Siz Önce Kayıp Trilyonun, Deniz Feneri’nin Hesabını Verin, Ondan Sonra Geçmişinizle Yüzleşin
Bir geçmişle hesaplaşma, bir yüzleşme furyasıdır gidiyor…
Muhalefetle iktidar bu alanda birbiriyle yarışıyorlar.
Tüm partiler uzlaşarak darbeleri araştırmak üzere Mecliste bir Araştırma Komisyonu kurdular.
Arkasından 28 Şubat tutuklamaları geldi.
Bir ara Dersim bahanesiyle Atatürk’e ve Atatürk dönemine, Cumhuriyete saldırmak da moda olmuştu. Muhalefetle iktidar aynı dili kullanıyordu. Sabahattin Ali’yi CHP’nin öldürttüğünü bile iddia ettiler.
Arkasından ulusal bayramlarımızın ve “Gençliğe Hitabe”nin yasaklanması geldi.
MHP yine “Koltuk değnekliği” görevini sürdürerek AKP’nin 28 Şubata yönelik harekâtına tam destek veriyor. Yapılanları alkışlıyor.
Ama kayıp trilyonlar, Deniz Fenerleri karşısında dut yemiş bülbüle dönüyor. Milletvekilini zindanlarda tutarak millet iradesini gasbeden bir hükümetle HAK ARAMA ÇALIŞMALARINA girişiyor. Yeni Anayasa çalışmaları yapıyor.
Bu cangıl ormanında hangi haktan, hangi hukuktan söz ediyorsunuz?
Kimin hakkını, hukukunu koruyorsunuz?
Günümüzün yolsuzlukları, kanunsuzlukları yerlere göklere sığmazken, onları bırakıp, 15 yıl önce, 52 yıl önce gerçekleştirilmiş olayların araştırılmasına, sorgulanmasına girişmek kime, neye hizmet edecektir? Kimi kurtaracaktır, ey yandan çarklı demokrasi kahramanları?
Bu çıkışlarla, tutuklamalarla Türk ordusunun ABD ve ortakları tarafından yok edildiğini görmüyor musunuz?
Üstelik o yıllarda bu türden kararlar almak, hükümete önerilerde bulunmak MGK’nın görevleri arasındaydı ve yetkisini de Anayasa’dan alıyordu. Anayasa ona Cumhuriyeti koruma ve kollama görevini vermişti.
Peki, o kararların alındığı dönemde iktidar ve şeriatçı çevreler ne yapıyordu? Uslu çocuklar gibi sessiz ve sakin oturuyorlar mıydı? Yoksa bir takım hazırlıklar, girişimler içerisinde miydiler?
Yani bütün suç ev sahibinde miydi? Hırsızın hiç mi suçu yoktu?
İsterseniz zaman tünelinden geçip, şöyle bir geçmişe dönelim ve o yıllarda neler olup bittiğine kuşbakışı bir göz atalım.
Kayseri’nin Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü Karatepe 1996’nın 10 Kasım Ata’yı anma gününde şu konuşmayı yapmıştı:
“Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün bu törene katıldım. …Bu zulüm düzeni değişmelidir. Ey Müslümanlar, sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur…”
Kin ve nefret tohumları o zamandan atılmıştı.
Şanlıurfa Belediye Başkanı Halil İbrahim Çelik ise Kayseri Belediye Başkanından da hızlıydı:”Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak…” demişti.
Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan 11 Ocak 1997’de, Başbakanlık konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği vermişti. Sarıklı, sakallı ulemalar çağ dışı kıyafetleri, son model arabaları ve korumaları ile boy göstermişlerdi.
Erbakan, “Kanlı mı olacak, kansız mı” ünlü deyişini de işte bu ziyafette söylemişti.
3 Ocak 1997’de Sincan’da düzenlenen Kudüs Gecesi’nde cihad çağrıları yapılmış, Star muhabiri Işın Gürel saldırıya uğramıştı. Bu olayın arkasından Belediye Başkanı Bekir yıldız tutuklanmıştı.
Bu arada her Cuma, Beyazıt Camisinden çıkan yeşil sarıklı, yeşil bayraklı mücahitlerin halka ve polise saldırmalarını da unutmayalım.
Daha sonra da askerler Sincan sokaklarında tanklarla ve zırhlı araçlarla geçiş yapmışlardı…
28 Şubat Bildirisi bütün bu şeriatçı kalkışmalardan sonra yazılmıştı ve temelinde “Laik, sosyal, çağdaş, hukuk devleti”nin korunması vardı.
Sonra o bildiriyi Abdullah Gül de imzalamıştı. Dönemin Başbakanı, başbakan yardımcıları da imzalamışlardı. Eğer 28 Şubat bildirisi bir suçsa onlar da suç işledi… Onlara niçin hesap sormuyorsunuz?
Bütün bu gerçekler ortada iken bu sorgulamalar, tutuklamalar bir demokrasi arayışı, bir hak arayışına mı dayanmaktadır, yoksa bir gözdağı verme, bir öç alma hareketi midir?
Kesinlikle söyleyebiliriz ki bu bir gözdağı verme, bir öç alma hareketidir.
İktidar Türk Ordusuna ve Türk askerine son darbeyi vurmaya hazırlanmaktadır.
İktidar ve muhalefet eğer bir yasa dışılık, bir kanunsuzluk araştırması yapacaksa önce bugünü araştırsın. Günümüzü araştırsın.
Yürekleri yetiyorsa önce Meclisin tozlu raflarında bekleyen dokunulmazlık dosyalarını açsınlar. Dokunulmazlıkları kaldırsınlar. Bunların arasında tecavüzden eşe şiddete, sahtekârlıktan karşılıksız çeke ve uyuşturucudan hırsızlığa kadar pek çok iddia yer almaktadır.
Bu iddiaların hangisi 28 Şubatçıların eylemleri arasında vardır?
Yürekleri yetiyorsa Deniz Fener’inin, kayıp trilyonların hesabını versinler.
İçlerinde ne ile suçlandığını bilmeden yıllarca cezaevinde kalıp, sonra da amansız bir hastalığa yakalanarak yaşamını yitirenler var. “Örgütün kasası” olarak topluma tanıtılan, ama cenaze masraflarını bile karşılayamayan “kasalar” var…
Önce bu cinayetlerin hesabını versinler.
Kendilerini “sütten çıkmış ak kaşık” gibi görenler, hapishaneleri muhalifleri ile dolduranlar, herkesi darbecilikle, ihanetle suçlayanlar, yürekleri yetiyorsa önce kendi dokunulmazlıklarını kaldırıp, adalet önünde hesap versinler. Temize çıkıp, gerçekten “ak” olsunlar…
Boynunda yolsuzluk, rüşvet, görevi ihmal, sahtecilik suçlarının levhası asılı iken bir kimsenin hiçbir inandırıcı kanıt ileri sürmeden bir başkasını darbecilikle suçlama hakkı yoktur.
Sizler de yargıç önüne çıkıp, Doğu Perinçek’ler, Tuncay Özkan’lar, Mustafa Balbay’lar, Mehmet Haberal’ler, Hurşit Tolon’lar, Tuncer Kılınç’lar, Ergin Saygun’lar gibi dimdik, eğilip bükülmeden savunmanızı yapabilir misiniz?
Var mısınız buna?
Ali Eralp
Yorum Gönder