Cengiz Çandar’ın Taraf’tan Neşe Düzel’e verdiği röportajda “28 Şubat İsrail destekli bir darbeydi. Türkiye-İsrail işbirliği ve askerî ilişkileri 28 Şubat’la nereden nereye gitti, hangi rakamlara ve mali boyutlara vardı görmek gerekir” dediğini okuyunca, Yeniçağ Haber Merkezi’nden Salim Yavaşoğlu’nun Soner Yalçın’ın Silivri Cezaevi’nde kaleme aldığı son kitabı Samizdat’ı incelerken işaret ettiği bölüm aklıma geldi. Yalçın, eski bakanlardan Hasan Celal Güzel’in 1990 yılında Çandar için “Pentagon’un adamı” dediğini aktarıyordu kitabında. Güzel haklıysa; “Pentagon’un adamı” şimdi bir darbenin dış bağlantılarını sorguluyor öyle mi?
Çandar’ın Düzel’e anlattıklarını okurken insanın “Hey gidi konjonktür sen nelere kadirsin” diyesi geliyor. Ha bir de “Sen alemi kör, milleti sersem mi sanırsın!”
Adını hep MİT’çiler koymuş
Dünkü Taraf’ta, 28 Şubat sürecinde andıçlandıktan sonra gittiği Paris’te aynı dönemde MİT Müsteşarlığından yeni ayrılan Sönmez Köksal ile aralarında geçen konuşmayı şöyle aktarıyordu Çandar:
“Andıçla ilgili olarak bana, “Her birinizin değişik nedenleri var” dedi. “Sana askerler, Kürt meselesindeki rolünden ötürü öteden beri diş biliyordu” Talabani ve Barzani’yle Cumhurbaşkanı Özal arasındaki ilişkilerin kurulmasını sağladım ben. Yani Irak Kürtleriyle ilişkilerin kurulmasının mimarıyım. Bir tabunun Cumhurbaşkanı üzerinden yıkılmasıydı bu...”
“Talabani-Barzani-Özal diyaloğunun mimarı” için Soner Yalçın’ın neler yazdığına bakalım bir de:
“1990 yılında Yüzyıl dergisinde çalışıyordum; o dönem Turgut Özal, Kürtlere yönelik ‘Sansür Sürgün Kararnamesi’ çıkarmıştı. Kürt haberleri yapmak yasaktı. Bugün Özal’a övgüler düzen Kürtler bunu unuttu! Neyse, 2000’e Doğru dergisi bu kararname sonucu kapatıldı; biz de yerine Yüzyıl dergisini çıkarmıştık. O günlerde (artık üzerinde konuşulduğu için yazabilirim) Hasan Celal Güzel bana Çengiz Çandar’ın Pentagon’un adamı olduğunu söyledi; ona da bu bilgiyi MİT’çi Hiram Abas vermişti. Hepsi o dönem Özal’ın yanındaydı, birbirlerini iyi tanıyorlardı. Hasan Celal Güzel bu bilgiyi yazılamak üzere vermişti.”
Kitapta yazılanlarla yetinmeyip konuyla ilgili ek bir araştırma da yapan muhabirimiz Salim Yavaşoğlu, Güzel’in o dönemde Özal’ın en yakınındaki isimler arasında bulunduğunu, Abas’ın ise, MİT’in sivilleşmesi operasyonunun sembol ismi olduğunu hatırlatıyor.
Bu arada Çandar’la ilgili misyon tanımlarının hep MİT’çilerce yapılmış olması ilginç değil mi!
Abas “Pentagon’un adamı” diyor, Köksal da “Kürt meselesindeki uluslararası rolü” nü hatırlatıyor!
Dokunulmazlığı sürüyor
Samizdat’tan aktardıklarımızı 1990’lı yıllarda “imzasız ve kaynak göstermeden” yazmasına rağmen bakın neler gelmiş “Pentagon’un adamı” haberinden sonra başına:
“Cengiz Çandar o yıllarda Güneş Gazetesi’nin köşe yazarıydı. Ortalığı ayağa kaldırdı. Ama mesele kapanmadı. Cengiz Çandar, aynı zamanda Özal’ın danışmanıydı. Birileri düğmeye bastı. Polisler o hafta derginin Ankara bürosunu bastı. 10 kiyi gözaltına alınıp Ankara Emniyet Müdürlüğü DAL bürosuna götürüldük. 10 gün boyunca işkenceden geçirildik.”
Aktardıklarımız;
Onca insan akla zarar iddialarla “örgüt üyesi” ilan edilir ve hüküm giymeden cezaya mahkum edilirken, bir yandan “terör örgütü” nün öte yandan “peşmerge başı”nın ulaklığını yapanların “dokunulmazlıkları”nın kaynağı hakkında fikir verir belki...
