İzmir elden gidiyor mu? Magandalık kenti yavaştan ele geçiriyor mu?
Türkiye hızla kötüye gidiyor. Bunu görmemek için ya kör ya da iktidar yanlısı olmak lazım. Parçalamayı birliktelik, savaşı barış, tavizi başarı, yalanı gerçek, yıkımı zafer, bölmeyi kardeşlik, baskıyı özgürlük, zulmü demokrasi, hukuksuzluğu adalet, iftirayı kanıt, yolsuzluğu paylaşım, pejmürdeliği estetik, tahribatı çevrecilik, tarihi yok etmeyi gelişme, hırsızlığı dürüstlük, yetim hakkı yemeyi hak, siyaseti sadaka, bağırmayı hitabet, hakareti eleştiri, tehdidi hoşgörü, Amerikan İslamcılığını Müslümanlık, ayrımcılığı kuçaklama olarak gösterenlerin inandırıcılığının arttığı bir ülkeye dönüştürülüyor Türkiye.
Bunlar, duble yollarla, alt ve üst geçitlerle, köprülerle, cami inşaatlarıyla, yardım paketleriyle, mantar gibi çoğalan alış-veriş merkezleriyle, temel atma törenleriyle özgürlük, demokrasi, ifade ve basın özgürlüğü, insan hakları gibi alanlarda yaptıkları katliamın üstünü örtmeye çalışırken başarılı da oluyorlar.
Değerlerin alt üst edildiği bu süreçten öyle bir insan profili çıkıyor ki, bundan toplum da kentler de olumsuz etkileniyor. Gördükleriniz karşısında hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Kimileri de umutsuzluğa kapılıyor.
İkinci memleketim olarak adlandırdığım Datça'ya giderken, her zaman olduğu gibi İzmir'e uğradık ve 1 geceyi bu kentte geçirdik. Her gidişimde ayrılmakta zorlandığım Datça'dan Ankara'ya dönüşte, 25 Mayıs gecesi yine İzmir'de konakladık.
Son yıllardaki İzmir ziyaretlerinde, kentte bir takım değişiklikler yaşandığını hissediyordum. Ama geçtiğimiz 10 Mayıs gecesi, gördüklerim karşısında o kadar üzüldüm ki, gece uyku tutmadı desem abartmış sayılmam. Sabah kalktığımda, “Gördüğüm her şey bir rastlantı olabilir” diye kendimi ikna etmeye çalıştım. Ancak bunların çok daha fazlasını 25 Mayıs gecesi görünce, gerçekle yüzleştim.
İzmir'i Türkiye'nin çağdaş ve aydınlık yüzü olarak bildik hep. İzmir bu ülkenin nazar boncuğudur bana göre. İnsanlar birbirine saygılıdır, güler yüzlüdür. Kimse yere tükürmez, çöp atmaz, elindeki pet şişeyi, içecek kutusunu denize savurmaz. Arabasından bırakın paketini, sigaranın külünü bile atmaz, çevreyi kirletmez. Tüm bu saydıklarımı yapan olursa da, İzmirli nazik bir şekilde uyarır. Zaten çoğunluğun medeni davranışı, diğerlerini de etkiler. Herkes dikkatli olur.
Başkaları rahatsız olmasın diye belediye otobüslerinde cep telefonları kapatılır. Gecenin hangi saati olursa olsun kadınlar, genç kızlar rahatlıkla sokakta gezerler. Kafelerde, parklarda otururlar.
Araçlar gerektiği gibi park edilir, başkalarının giriş çıkışları engellenmez. Magandalık, hanzoluk, zontalık, yobazlık hayat alanı bulamaz İzmir'de.
Buraya kadar anlattıklarımın İzmir'i tarif etmeye yetmeyeceğini biliyorum. Ama İzmir, sanki artık o eski İzmir değil demek geliyor içimden.
Peki, neden böyle düşünüyorum? İzmir'de kaldığım 10 ve 25 Mayıs'ta gördüklerim neydi de, bu yazıyı yazma gereği hissettim?
Her iki gece de, kordonda 3 saate yakın yürüdüm. Deniz kenarında oturanları, çimenlere uzananları, balık tutanları, spor amaçlı koşanları ya da yürüyenleri izledim.
Çekirdek çitleyenlerin oturdukları yerler kabuk deposuna dönüşmüştü. Kabukları çok doğalmış gibi ya yere ya da denize atıyordu. Oysa eskiden ellerindeki poşetlere biriktirirlerdi.
