İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Şehir Tiyatroları’nda hangi oyunların oynanacağının belirlenmesi görevini, Tiyatroların genel yönetmeninden alarak 7 kişilik bir kurula vermiş.
İlk bakışta, “daha demokratik olacak” diye yorumlanabilecek bu devir işinin sınırlarını çizen yönetmelik, belediye meclisinde oyçokluğuyla kabul edilmiş. Kurulun 2 üyesinin belediye bürokratlarından olması, üstelik onlardan birisinin de yürütme yetkisinin 1 numaralısı olarak tanımlanabilecek olan genel sekreter yardımcılığı makamında oturması, yeni formülün tartışılmasına yol açtı.
Önce tiyatronun genel sanat yönetmeni, daha sonra da Kadir Topbaş’ın sanat danışmanı Kenan Işık, görevlerinden ayrıldıklarını açıkladılar.
İstifaları, belediye bürokrasisinin sanata müdahalesine yönelik tepki olarak yorumlayanlar haksız değildir. Sevgili Doğan Hızlan’ın dünkü Hürriyet’te yazdığı gibi sanatı, sanatçılara bırakmak en doğru ve en akılcı seçenektir.
Her iktidarın beğendiği sanat anlayışı olduğu bilinmiyor mu? Kars’taki bir heykeli ‘ucube’ olarak nitelendirerek yıktıran Erdoğan’ın halefi olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilmiş olan Topbaş’ın bir iki gün için makamından ayrılması üzerine başkanlığa vekâlet eden, AKP’li şehir meclisi başkanvekilinin böyle bir tasarrufa kalkışmış olması, sanırım büyükşehir belediye başkanına yönelecek eleştirilere kalkan olmak için planlanan bir yöntemden kaynaklanıyor.
Zira özellikle politik ağırlığı olan bürokratik makamlara vekâlet edenler, idare hukuku otoritelerinin altını çizerek belirlediği gibi ruzmerre, “sıradan” tasarruflarla meşgul olmalı, politik ağırlıklı kararların alınmasını ya da onaylanmasını seçilmiş makam sahiplerine bırakmalıdırlar.
Kısa bir süre önce yine İstanbul’da kapalı gişe olarak oynayan “Rosenbergler Ölmemeli” adlı ünlü tiyatro eseri sahneden birdenbire kaldırıldığı zaman bu tasarrufun politik bir baskının sonucu olduğu yazılmıştı. Ama baskının nereden geldiği açık olarak bilinmiyordu.
Galiba, tiyatroya müdahale eden merkez, büyükşehir meclisinin son kararı ile aydınlığa çıkarıyor.
Muhafazakâr iktidar, kentlerdeki stratejik ağırlığı olan her şeye müdahale ederek “sanat yapacaksanız bizim kırmızı çizgilerimizi çiğnemeyin” demenin adımlarını atıyor.
Kendi deyişleriyle “Ustalık Döneminde”ler ya!..
Kamuoyunu ‘Ergenekon’du, ‘Balyoz’du; şimdi de ‘28 Şubatçılar’ın soruşturulması senaryosunu yıllar geçtikten sonra vizyona alarak toplumu oyalarken dış politikada toslamakta, içerde seçilmiş parlamenterlere özgürlük tanımamakta... Medyada demir parmaklık arkasında tutuklulukları en az üç yılı bulan gazetecilerle dünya basın özgürlüğü sıralamasında 148’inci sırada bulunmanın utancını yaşamaktayız.
Sıraladığım bu repliklerle yeni bir trajikomik bir sahne eserine perde diyecek babayiğitler yok mu?
O tür babayiğitlerden eski bir deniz subayı öğretmen, mesela 28 Şubat’ta uğradığı haksızlıkları TV ekranlarında tefrika halinde anlatıyor. Ama nedense bugün zulüm görenleri teğet geçiyor!
Yorum Gönder