülkiyet”, “kamu mülkiyeti” biçiminde yapılmaktadır. Ancak kamu mülkiyetinin, aslında her koşulda “toplumun” mülkiyeti anlamına gelmesi beklenir. Sözcük anlamlarında böyle bir örtüştürme yapılır. Ancak kamuda yetkili olanların, katılımcı süreçlerle karar vermediği durumlarda, bazı kamusal alanlar, o kentte yaşayanların, ülkemizde yaşayanların ortaklaşa sahibi oldukları varlıklar, kamudaki karar vericilerin kendi niyetlerine göre değerlendirdikleri alanlara dönüşmektedir. “Kamu yararı”, “toplum yararı”nın da bu bağlamda kavramlaştırılması gerekir. Bu iki yarar da her konuda örtüşük yararlar değildir. Örtüşmeleri bir demokrasi sorunudur. Kamu yararı kararı, müzakere edilerek tüm tarafları sürece katarak, tartışılarak alınırsa, toplum yararına yaklaşabilir. Tersi durumda bu yararlar, 2 ayrı yarar olarak kalırlar. Gezi Parkı’na yapılan saldırı, şimdilik püskürtülmüştür... İyi bir model ve örnek ortaya konulmuştur... Ama Polis Meslek Yüksek Okulu, İstanbul’daki 22 adet ilk ve ortaöğrenim kuruluşu, ODTÜ ormanı, İstanbul’un kuzey ormanları vb “kamu malları” sınıfına giren tüm varlıklar, erkin niyetlerine göre değerlendirilen varlıklara dönüştürülmektedir. Oysa “hiç kimseye ait olmayan ama aynı zamanda herkesin pay sahibi olduğu varlıklar”, ancak ve ancak katılımcı süreçlerle verilecek kararlar sonucu yeni tasarrufların konusu olabilmelidir. Bazıları ise hiçbir tasarrufun konusu olamamalıdır; ormanlar gibi...
Bu süreçte, daha fazla kamusal alanı koruma mücadelesi, Gezi Direnişi ruhunun yeni müdahaleler karşısında zenginleşmesini ve pekişmesini sağlayacaktır. Kamu malları statüsündeki alanlar, erklerin diledikleri gibi at koşturduğu alanlar değil, toplumun pay sahibi olduğu alanlardır... Yöneticiler, karar vericiler, kamu mallarının sahibi gibi değil, paydaşı gibi davranmak zorundadırlar...
Prof. Dr. Erol Köktürk/Cumhuriyet
Yorum Gönder