Allah Allah, bu muhtırada bir iş var.1980’de verildiğinde olay olmuştu, aradan 32 yıl geçti, yine olay...
Şimdi de muhtıranın aslını arıyorlarmış...
Aramaya ne hacet, gelsinler belki bir ipucu verebiliriz.
Zira muhtıra bizimle ilgilidir.
Ne demek o?
* * *
1979’un son günleri, bugün darbeci diye yargılanan Evren’in, hatta “kafese koyup öyle yargılansın” diyenlerin olduğu bir ülkede bu muhtırayı anlatmalıyız .
* * *
Cumhurbaşkanı Korutürk, yeni yılın ilk günlerinde Başbakan Demirel’i, ana muhalefet lideri Ecevit’i ve Erbakan’ı Çankaya Köşkü’ne davet ediyor. Elinde bir muhtıra var, o günkü Genelkurmay Başkanı Evren ve kuvvet komutanlarının verdiği muhtırayı -birkaç gün önce vermişlerdir- Korutürk de önümüz yılbaşı, milletin burnundan gelmesin diye saklamış, şimdi açıklamaktadır.
* * *
Önce memleketin manzarası çizilmiştir...
“(...) anarşist ve bölücüler yurt sathında genel bir ayaklanmanın provalarını yapmaktadır.”
Türk Silahlı Kuvvetleri bu tespiti yaptıktan sonra tedbir istemektedir.
Kimden?
Siyasi partilerden...
“Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan, bir an önce kurtulması, hükümetler kadar diğer siyasi partilerimizin görevleri arasındadır.”
Peki ne yapılmalıdır?
* * *
TSK, hedefi göstermektedir:
“(...) anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalıdırlar.”
Kimler?
“Siyasi partiler, bu önlemleri alırken diğer Anayasal kuruluşlar kendilerine yardımcı olmalıdır.”
Hal ve keyfiyet budur, biz İç Hizmet Kanunu’nun görev ve sorumluluğu içindeyiz.
Ne kadar açık değil mi?
Anlaşılmayacak bir yanı var mı?
* * *
Ve bu muhtıra ortada kaldı!
Ne Başbakan Demirel, ne Ecevit, ne de Erbakan muhtırayı kabul etti.
“Biz muhatap değiliz!” diye...
Kaldı mı muhtıra ortada...
4 Ocak 1980 tarihli yazımız şöyle biter:
“Kime başvursak da şu muhtıranın muhatabını bir öğrenebilsek...”
“En iyisi, bu işi biz üzerimize alalım da bitsin.”
Olur mu, tamam mı?
“Sayın büyüklerimiz de, rahat etsinler gayrı!
Suç da bizim, günah da bizim.”
* * *
Dedik ya, her zaman bu memlekette bir fedakâr evlat bulunur!
O gün de bizmişiz...
Bakmışız ki, muhtıra ortada kalmış, elini süren yok, “bu muhtıra bize verildi!” deyip, herkesi rahatlatmışız.
Ama şimdi?
İşler karışmış, muhtıranın aslını bulamıyorlarmış, “gel buraya Hasan efendi!” derseler n’olacak?
Yorum Gönder