Kaderin cilvesi işte...
“Bunları yazan darbenin tabii müttefiki”dir dediği gün kendi yönettiği gazetede bakın ne yayınlandı.
Ekrem Dumanlı, “28 Şubat post modern darbesinin, tabii müttefiklerinin tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi, mevzuu sulandırmak için kıvrak hamlelere başladığını” savunduğu dünkü yazısında, “en ağır psikolojik harp taktiklerinin nasıl uygulandığını, toplumun nasıl tank zoruyla hizaya getirilmek istendiğini” anlatırken bir dizi örnek verdi. Biri şöyleydi:
“Darbe için yanıp tutuşan bazı askerler işler daha da kötüleşsin istiyordu. Pervasızdılar. Başbakan’a açıktan açığa küfredenler çıktı...”
Dumanlı’ya göre bu ve benzeri olayları yok sayanlar “panik atak halinde”ydi ve yaptıkları işin adı “göz bağcılığı”, “gerçekleri çarpıtma”ydı!
***
Aynı gün, Dumanlı’nın yönettiği gazetede aynı konu yani 28 Şubat sürecinde yürütülen psikolojik savaşla ilgili bir yazı daha yayınlandı.
“Algı ve Gerçek” başlıklı bu yazıda Nedim Hazar, 28 Şubat döneminde oluşturulan imaj ile gerçeğin birbirinden ne denli farklı olduğunu ispat için bakın hangi örneği verdi:
“Dönemin Tümgenerali Osman Özbek’in, rahmetli Erbakan’a “p...” dediği söylenmiş, yazılmış, çizilmiş ve zihinlerde öyle kalmıştır... Hak ve hakkaniyet adına birilerinin gerçeği hatırlatması gerekiyor sanırım.
Olay şu: Özellikle 1990’lı yılların başında, Suudi Arabistan yönetimi hac organizasyonlarında ciddi sıkıntılar yaşamaya başlamıştı... Sanırım Osman Özbek’i de 1997 yılında yaşanan Mina yangını konuşmaya itiyor. (...) Arapların hacı adayları için hazırladığı broşürden bahsediyor, broşürü görüp okuduğu yok elbette, TV’den görmüş ama hayli kızgın onlara, nedeni de broşürde yazanlar; “Diyor ki bir ülkede şeriat kanunları dışında başka bir kanun varsa, sen dinden çıkmış olursun. Vay vay vay. Allah mısın, nesin? Kim sana bunları söylüyor? Arabistan gibi olacaksın, ulan p..., dinde krallık var mı, var mı arkadaşlar?”
Sözün özü, Nedim Hazar dünkü Zaman’da, Ekrem Dumanlı’nın “oldu” dediği Erbakan’a küfür hadisesinin aslında “olmadığını” yazıyor.
***
Önce Dumanlı’nın dünkü yazısını, peşinden de Hazar’ın satırlarını okuyan biri doğal olarak sorar:
Bu durumda Hazar da mı “göz bağcılığı” yapmış oluyor?
Hazar da mı “gerçeği çarpıtıyor”?
Hazar da mı 28 Şubat sürecini “sulandırmak” istiyor?
Allah muhafaza(!) Hazar da mı Ergenekoncu yani!
Dumanlı’nın Hazar’ın yazdığı gazetenin genel yayın yönetmeni olduğunu da düşününce, dünkü yazısında ortaya koyduğu kriterlere göre kendisi de “darbenin tabii müttefiki” sayılabilecek birine “yataklık” etmiş olmuyor mu!
Kaderin cilvesi işte!
BASINDAN SEÇMELER
“İntikamının takipçisi” bir toplum modeli
28 Şubat soruşturmasının başladığı açıklandıktan sonra Hükümet üyeleri bu konuda “intikam mı alınıyor, bu bir rövanş mı” sorularına “Buna intikam denemez” karşılığını vermişti ama “kraldan çok kralcı” birileri “28 Şubat için intikam istediklerini” yazıp çiziyorlar.
***
“Ben intikam istiyorum” diyen bir Prof-Yazar 28 Şubat’a “darbeler tarihimizin en pespaye darbesi” demiş mesela, oysa arkadaşın unuttuğu bir şey var; “en pespaye” tanımını; en ilkel vahşeti sergileyen, insanların idam edildiği, işkence gördüğü 27 Mayıs ve 12 Eylül ikilisinden almaya kimsenin hakkı yoktur. Ama bu darbelerin birebir mağdurları olan, en büyük sıkıntıyı çekmiş, kayıplar vermiş aileler bile (benim ailem dahil) intikam tamtamları çalmıyor. “Adalet yerini bulsun, darbe ve darbeciler tarih önünde işledikleri suçla mahkum edilsin” istiyor, o kadar..
