Gezi Direnişi nasıl bir tarihsel terim haline gelip ulusal ve evrensel
gündemi damgaladıysa ‘dershaneler kavgası’ da aynen öyle tarihsel bir
terim haline gelip ulusal ve evrensel gündemi damgaladı. Bu iki tarihsel
damganın omurgalarındaki temel kavram, zulümdür. Birincisi zulme
direnişin yarattığı bir damgaydı, ikincisi ise zulmün kendisini deşifre
edişinin yarattığı bir damga oldu. Belli ki, artık Türkiye’de bundan
sonra gündeme oturan birçok şey zulümler ve zalimlerle ilintili olacak.
Bu kavganın temel koordinatını, ana şifresini ben Kur’an’da tespit
etmiştim. Sonucunu bekliyordum, tecelli etti. Tecellinin iki ayağı veya
iki aşaması var. Bu olup biten birinci ayak, birinci aşamadır. İkincisi
daha ibretli, daha azametli olacağa benziyor. Sabredelim!
Koordinatı veren Kur’ansal beyyine, En’am suresinin 129. ayetidir:
“İşte böyle! Biz, zalimlerin bir kısmını bir kısmına, kazanır oldukları şeyler yüzünden dost/yardımcı/yönetici/önder yaparız.”
Kur’an’ın terminolojisi, semantiği ve tefsir ilmi açısından baktığımızda
bize hitap eden anlam şudur: Biz, zalimlerin bir kısmını bir kısmına
önce destekçi, yönetici, önder yapar, sonra da ikisini birbirine
musallat ederiz.
Dershaneler kavgasında olan aynen budur; bu ayetin bir tecellisidir.
Tecellinin devamı gelecek midir? Eğer iki başlı zulmün kahrına maruz
kalan kitlenin günahı dolmuşsa tecellinin devamı gelir, aksi halde hiç
kimse göbek filan atmasın, bir sabah bakarsınız her şey sükûnete ermiş,
sular durulmuş, iki taraf, işbirliklerine kaldıkları yerden devam kararı
almışlardır.
Çok çetrefil mi konuştuk? Açıklayalım:
Önce bir şifre okuyalım: Başbakan RTE ne dedi: “Cemaat bugüne kadar ne
istedi de vermedik!” RTE fikriyatının sacayaklarından biri olan Bülent
Arınç, basına sızdırılan 15 Ağustos 2004 tarihli MGK kararıyla ilgili
olarak ne dedi: “MGK’da cemaat aleyhine karar alınmış olabilir ama
önemli olan o değildir; önemli olan hükûmetin onu uygulamamasıdır.”
Elbette, karar alınır, çünkü ileride lazım olabilir; ama uygulanmaz,
çünkü ortak saldırı hedefi henüz yok edilmemiştir, tehlike ve korku
devam etmektedir, işbirliğine ihtiyaç vardır. Böyle olduğu içindir ki,
MGK kararını bugün deşifre eden ‘cemaat elemanları’ yahut yandaşları, o
gün böyle bir şey yapmamışlardır. Yapsalardı bu, sadece ‘ortak düşman’ın
işine yarardı ve Allah korusun, ‘dava’ya büyük darbe vururdu. Beklemek
lazımdı. Beklediler, meydan düşmandan boşaltılıp kılıçlar birbirlerine
karşı çekilince yani En’am suresi 129 tecellisi uç gösterince ‘belgeler’
ortaya dökülmeye başlandı.
Kavganın mahiyetini ve iki tarafın ortaklaşa yürüttükleri zulüm ve
kahrın dehşetini bundan daha güzel anlatan tanıklıklar bulunamaz. Önem
açısından ikinci sıraya koyabileceğimiz tanıklık ise öteki ekibin başı
tarafından telaffuz edilen şu sözdür: “Komutanları hapishanelere
doldurup suçu bizim üstümüze atmaya kalktılar. Benim elimde olsa o
insanların hepsini serbest bırakırım.”
Şu pişkinliğe bakın! Sanki, o içeri tıkılanları büyük bir şehvetle
oralara gönderen anlı şanlı savcılar başka bir cemaatin adamlarıydı.
Tarihin diyalektiği, böylesine erken çok az konuşmuştur. Demek ki,
bugünün kavgacılarının kitleye reva gördükleri zulüm, tarihin tahammül
sınırlarını zorlamıştır. İtiraflarına bakıp da dehşete düşmemek mümkün
mü?
Yorum Gönder