Kulaklıklarını takmış, müzik dinleyerek yürüyüş yapan bir genç, ağzını doldura doldura yere balgamını boşaltıyordu.
Marka spor ayakkabıları ve eşofmanları olan orta yaşlı bir adam koşarak yanımdan geçerken, bitirdiği suyun pet şişesini çimenlere doğru fırlatıyordu. Oturdukları duvardan ayaklarını denize doğru uzatmış 2 genç kız, çapkın havalarında, birkaç metre yakınlarına gelen magandalar tarafından rahatsız edildiklerinden, buradan ayrılmak zorunda kalıyordu.
Bankta oturmuş bir grup, önlerinden koşarak geçen şortlu bir kıza gözlerini dikmiş tuhaf laflar ediyordu.
Bazı ailelerin piknik düzeni oturdukları çimenlerde, bir kadın, bebeğinin altını değiştiriyor, çıkarttığı bezi de yol kenarındaki Güzelyalı yazılı tabelaya doğru sallıyordu.
Kordon'un gezdiğim bölümünü boş içecek kutuları, plastik bardaklar, pet şişeler, kâğıtlar, gazete parçaları ve akla gelebilecek her çeşit çöp doldurmuştu. Görüntüler, semt pazarının ardından ortaya çıkan tabloları andırıyordu. Aynı çöpler denizin üstünü de kaplamıştı.
Aracımla trafikteyken, kırmızı ışıkta yanımda duran belediye otobüslerine baktığımda, yolculardan bazıları cep telefonlarından konuşuyordu.
İşte tüm bu anlattıklarım olup biterken kimse müdahale etmiyor, belli ki artık edemiyordu. Oysa 4 yıl önce, 1 ay kaldığım İzmir'de bunlara pek rastlamamıştım.
İzmir'i hiç görmeyenler, “Kardeşim, amma abartıyorsun. Memleketin başında bunca bela varken, yere çöp atmışlar, tükürmüşler, denize şişe fırlatmışlar, otobüste telefonlarını kapatmamışlar diye dert ediyorsun” diyebilirler.
Sadece Ankara'da değil, birçok kentte, yukarıda sıraladığım davranış biçimlerini ve bunların sonucu olan çirkin manzaraları gördüm, görüyorum. Ancak konu İzmir olunca iş değişiyor. Bu güzel kent, yine de farkını koruyor. Ama şimdilik. Çünkü gördüklerim, giderek alan kazanan kötü yöndeki değişimin habercisidir. Bir siyaset bilimci olarak bu değişimin nedenlerini de biliyorum. Dikkat, bu durum ilk seçimde sandıklara da yansıyacaktır.
Çizdiğim tablo kimilerini üzebilir, kızdırabilir. Ama İzmir'e olan sevgim nedeniyle, gördüğüm gerçekleri paylaşmak zorundaydım.
Bunlar, duble yollarla, alt ve üst geçitlerle, köprülerle, cami inşaatlarıyla, yardım paketleriyle, mantar gibi çoğalan alış-veriş merkezleriyle, temel atma törenleriyle özgürlük, demokrasi, ifade ve basın özgürlüğü, insan hakları gibi alanlarda yaptıkları katliamın üstünü örtmeye çalışırken başarılı da oluyorlar.
Değerlerin alt üst edildiği bu süreçten öyle bir insan profili çıkıyor ki, bundan toplum da kentler de olumsuz etkileniyor. Gördükleriniz karşısında hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Kimileri de umutsuzluğa kapılıyor.
İkinci memleketim olarak adlandırdığım Datça'ya giderken, her zaman olduğu gibi İzmir'e uğradık ve 1 geceyi bu kentte geçirdik. Her gidişimde ayrılmakta zorlandığım Datça'dan Ankara'ya dönüşte, 25 Mayıs gecesi yine İzmir'de konakladık.
Son yıllardaki İzmir ziyaretlerinde, kentte bir takım değişiklikler yaşandığını hissediyordum. Ama geçtiğimiz 10 Mayıs gecesi, gördüklerim karşısında o kadar üzüldüm ki, gece uyku tutmadı desem abartmış sayılmam. Sabah kalktığımda, “Gördüğüm her şey bir rastlantı olabilir” diye kendimi ikna etmeye çalıştım. Ancak bunların çok daha fazlasını 25 Mayıs gecesi görünce, gerçekle yüzleştim.
