“Unutmayın ki demokrasi bir eğitim işidir, eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur, böyle olduğu takdirde demagoglar türeyecektir, demagoglardan da diktatörler çıkar.”
Böyle demiş, ünlü Yunanlı düşünür Platon tam 2400 yıl önce. Ne dersiniz? 2400 yıl önce söylenmiş bu söz günümüz Türkiyesi’nin koşullarıyla birebir örtüşmüyor mu?
Hem de nasıl? Gelin şimdi, tarih tekerrürden ibarettir, demeyin ve kitapların, daha doğrusu yazarların düşüncelerinin tarihin ve toplumsal yaşamın hemen her dem ve dönemindeki koşulları yansıttıklarını sakın ola ki yadsımaya kalkışmayın!.
Ve işte bir başka, bu kez saygın bir Türk aydın ve yazarının, Şevket Süreyya Aydemir’in gözlemi ve öngörüsü diyelim:
“Bir inkılap yaşıyorduk. Fakat eğer bu inkılabın tarih içindeki yeri ve çağımıza getirdiği değerler işlenmez, izah edilmezse, yani inkılabımızın ideolojisi, bir doktrin temeline dayandırılarak bu doktrin, inkılapçı ve önder bir kadronun memleket ve dünya görüşü haline getirilmezse, bu inkılap er geç bir oligarşiye kayabilir miydi”diye soruyor ve yanıtı “Evet” oluyor. (Suyu Arayan Adam, sayfa 26)
Şevket Süreyya’nın bu görüşü, Platon’un düşüncesine yaklaşmıyor mu sizce?
Ve yine inkılaplar, yani Cumhuriyet devrimleri yazarın deyişiyle, bir dünya görüşü haline getirilip işlenmediği ve tamamlanmadığı içindir ki bugün bu onulmaz daralmayı ve sıkıntıları yaşıyoruz ve devrimlerin birer birer yok edilmesine neredeyse sesimizi çıkartamıyoruz. Şevket Süreyya Aydemir bu düşüncelerini daha sonra, belki de inkılapları önder bir kadronun girişimiyle yaygınlaştırmak amacıyla önce bir dergi (Kadro), sonra da bu derginin kapatılmasıyla “İnkılap ve Kadro” adlı kitabında perçinledi. Ve yine günümüzde durmaksızın altı deşilerek orası burası çekiştirilerek sözde tartışmaya açılan, ümmetten millete dönüşümüzün zaferleri için bakın ne demiş:
Çünkü o (yani Kurtuluş Savaşı) sadece askeri bir zafer değildi. Sadece yeni bir devletin kuruluşu demek değildi. Hem antiemperyalizmin, hem imtiyazsız, sınıfsız bir millet yapısının tohumlarını taşıyan büyük bir hadiseydi. Hülasa Türk milli kurtuluş hareketi çok cepheli bir problemler sistemi, bir problemler kompleksidir. Türk inkılabı, başarılmış veya başarılmamış davaları, ulaşılmış veya ulaşılamamış hedefleri ile bir sistemin adıdır (İnkılap ve Kadro, Remzi Kitabevi sayfa 14)
Mitolojinin usta araştırıcısı ve Homeros’un dev eserlerinin çevirmeni Azra Erhat’ı unutmamak gerek. Bakın ne demiş “Ahlak” adlı makalesinde.
“Yunus için tek düşman kin, tek dost sevgidir: Tanrı sevgisi, insan sevgisi: Adımız miskindir bizim? Düşmanımız kindir bizim? Biz kimseye kin tutmayız? Kamu âlem birdir bize” ve “İşitin ey yarenler? Aşk bir güneşe benzer/Aşkı olmayan gönül? Bir kara taşa benzer?
Taş yürekte ne biter? Dilinden ağu tüter? Nice yumuşak söylese? Sözü savaşa benzer”
(Azra Erhat, Sevgi Yönetimi, Can Yayınları, sayfa 106)
Söyleyin bakalım, bu deyişler sizlere kimi anımsatıyor? Sevgiyi değil de, kini öğütleyen birini. Sevgiyi, aşkı belki de ömür boyu içinde hissetmemiş birini değil mi, ne dersiniz? Ve yine şöyle diyor Erhat, aynı kitabın aynı adlı makalesinde:
“Ne tuhaf, Mustafa Kemal’i görür gibi oldum sonunda, o muydu, değil miydi?
Evet kim olursa olsun, her Türk gencinde, bir Mustafa Kemal olma yeteneği vardır. İşte bunu ne bunalım, ne yozlaşmış politika, ne çarpık düzen, hiçbiri bu olasılığı, bu gerçeği silip yok edemez. Bunu iyice anlasak artık.”
Evet Sevgili Erhat, nasıl da doğru saptamış daha o günlerde, gerçekten de her Türk gencinde bir Mustafa Kemal olma yeteneği var, bunu bugünlerde büyük bir coşkuyla görüyor, yaşıyor ve anlıyoruz. Ama hâlâ anlamayanlar da var. Anlamaları yakındır umarız…
Ve yine Azra Erhat, Hippilerin dönemi olan 1970’lerde yazdığı bir makalesinde (Mutluluk Yolları, Sevgi Yönetimi, sayfa 82) Hippilerin politikadan nefret ettiklerine değinerek şöyle bağlıyor sözünü:
“Bin yıllık Batı politikası savaş doğurmaktan başka bir sonuca varamamıştır: Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, Hiroşima yıkımı; insanlar arasında kin ve nefret saçmaktan, ayrıcalık ve mutsuzluk yaratmaktan başka bir işe yaramamıştır politik ideolojilerden hiçbiri. Bu yüzdendir ki politika üstüne kurulu düzenler hiçbir zaman insanın insanca yaşamasını sağlayamamış, onu oyalayıp aldatmak için bir yalan düzen mekanizması olmaktan ileri gidememiş ve gidemeyecektir.”
Azra Erhat bunları yazdığında daha Irak savaşı olmamış,Yugoslavya Batı politikalarının sonucu parçalanmamıştı. Türkiye de Batı emperyal güçlerin böl ve yönet politikalarının hedefi ve mağduru durumuna henüz bugün olduğu kadar düşmemişti. Ama politika üzerine kurulu düzenlerin insana insanca yaşamayı sağlayamadığı ne doğru bir öngörüdür, hele politikanın müthiş bir yalan düzen mekanizması üzerine kurulmuş olduğu gerçeğinin günümüz politikalarıyla ne denli örtüştüğü…
Evet sonuç olarak, bazı kitapları tekrar tekrar okumakta yarar var diyor ve kitap meraklılarına bu alışkanlığı edinmelerini öneriyorum...
Başka kitap alıntılarında buluşmak üzere...
Deniz Banoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder