Beton Köprüye Makyaj - Deniz Kavukçuoğlu

İstanbul’daki Aydın Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Kubilay Kaptan, Çaycuma’da Filyos Çayı üzerindeki 61 yaşındaki köprünün geçen cuma çökmesi üzerine yaptığı inceleme sonrasında kaleme aldığı raporda, “Ölmekte olan bir hastaya son günlerinde makyaj yapar gibi davranan Karayolları Genel Müdürlüğü olaydan birinci dereceden suçludur” diyor. Afet eğitim, uygulama ve araştırma uzmanı Kubilay Kaptan’ın sözleri bana yıllarca önce izlediğim bir filmi anımsattı.
Film, oturduğu salıncaklı sandalyesinde ölen yaşlı, varsıl bir kadının ölümün soldurduğu yüzüne, geride bıraktığı yüklü mirasa sahip olmak isteyen iki torununun yaptığı makyaj sahnesini anımsattı. Torunlar akılları sıra ölmüş kadını akrabalarına yaşıyor gibi gösterecekler, hazırlayıp altına kadının imzasını attıkları sahte bir vasiyetname ile onun mal varlığına konacaklardı. Bu, filmin senaristinin kaleme aldığı kurgusal bir öyküydü. Makyajlı köprü ise çökerken altına aldığı 15 insanın ölümcül gerçeğidir!
Bir trajedidir!
***
Türkiye’de, özellikle son zamanlarda bu tür trajediler sıkça yaşanıyor. Daha bir hafta önce Erzurum’un Aşkale ilçesindeki Karasu Baraj Göleti’nde 5 TEDAŞ işçisinin nasıl donarak/boğularak can verdiğini bir sinema filmi izler gibi izledik.
Göletin büyük bölümü donmuş, donmamış bölümlerinde buz parçaları yüzüyor. Üstlerinden aldıkları “talimat” uyarınca 5 işçi, dört kişilik bir su bisikletine binip açılıyorlar. Göletin ortasında buza çarpan bisiklet devriliyor, işçiler suya düşüyorlar. Aralarında yüzme bilmeyenler hemen boğuluyor, yüzme bilenler ise suyun yüzeyinde kalabilmek için çaba gösteriyorlar. Kıyıda biriken insan kalabalığı onları izliyor. 15 dakika… Yarım saat… Bir saat… Yardım gelmiyor, helikopter isteyecek “yetkili” bulunamıyor.
Isı -10, -15. Hava buz kesiyor. O havada göletin orta yerindeki bozuk elektrik direğinin onarımı için can simidi, can yeleği olmaksızın beş işçiyi kim, hangi akla hizmetle, üstelik de dört kişilik kıytırık bir bisikletle suya sürmüş olabilir?
Mutlaka “biri” vardır, belki tutuklanacak, yargılanacak, ceza alacaktır. İsterse onlarca yıl yatsın, o beş kişi geri gelmeyecektir.
***
İstanbul Esenyurt’taki Marmara Park AVM’nin inşaat şantiyesinde çalışan işçilerin yatakhane olarak kullandığı çadırlarda çıkan yangında 11 işçinin yaşamlarını yitirdiği belleklerimizdedir. Altı gün önce Tuzla’daki bir tersanedeki patlama sonucu iki işçinin can verdiği belleklerimizde olduğu gibi…
Tüm bu trajik ölümler “yoksul ölümleridir”. Son 6 ayda Türkiye’de 350 işçi “iş kazası” denen sermaye cinayetlerinde can vermiştir. Kapitalizmde yoksullar sömürünün nesnesidirler. Ölümleri yalnızca istatistiksel verilerdir. Bu düzende insanın, özellikle de yoksul insanın bir değeri yoktur. Kapitalizmde ana amaç olabilen en az harcama ile olabilecek en fazla artı değeri elde etmektir. Hele bu düzen, İslamiyetin içinde yuvalanmışsa kendi özgün sınıf ahlakını, burjuva ahlakını da yaratamaz. Kabadır, yabandır, ölümcüldür.
Dünya nimetlerine yaklaşma umudu olmayan yoksul, umudunu ahirette kazanacaklarına bağlar; içine kapanır, başına gelecek her türlü felaketi, ölüm dahil “tevekkül” ile boyun eğişle karşılar. Türkiye’nin dışında hiçbir İslam ülkesinde demokrasi olmayışının nedeni de budur. Ne var ki Türkiye de ağır adımlarla o ülkelerin yolundadır.
Bu düzen böyle sürdükçe her türlü trajedi bu ülkede giderek olağanlaşacaktır. Nâzım Hikmet’in, “Henüz vakit varken gülüm/ Paris yanıp yıkılmadan” dizelerinde dile getirdiği gibi henüz vakit varken son kalelerimiz ele geçirilmeden “bir şeyler” yapılmalıdır. O bir şeyleri yapacak olanın kendimiz olduğunu unutmadan…
Yoksa bizi öyle bir makyajlarlar ki betonlaşmış ölüler olduğumuzun ayırdına bile varamayız.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget