Geçen bir yazımızda belirttiğimiz gibi; bir dereceye
kadar halkın yürütmeye karşı olan itaati, hükümetin elindeki kuvvete bağlı olur.
Ancak devletin asıl görevi halkın yaşamını zorlaştırmak değil kolaylaştırmaktır.
Devletin amacını gerçekleştirmek için kuvvete sahip olması, aldığı tedbirler, kuvvetin politikanın efendisi değil,
hizmetkârı olmasını sağlamak içindir. Devlet sadece güçlerin çatışmasını
değil, özel maharet, bilgi ve yöneticiliği kullanarak bir ulusun özgür, adil ve
mutlu bir yaşam sürebilmesini de sağlayabilmelidir
Başbakan Erdoğan bu olaylarla ilgili yaptığı bir
konuşmada Hâkim ve Savcıları hedef almış ve onların seçilerek değil atanarak
geldiklerini söylemiş ve atananların yani Hâkim ve Savcıların tıpkı diğer
bürokratlar gibi seçilenlere tabi olmaları gerektiğini ima etmiştir. Okurlarım
eğer hatırlayabilirse Yargı Gücü ile ilgili olarak yazdığım bir yazıda böyle
yanlış görüşlere temas etmiş ve şöyle söylemiştim:
Egemenlik
güçlerinden (yasama, yürütme, yargı) hangisinin daha üstün olduğu, seçime
dayandığı için yasama ve yürütme güçlerinin demokrasinin temel şartı (halkın
seçimi) nedeni ile atanmışlardan oluşan yargı gücünden daha üstte olması
gerektiği konusunda tartışmalar yapılabilecektir. Böyle bir sorunun cevabı açık
ve nettir. Bu güçler aslında egemenliğin gerçek sahibi olan halka ait
güçlerdir. Halk yasama ve yürütme gücünü
kendi seçtiği temsilcilere verirken uzun bir eğitim ve uzmanlık gerektirmesi
nedeni ile “adalet tevzii” işini yetişmiş elemanlara vermiştir. Bu güçlerin
hiçbiri birbirinden üstün kabul edilemez. Temel amaç ulusun mutluluk, refah ve
güven içinde yaşamasıdır. Bu nedenle her üç güç bazen birbirine destek vererek,
bazen de kontrol ederek yardımcı olurlar.
Yargının
büyük ölçüde bağımsız olması, hele yürütmenin şu veya bu şekilde (maaş, terfi,
atamalar, cezalandırmaları gibi konularda) yargı organlarını kontrol altına
alması, bu gücün pasifize edilmek istenmesi, demokratik yaşamın kaybolmasına
sebebiyet verecek en önemli olaylardan biridir. Bu nedenle çağdaş demokratik düzenlerde, siyasi gücün
elindeki organlar (mesela Adalet Bakanlığı) vasıtasıyla adalet sistemini
kontrol etmesi hayal dahi edilemez.
“Yargı her türlü siyasi baskıdan uzak ve bağımsız kalabildiği sürece, ülke
demokrasisi gelişme imkânı bulacaktır.”
Ayrıca; siyasi
parti elemanları ve onlara şu veya bu nedenle bağımlı köşe yazarlarının sık sık
kullandığı bir deyim vardır. “Bunun
hesabı seçim zamanı sandıkta verilecektir. Başarılı isek halk bize desteğini
verir, başarısızsak bizi cezalandırır.” sözü arkasına saklanmakta doğru değildir. Bize göre bu
anlayış şeklen doğru gibi görünse de gerçek anlamda bir demokrasinin ruhuna
uygun düşmez. Sandık tabii ki halkın beğenisinin bir göstergesidir ama
acaba burada alınacak bir sonuç seçilenlerin aklanması için yeterlimidir?
Yeterli ise o zaman devre sonunda çeşitli nedenlerle yapılan yargılamalara ne
gerek var? Pek çok Avrupa ülkesinde suç işleyen devlet adamları ve hatta
liderler neden hâkim karşısında hesap veriyorlar. Gerçek bir demokraside en küçük görevliden en tepedeki devlet ve
hükümet başkanlarına kadar herkes yasalar önünde hesap vermeye mecburdur ve
siyasete adım atan herkes bu gerçeği unutmamalı ve her an hesap vermeye hazır
olmalıdır. Kanun dışı bir olayda
soruşturma hakkı ne yasama ne de yürütmenindir. Bu hak sadece yargı
elemanlarına verilmiştir.
Herkesin, özellikle AKP liderlerinin unuttuğu bir şey
var, demokrasilerde iktidar saltanat
sürme veya her istediğini yapma mevkii değildir. Seçildikleri belirli bir
dönem içinde halka hizmet yeridir. Demokratik kurallar açısından iktidarın
yargı Gücünü etkisiz kılmak amacıyla yaptığı her davranış, aldığı alacağı her
tedbir yani yargıyı kuşatma hareketleri geçersizdir. Yargı sistemi içindeki her
görevlinin, yargı bağımsızlığına ve demokratik yaşama saygı duyan herkesin bu
kuşatma harekâtına tepki göstermesi gerekir.
Yorum Gönder