12 Eylül öncesinde Türkiye’de televizyon olarak sadece TRT’nin tek kanalı vardı.
Renksizdi.
Başka da kanal yoktu.
Herkes onu seyrederdi.
Radyo ve televizyon, doğrudan hükümetin değil, özerk yapısı sakatlanmış da olsa TRT’nin kontrolündeydi.
Siyasal iktidarlar TRT’yi doğrudan kendi propaganda araçları olarak kullanmak istediğinden, kamuoyunda sürekli olarak TRT’nin tarafsızlığı, özerkliği tartışması yaşanırdı.
Ülkede başka radyo ve televizyon yayını olmadığı için, TRT’yi denetlemek, radyo ve televizyonda yer almak, politikacılara bir hayat-memat meselesi gibi gelirdi.
Süleyman Demirel bir keresinde “Sırf TRT’yi kontrol etmek için bile hükümet olmaya değer” mealinde bir söz bile söylemişti.
***
Sevgili okurlarım, bu satırları özellikle gençler için yazıyorum.
Biliyorum bu satırları okuyanlar arasında “Kırk yıllık Cumhuriyet okuru” olanlar hiç de az değil.
Ama sanıldığının aksine okurlarımız sadece “Kırk yıllık Cumhuriyet okuru” olan insanlardan oluşmuyor.
Cumhuriyet gazetesini sevmeyenlerin, karalamak isteyenlerin iddialarının tersine, her bir emekli öğretmenin vefatı ile Cumhuriyet’in tirajı bir nüsha eksilmiyor…
Evet Cumhuriyet gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran öğretmenler kuşağının bir üyesinin vefatı ile bir okurunu yitiriyor ama onun yerine gençlerden de birçok okur geliyor…
Çünkü o “Kırk yıllık Cumhuriyet okurları”, adeta bir aile geleneği olarak, gazeteye pek çok yeni okur kazandırıyor!
Sadece bana gelen mektuplardan ve kişisel izlenimlerimden değil, aynı zamanda yapılan araştırmalardan da çıkan sonuç, Cumhuriyet okurları arasında 15-30 yaş arasındaki gençlerin önemli bir yer tuttuğu.
Bu gençler 12 Eylül olduğunda doğmamışlardı bile.
O nedenle 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’nin özelliklerini anımsatmakta fayda var diye düşünüyorum.
***
1975’te, önce Birinci Milliyetçi Cephe, sonra da İkinci Milliyetçi Cephe hükümetleri sırasında TRT yönetimi de önemli ölçüde sağ görüşlü kadroların denetimine geçmiş ve yayın politikası bu yönde etkilenmişti.
Zaten bugünkü Türkiye’nin inanç dogmatizminden kaynaklanan sorunları, 1975 yılında başa geçen siyasal iktidarların eğitim ve terör politikalarından (din eğitimi değil, dinci eğitim; solcu sokak terörünü sağcı sokak terörüyle dengelemek) kaynaklanmaktadır.
1978’de Ecevit, AP’den istifa eden on bir milletvekilinin desteği ile hükümetini kurunca, TRT de biraz nefes aldı.
İşte bu dönemde ben de o tek ve çok etkili kanalda ayda bir “Ayın Getirdikleri” adıyla bir program yapmaya başladım.
Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren’di.
Değerli televizyoncu Ayla Erdemli’nin yönetimindeki programı ben düzenliyor ve yönetiyordum.
Programın akışı için üç ilke koymuştum:
Her programda iki konuk olacaktı.
Konuklardan biri mutlaka bir kadın, biri de mutlaka bir gazeteci veya bir bilim insanı olacaktı.
“Terör”, “yoksulluk” gibi bir ana konunun tartışılacağı programda ben dahil hiç kimse 45 saniyeden fazla konuşmayacaktı; uzun konuşan olursa, araya girerek bir soru veya bir yorumla müdahale edecektim.
O dönem için pek de alışılmamış “fırtına gibi” bir program yaptık.
Uğur Mumcu, Müşerref Hekimoğlu gibi ünlüleri, sağ iktidarlar döneminde ekrana çıkması yasaklanmış olan Çetin Altan’ı uzun yıllardan sonra ilk kez, programa çıkardım.
İzleyiciden ve politikacılardan müthiş ilgi gördük…
TRT’ye çuvalla mektup gelmeye başladı.
İlk programdan sonra, Refik Erduran, Milliyet’teki köşesinde konuşmacılara çok müdahale ettiğime ilişkin bir yazı yazdı.
Birkaç program sonra ise “Gerekli Notlar” başlığı ile yazdığı yazıda, yönetimimin dengelendiğini, programın güzelleştiğini ve notumu yükselttiğini belirtti.
***
Dönem sokak anarşisinin tırmandığı, gençlerimizin birbirini öldürdüğü, Çorum ve Kahramanmaraş’ta kitlesel katliamların yaşandığı dönemdi.
Ortada, son derece yoğun bir biçimde, askeri müdahale söylentileri de dolaşmaya başlamıştı.
Programlardan birinde, hem de etkili olsun diye (yanlış anımsamıyorsam) tam kapanışta Bismark’ın ünlü sözünü anımsatmıştım:
“Süngü ile her şeyi yapabilirsiniz ama üzerine oturamazsınız!”
Birkaç gün sonra arabamla Beytepe’ye giderken, Eskişehir yolunda yanıma yaklaşan otomobili kullanan resmi üniformalı bir astsubay “O sözlerin hesabını soracağız” gibisinden bir tehdit savurmuştu…
12 Eylül darbesi bağıra bağıra geliyor ve politikacılar buna karşı hiçbir önlem almıyorlardı.
Meraklısı o dönemin ve programın ayrıntılı öyküsünü benim “Herkesten Bir Şey Öğrendim” adlı kitabımda bulabilir.
Yorum Gönder