***
Git intikam iste, intikamını alana kadar da peşini bırakma.. Bu isteğin ve aslında kışkırtmanın “intikamının takipçisi gençlik” istemekten farkı yok.. O zaman sizin alacağınız intikamın mağdurları da kendileri için intikam istemeye devam ederler ve bunun peşine düşerlerse intikamın sonu gelir mi?
Şu anda bile “yıllardır kanıtlanmamış iddialarla hücre hapsinde tutulan, orada ölen veya ölmekte olan ‘en yakınlarını’ son bir kez görmelerine izin verilmeyen” kaç insan var cezaevlerinde.. Bir gösteriye katıldıkları için hapis cezası verilen kaç öğrenci var.. Akıl almaz iftiralarla yıpratılan önemli sivil toplum kuruluşları ve yöneticileri var..
Öte yanda bir seferde serbest bırakılma kararı verilen ve aralarında “katiller, tecavüzcüler, hırsızlar, dolandırıcılar” olan tam 15 bin hükümlü var.. Bu “intikamcı”lar hükümlü olmadığı halde hücre hapsi yaşayan ve onurlarıyla oynanan insanlarla ailelerine ne önerecekler? Onlar da intikam peşine mi düşsün, yoksa haklılıklarını adalet önünde ispatlayarak, kendilerine yapılanların hesabını orada isteyerek yargının kararını mı beklesin..
Ruhat Mengi / Vatan
Yedikleri helal ü hoş olsun!
Biliyorum ki ’kandil’ deyince aklınıza hemen Deniz Feneri geldi. Çünkü kötü kalplisiniz.
Gül gibi insanlara kötü savcıların ’örgüt kurdular’ diyerek suç yüklemeleri sizleri mutlu ediyor.
Alman yargısı; ’Asıl failler Türkiye’de!’ diyerek, Zekeriya Karaman ve Zahit Akman gibi pırıl pırıl insanları suçlamışmış...
Onlar Alman; elbette iyileri kötü gösterecekler.
Eğer Deniz Feneri yöneticilerinin suçlu olduklarını düşünüyor iseniz siz Ergenekoncu falansınız.
Yakında sizin de bir tapeniz çıkar... Darbeciler inanır böyle şeylere efendim, darbeciler!
Zaten yüce adalet yüceliğini gösterip onları dışarı çıkarmadı mı? Yeni ve adil savcılar da suçun öyle bir suç olmadığını yazmadılar mı?
Siz bakmayın fesatçıların ortalığı karıştırmasına. Güya bir kadın, Kanal 7 Yönetim Kurulu Üyesi İsmail Karahan’a, ’Nasılsın zekat parasıyla gemi alan adam!’ diye mesaj atmışmış.
Ne malum o kadının ajan olmadığı?
İnanmam efendim; ben inanmam...
Bunlar dini bütün insanlar. Hiç milletin zekat parasını yerler mi? Eğer bir açık var ise de çocukcağızlar tecrübesizlikleri yüzünden böyle yapmışlardır.
Allah bunlara zeval vermesin; yedikleri de helal ü hooooş olsun!
Rıza Zelyut / Güneş
İçişleri Bakanı üzüntüden ne yaptığını bilmiyor olmalı
İçişleri Bakanısınız. Beş işçinin donarak ve boğularak öldüğü bir gölette incelemelerde bulunuyorsunuz. Sonra Pasinler ilçesine geçip, kaymakamlık önünde davul zurnayla oynanıyor, buna tempo tutuyorsunuz. Öncesinde de “Takla at, oyna da görelim” diyorsunuz.
Herhalde işçilerin ölümü bakanı çok etkilemiş, üzüntüsünden ne yaptığını bilmiyor. İnsan, “Sayın Bakan travma sonrası stres bozukluğundan mı mustarip” diye endişeleniyor.
(...)
Ölen işçilerin ailelerinin avukatı “Bu olay bana göre bir cinayet. Bir insan olarak en kutsal hakkımız olan ve anayasa ile teminat altına alınmış olan yaşam hakkımızın bu kadar basit ihmallere feda edilmemesi adına gerekli mücadeleyi yapacağız” demişti.
Bakan ise takla ve oyun peşinde. Cenab-ı Hak neşesini daim kılsın.
Özgür Mumcu / Radikal
Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk’ün twitter mesajı:
“Çevik Bir’in gözaltındaki ilk fotoğrafını yayınlamak bize nasip oldu, takdiri ilahi.”
İlahların işi yok, Anadolu Ajansı’na çalışıyorlar demek...
Elif Eral / Milliyet (Açık Pencere)
Yorum Gönder