“Bütün ramazan boyu 6 tane Bakanım, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bütün illeri tarıyorlar. Kadın kollarım, oradaki fakir fukara, garip gurebanın evlerine gidiyorlar. Şu ana kadar 350 bin kolinin bir kısmını bu evlere dağıttılar.”
“Benim Kürt kardeşimin terörle bir alakası yok ki. Benim Kürt kardeşimi bunlar(PKK) istismar ediyor.”
“Bu terör örgütünün ocağına odun taşıyan medyayı ismen mi ifşa etmeliyiz? Benim vatandaşım bunları aklıselim ile değerlendirmeli.”
“Ben Dışişleri Bakanımı Kuzey Irak’a boşuna göndermedim. Atması gereken adımları kendisine söyledik..”
“Benim gençlik kolları başkanımın oradaki kantinde çalışması yanlıştır.
Konuyla ilgili gerek İçişleri Bakanıma, gerek Adalet Bakanıma gerekli talimatları verdim.”
“Genelkurmay Başkanımla her şeyi konuşurum.” Başbakan’ın karşısına tek muhalefet gazetecisinin oturtulmadığı, söyleşi formatındaki “İcraatın İçinden” programındaki beyanlarının bazıları bunlar…
Radikal’den Ezgi Başaran; ATV-A Haber yayınında Başbakan tarafından dile getirilen bu deklarasyonların tümünün dökümünü yapmış. “Başbakan’ın iyelik ekleri ve zararları” başlıklı harika yazıda, “Bu takdir edilecek bir sahiplenmenin çok ötesinde vahim bir durumdur. Yöneticinin tek başına devlet olduğunun dile yansımasıdır” diyor.
Kibar adı ‘İslam demokrasisi’
Başaran’ın yazısıyla aynı gün bir başka harika yazı daha okudum. “Hürriyet Daily News”ta, Vijay Prashad imzasıyla çıkan ikinci yazı da “çöl demokrasisi” diye bir olgudan bahsediyordu…
Daha önce hiç duymadığım ifadeyi 60’lı yıllarda meğerse “Time” dergisi dolaşıma sokmuş.
“Google”a İngilizce “çöl demokrasisi/desert democracy” yazıp tıkladığınızda, karşınıza zaten 17 milyon siteyle birlikte “Time”ın zamanında Kuveyt için yayımladığı o ilk yazı geliyor…
“Çöl demokrasisi, lidere mutlak (ultimate!) otorite tanıyan sisteme” verilen ad oluyormuş. Vijay Prashad “Daily News”ta sistemi şöyle tanımlıyor:
“Çöl demokrasisinde… hükümdara tavsiyede bulunacak bir meclis vardır. Vatandaşlarının ‘iyi hali’ karşılığında, kral halka gelir transferi yapmakla (ya da karınlarını doyurmakla!) yükümlüdür. Daha geniş demokrasi talepleri adına bu temel ittifakın/paktın bozulması durumunda, hükümdar kendinde sonuna dek halkına baskı yapmak hakkını görür!”
Yazının başındaki Erdoğan açıklamaları, hele de özellikle ilki; tam bu “çöl demokrasisinin” karşılığı olmuyor mu?
“Ortadoğulular içinde özgürlük olmayan bir demokrasi yarattılar” diyen Bernard Lewis’e de atıfta bulunan “Hürriyet Daily News”ın yazısı; Ortadoğu demokrasilerinin özetle bir “karnın doyurulsun da gerisine karışma”modelinden ibaret olduğunu anlatıyor.
Amerikalıların 2000’ler başında dolaşıma soktukları “Müslüman demokrasisi” de bu “çöl demokrasisinin”; biraz daha siyaseten doğru ve kibarlaştırılmış versiyonundan başka bir şey değil.
O da aynı “çöl demokrasisi” gibi, demokrasinin gerçek şeklinden çok farklı bir şey (ucube?) olduğunu ifade etmek için söyleniyor.
“Economist Intelligence Unit”in belli aralıklarla yayımladığı “demokrasi endeksi” araştırmalarına baktığınızda; dünyadaki Müslüman ülkeler içinde bir tane gerçek “demokrasi” görmüyorsunuz. Hepsi ya Türkiye gibi “hibrit rejimler” içinde yer alıyor ya da birer diktatörlük olan “otoriter rejimler” arasında sıralanıyor ki aslında buna, demokrasinin “çöl olmuş versiyonu” da demek mümkün.
Başbuğ’un ‘teşekkürü’
Demokrasinin bu çölleşmiş halinde; muktedir olan liderin açıkça “kadın erkek eşitliğine karşıyım” demesi; medyaya, yargıya, ana muhalefete, başka inanç sistemlerine, farklı yaşam tarzlarına sırayla ayar vermesi; her tür fren ve denge mekanizmasını devre dışı bırakması olağan ve doğal karşılanıyor…
“İçinde özgürlük olmayan” çöl demokrasisi gerçekte öyle derinlere işlemiş ve bu öylesine normal bulunuyor ki, hapiste özgürlüğünden alıkonan bir paşa bile icabında örneğin.. özgürlüğünü yeniden elde edebilmek için.. muktedir olan Başbakan’ın önünde eğilip “teşekkür edebiliyor!”
En doğal “özgürlük hakkını” alabilmek için -kendisine bir lütuf bahşediliyormuşçasına!- “teşekkür etmek” mecburiyetinde kalabiliyor...
“Özgürlük hakkı” çiğnendiği için otoritelerden hesap sormak durumundayken “teşekkür etmeye” zorlanıyor...
Aydınlar, bu vahim olayların yaşandığı yerde “demokratikleşme” ve “demokrasi reformlarından” söz edebiliyorlar…
“Demokratikleşme” namına… her sözünü ve cümlesini bir iyelik ekiyle bitiren Başbakan’ın arkasına sıralanabiliyorlar….
Niye?
Çünkü “çöl demokrasisi” ortamında bunların hiçbirisi sarsıcı, şaşırtıcı gelmiyor.
İnsanlar tersine bu “okşarım da döverim de” halinden hoşlanıyor.
Güçlüyle yapılan yazılı olmayan temel anlaşmanın özündeki “tokluk karşılığı susmak” formülüne kamuoyu öyle şartlandırılmış ki; alışveriş bozulmadığı sürece sisteme itiraz gelmiyor.
Yılmaz Esmer’in araştırmasını hatırlamak kâfi.
Ne diyordu Esmer’in “Türkiye Değerler Araştırması”?
“Halkın yüzde 63’ü parlamento ve seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayan güçlü bir lidere sahip olmaktan memnun.”
İşte bu kadar!
Yorum Gönder