Yirmi altı aydır bu köşede yazıyorum. İstekle. Ama itiraf edeyim, son aylarda, yazmaya oturduğumda bir olmazlık, bunaltı kaplıyor içimi. Olumlu, ilgi çekici ya da sanatsal hiçbir şeyi yazmaya değer bulmuyorum. Hızla felakete sürüklenen bir ülkede ilgisiz konulara girmek zoruma gidiyor. Dünya yansa umursamıyor görünmek istemiyorum. Yeter, yazmayayım artık diye düşündüğüm bile oluyor.
Genelde bir köşe yazısının hak ettiğinden daha fazla zaman harcıyorum yazıma. Kültür sayfasında yazıyor olmak beni bağlıyor, konularımı sınırlıyor ister istemez. Alanımda kalmaya, edebiyata yoğunlaşmaya çalışıyorum. Ama siyaset sürekli, zaten kan kaybetmekte olan kültür gündemini ezip geçiyor.
Kültür sanat üzerindeki gereksiz, düşmanca uygulamalar ise her gün ya da sık yazan köşe yazarlarını hemen harekete geçiriyor. Gündemin hızla değişmesi de ayrı olumsuzluk. Devlet ve Şehir Tiyatroları ile ilgili değişiklikler ya da Fazıl Say’a yapılanlar üzerine, salı gelene kadar onlarca yazı çıkıyor. Eskiyen haberleri, diğer yazarların sıklıkla ele aldıkları konuları yinelemek istemiyorum.
Yazdığım ister kitaplar, yazarlar ve insanlar, ister hayata ve yaratmaya dair başka şeyler olsun gündelik kaygıların, çirkin ve kaba siyasetin bezdirici ortamında farklı bir sözün, yorumun, deneyimin okurları başka yerlere götürebileceği umudumu koruyorum. Sorunlardan birkaç dakika sıyrılıp bir acıya, anıya ya da kendi hikâyelerimizin gizli kalmış köşelerine dönmenin anlamını biliyorum.
***
Türkiye her zaman çalkantılı bir ülke oldu. Ancak bölünüp dönüşürken olanlar öyle tepeden inme, tehlikeli, kuşkulu ve korku verici ki kayıtsız kalıp söz etmemek bana ağır geliyor. Cumhuriyet kurulalı seksen dokuz yıl oldu. Bir ülkenin oturması, demokrasinin kurumlaşması bakımından pek uzun bir zaman değil. Üstelik bu süreçte Türkiye’yi şeriat ülkesi yapma rüyası görenlerin yeraltı faaliyetleri sürdü. Gelmiş geçmiş iktidarların sağ-popülist politikaları, derin devlet denilen karanlık güçleri besleyen acizlik devleti kemirdi. Kötü yönetim ve ekonomi müttefik tuzaklarına düşürdü.
Türkiye gelişmişlikte utanılacak sıralarda yer alıyor bugün. Hukuk devleti olmaktan çıktı, tarafsız olması gereken yargısı keyfileşti. Kültür ve sanat kurumları sansür ve kontrole bağlandı. Milli eğitimi kinci imamlar yetiştirmeye uyarlandı. Evrensel değerler, insan ve kadın hak ve özgürlükleri çiğnendi. Doğa ve çevre yağması, görülmedik boyutlara vardı. Resmi, özel tüm kurumları, sermaye örgütleri ve işçi sendikaları iktidar yanlısı olmaya zorlanmakta.
Üniversitesi, medyası baskı altında, özgür değil. Gazetecileri, seçilmiş milletvekilleri sudan suçlamalarla hapislere atılmış. Ordusunun yüksek komuta kademesi tutuklanıp emekli edilmiş. Demokratik süreçleri kesintiye uğramış. Laiklik ilkesi çiğnenmiş, lime lime olmuş. Özel yaşam izleniyor, saldırılara açık. Mezhep ve etnik köken farklılıkları kaşınıyor, ahlaki çürüme, değer aşınmaları, cehalet tavan yapmışken kürtaj cinayet; oruç tutmayan, içki içen düşman; hak arayan, pankart açan terörist.
***
Birkaç kez yazdım. Küresel kapitalizmin savaşa gereksinimi açık, yeri belliydi. Savaş rüzgârları fırtınaya dönüştü. Savaş başladı. Hem de Türkiye’nin Güneydoğu’sundan. Kültür, sanat bir yana. Topun ağzındayız artık ve bu hafta yazacak daha önemli bir şey yok. Ülkenin tüm birikimi harcandığı gibi iktidar karşılığı üstlenilen taşeronluk bizi yangının göbeğine attı.
Geriye bakan önünü, el sözüne kanan nereye, neye itildiğini nasıl görsün!
Yorum Gönder