İzmir'i Türkiye'nin çağdaş ve aydınlık yüzü olarak bildik hep. İzmir bu ülkenin nazar boncuğudur bana göre. İnsanlar birbirine saygılıdır, güler yüzlüdür. Kimse yere tükürmez, çöp atmaz, elindeki pet şişeyi, içecek kutusunu denize savurmaz. Arabasından bırakın paketini, sigaranın külünü bile atmaz, çevreyi kirletmez. Tüm bu saydıklarımı yapan olursa da, İzmirli nazik bir şekilde uyarır. Zaten çoğunluğun medeni davranışı, diğerlerini de etkiler. Herkes dikkatli olur.
Başkaları rahatsız olmasın diye belediye otobüslerinde cep telefonları kapatılır. Gecenin hangi saati olursa olsun kadınlar, genç kızlar rahatlıkla sokakta gezerler. Kafelerde, parklarda otururlar.
Araçlar gerektiği gibi park edilir, başkalarının giriş çıkışları engellenmez. Magandalık, hanzoluk, zontalık, yobazlık hayat alanı bulamaz İzmir'de.
Buraya kadar anlattıklarımın İzmir'i tarif etmeye yetmeyeceğini biliyorum. Ama İzmir, sanki artık o eski İzmir değil demek geliyor içimden.
Peki, neden böyle düşünüyorum? İzmir'de kaldığım 10 ve 25 Mayıs'ta gördüklerim neydi de, bu yazıyı yazma gereği hissettim?
Her iki gece de, kordonda 3 saate yakın yürüdüm. Deniz kenarında oturanları, çimenlere uzananları, balık tutanları, spor amaçlı koşanları ya da yürüyenleri izledim.
Çekirdek çitleyenlerin oturdukları yerler kabuk deposuna dönüşmüştü. Kabukları çok doğalmış gibi ya yere ya da denize atıyordu. Oysa eskiden ellerindeki poşetlere biriktirirlerdi.
Kulaklıklarını takmış, müzik dinleyerek yürüyüş yapan bir genç, ağzını doldura doldura yere balgamını boşaltıyordu.
Marka spor ayakkabıları ve eşofmanları olan orta yaşlı bir adam koşarak yanımdan geçerken, bitirdiği suyun pet şişesini çimenlere doğru fırlatıyordu. Oturdukları duvardan ayaklarını denize doğru uzatmış 2 genç kız, çapkın havalarında, birkaç metre yakınlarına gelen magandalar tarafından rahatsız edildiklerinden, buradan ayrılmak zorunda kalıyordu.
Bankta oturmuş bir grup, önlerinden koşarak geçen şortlu bir kıza gözlerini dikmiş tuhaf laflar ediyordu.
Bazı ailelerin piknik düzeni oturdukları çimenlerde, bir kadın, bebeğinin altını değiştiriyor, çıkarttığı bezi de yol kenarındaki Güzelyalı yazılı tabelaya doğru sallıyordu.
Kordon'un gezdiğim bölümünü boş içecek kutuları, plastik bardaklar, pet şişeler, kâğıtlar, gazete parçaları ve akla gelebilecek her çeşit çöp doldurmuştu. Görüntüler, semt pazarının ardından ortaya çıkan tabloları andırıyordu. Aynı çöpler denizin üstünü de kaplamıştı.
Aracımla trafikteyken, kırmızı ışıkta yanımda duran belediye otobüslerine baktığımda, yolculardan bazıları cep telefonlarından konuşuyordu.
İşte tüm bu anlattıklarım olup biterken kimse müdahale etmiyor, belli ki artık edemiyordu. Oysa 4 yıl önce, 1 ay kaldığım İzmir'de bunlara pek rastlamamıştım.
İzmir'i hiç görmeyenler, “Kardeşim, amma abartıyorsun. Memleketin başında bunca bela varken, yere çöp atmışlar, tükürmüşler, denize şişe fırlatmışlar, otobüste telefonlarını kapatmamışlar diye dert ediyorsun” diyebilirler.
Sadece Ankara'da değil, birçok kentte, yukarıda sıraladığım davranış biçimlerini ve bunların sonucu olan çirkin manzaraları gördüm, görüyorum. Ancak konu İzmir olunca iş değişiyor. Bu güzel kent, yine de farkını koruyor. Ama şimdilik. Çünkü gördüklerim, giderek alan kazanan kötü yöndeki değişimin habercisidir. Bir siyaset bilimci olarak bu değişimin nedenlerini de biliyorum. Dikkat, bu durum ilk seçimde sandıklara da yansıyacaktır.
Çizdiğim tablo kimilerini üzebilir, kızdırabilir. Ama İzmir'e olan sevgim nedeniyle, gördüğüm gerçekleri paylaşmak zorundaydım.