Deniz Feneri davası tahmin edilebileceği gibi öngörülen rotada ilerliyor. Cumhuriyet gazetesinin “suç vasfı değişebilir” “bilgiye dayalı tahmini” gerçekleşmiştir. Neden “bilgiye dayalı bir tahmin”den söz ediyoruz? Çünkü artık AKP döneminin yargısı ile ilgili birikmiş veriler yanılgıya ihtimal bırakmıyor.
Bu yalnız yargı alanı ile ilgili bir gerçek değildir.
AKP döneminin paradigması, karşı olan görüşlerin her alanda ve her araçla tasfiye edilmesine, yandaş ya da daha içeriden görüş ve eylemlerin ise her alanda korunup kollanmasına dayanır.
Bunun için gerekli yasal düzenlemeler hemen hemen tümüyle tamamlanmış, yargıç ve savcıların ellerine geniş bir yorum yetkisiyle birlikte verilmiştir. Özel yetkili savcı ve mahkemeler bu yetkilerini yeni düzenin gereklerine uygun olarak hukuki olmasa bile “yasal” çerçevede, bazen AKP’yi bile ürkütecek bir özgürlükle kullanmaktadırlar.
Deniz Feneri davasında önceki savcıların görevden alınmaları ve bir şekilde yargılanmaları, “suç vasfının değiştiği” kararı ile birlikte düşünüldüğünde, hukukta direnmenin zamanının geçtiği, yeni paradigmaya uygun “yasallığın” egemenliğinin mutlak olduğu ortaya çıkmaktadır.
Ürkütücü bir gelişmedir bu.
***
AKP, daha doğrusu Erdoğan dönemi ile ilgili sağlıklı değerlendirmeler acıtıcı gerçeklerin göz ardı edilmesine değil, tam tersine ne kadar üzücü ve korkutucu olursa olsun bilinmesine, bilincine varılmasına hizmet etmelidir.
Bu türden değerlendirmelerin belki de son zamanlarda ortaya çıkmış ya da benim gördüklerim içinde en önemlisi Osman Ulagay’ın “Türkiye Kime Kalacak” adlı çalışmasıdır. Bu kitapta sosyal siyaset alanının verileri ile çizilmiş tablo ürkütücü, ibret verici ama aynı zamanda uyarıcıdır.
Osman Ulagay, liberal demokrat bir bakış açısıyla yazdığı kitabında pek çok sol yazarın ve araştırmacının şablonlardan kurtulmayı tam beceremedikleri için göremediklerini dile getiriyor. Kuşkusuz bu söylediğim soldaki tüm araştırmacıları, yazarları kapsamıyor, ama Ulagay’ın saptamalarını dikkatle değerlendirmemizde büyük yarar var.
***
Ulagay’ın bana göre en önemli saptamalarından birisi, Başbakan Erdoğan’da cisimleşen AKP’deki otoriterleşme, diğeri de Batı-Doğu ilişkilerindeki yeni durumdur. AKP’deki artık önü alınamaz, kimileri ne kadar umsa da iyileştirilemez otoriterleşme hız kazanarak sürecek gibi görünüyor. Hedeflerine henüz tam olarak ulaşamamış bu süreç, Cumhuriyet değerleriyle hesaplaşmasını sonuna kadar götürme niyet ve kararlılığındadır. Ne niyet gizlidir artık ne de kararlılıkta bir zafiyet söz konusudur.
Süregiden davalardaki durum da, -bunu kavramak için Balbay’ın kitaplarını ya da Soner Yalçın’ın Samizdat’ını okumanızı tavsiye ediyorum- Deniz Feneri davasındaki gelişme de bunun açık işaretidir.
***
Ulagay’ın Batı ile ilgili değerlendirmelerinin de dikkatle ele alınmasında yarar var. Batı’nın ya da benim hâlâ eskimediğini savunduğum adlandırmayla emperyalist Batı’nın ekonomik politik bir travma yaşadığı ortada. Ama bu onun güçlenme, dünyaya hükmetme, enerji kaynaklarını, stratejik bölgeleri denetleme isteklerine ket vurmuyor. Hatta onun eski stabil dönemlere göre daha çılgın ve belki hesapsız hareket etmesine yol açıyor. Tehlikeyi büyüten de büyük bir olasılıkla bu gelişmedir.
Bu karmaşık, kaotik ortamın AKP için elverişli olduğu ve uluslararası politikada da görece özgür davranabilmesine imkân tanıdığı söylenebilir. “Arap Baharı” ile ilgili kıvrak politikalarında ya da İsrail karşısındaki tutumunda bu “özgürlüğü” görmek mümkün olabiliyor.
Çok fazla “özgür” olmak istediklerini de sanmıyorum bu arada...
Yorum Gönder