CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “satılık cami”lerden söz etti. AKP’li Güngören Belediyesi’nin, üzerlerinde altı cami olan altı arsayı, vergi borçlarına karşılık olarak Hazine’ye devretmeye hazırlandığını söyledi.
Kentin göbeğindeki o arsalar büyük bir ihtimalle TOKİ’ye devredilecek ve “lüks konut inşaatına” açılacak!
***
Kılıçdaroğlu’nun “cami rantı” konusunda söz etmediği bir iki yöntemi de ben anlatayım:
AKP’li belediyeler döneminde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere “arsa bulmakta zorlanılan” illerde yapılanları bir düşünün:
Bir bakıyorsunuz AKP’li belediye meclisinden, kentin en işlek yerlerindeki yeşil alanların “cami arsası olarak tahsis edilmesi”ne ilişkin bir karar çıkıyor...
Peki; camiye ihtiyaç var mı? Orası çok da önemli değil...
Camiye ihtiyaç olmayabilir; ama işyerine ihtiyaç var!
Ülkemizde sayıları 15 bini bulan cami yaptırma ve yaşatma derneklerine hemen bir yenisi ekleniyor. Partiye yakın esnaf, tüccar kuruyor bu derneği... İlk iş olarak da gözlerine kestirdikleri bir yeşil alanı istiyorlar belediyeden... Hatta bunun için imza bile topluyorlar!
Araziyi kaptıktan sonra da önemli bir bölümünü çevredeki camilerin cemaatinden topladıkları paralarla inşaata başlıyorlar...
Dediğim gibi camiye ihtiyaç olup olmadığı, yapılacak inşaatın kent dokusuna uyup uymadığı önemli değil...
Zaten bunu tartışmaya kalkan, anında “kafir” ilan ediliyor!
Daha bu camiler bitmeden, altlarında her biri “altın değerinde” onlarca dükkânın inşaatı bitiyor!
İbadethanenin altında işyeri olur mu?
Kimin umurunda? Önemli olan o dükkânların biran önce bitirilip, kiralanması ya da satılması... Yani gelecek para!
Peki; ya cami?
Acelesi mi var; dükkân inşaatları bittikten sonra, cami inşaatı ne zaman bitse olur!
Bu anlattıklarıma inanmayanlar, bana kent merkezlerinde son yirmi yılda inşa edilen ve altında dükkân olmayan bir tane camii gösterebilir mi?
***
Gelelim ikinci “cami rantı”
örneğine:
Bir sabah arabanızla TEM’de giderken ormanlık alandaki ağaçların bir bölümünün budandığını görüyorsunuz...
Aynı yoldan iki ay sonra geçerken bu kez ağaçların kesildiği o alanda bir cami inşaatının yükselmeye başladığı dikkatinizi çekiyor...
Unutmayın; ormanlık alan! Yani; en yakın konut en az 5 kilometre ötede...
Bu demektir ki; cemaat, sıfır!
Araştırıyorsunuz; cami inşaatı kaçak...
İşin ilginci, sorduğunuz belediye yöneticileri de sizin kadar tepki gösteriyorlar bu kaçak inşaata...
Ama işin üzerine gidince, “Kaçak, maçak... Mecburen göz yumacağız... Cami yıkacak halimiz yok ya” diyorlar!
Çok değil; iki yıl sonra aynı yoldan geçerken, o kaçak caminin çevresinde binlerce kaçak yapıdan oluşan koca bir mahalle kurulduğunu görüyorsunuz...
Ardından o mahallede camiler önce ikiye, sonra üçe, dörde çıkıyor...
Beş yıl sonra ise... O güzelim ormandan eser kalmıyor!
AKP’li yetkililer ise... Yeni “ilçe”ye ad vermekten ve kaymakam tayin etmekten onur duyuyor!
***
Amaaaannn... Niye yazıyorum ki bunları?
Sanki kimsenin umurunda?
*****
YAKILMAK!
Üç gün önce kaybettiğimiz Meral Okay’ın vasiyeti, “yakılmak”tı... Küllerinin denize savrulmasını, böylece toprağa değil suya karışmayı istiyordu.
Üstelik araştırmıştı; hem bir yasal engeli yoktu bunun, hem de iktidarda “dini özgürlükler” adına mücadele ettiğini söyleyen bir parti vardı...
Ama; olmadı...
Meral Okay’ın vasiyeti yok sayıldı!
Neden biliyor musunuz?
Bu ülkede aydının ölüsü değil, dirisi yakılır da ondan...
Tıpkı Sivas’ta olduğu gibi!
*****
Günün Sorusu
Yayınlanmamış bir kitabın toplatılmasından sonra şimdi de yıllar sonra bir tiyatro eserinin yasaklandığına tanıklık ettik. Hem de ülkemizde belki de binlerce kez sahnelenen “Onca Yoksulluk Varken” adlı oyunun! Sorum; bu oyunu yasaklayan Erzurum kentinin yöneticilerine:
Bütün dünyada şöhrete kavuştunuz... Mutlu musunuz?
*****
‘Yüz kızartıcı suç’ üniversitesi...
Rize Üniversitesi’nin adı “Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi”, Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi’nin adı “Abdullah Gül Üniversitesi”, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nin adı “Bülent Ecevit Üniversitesi”, Konya Üniversitesi’nin adı da “Necmettin Erbakan Üniversitesi” olarak değiştirilecekmiş...
Buna “Bir ver, üç al oyunu” denir...
İtirazları önlemenin yolu, baştan hazır:
“Canım Ecevit’in adını da verdik... Bakın ne kadar tarafsızız!”
Bu isimleri verenlere sormak isterim:
1) Bülent Ecevit de Necmettin Erbakan da bu ülkeye yıllarca Başbakanlık yaptılar... Kendi
adlarını bir üniversiteye vermek acaba onların akıllarına gelmedi mi?
2) Acaba daha önce hiçbir Başbakan’ın adı, “görevdeyken” bir üniversiteye verildi mi?
3) Madem başbakanların isimleri üniversiteye veriliyor; o zaman Bülent Ulusu’nun, Yıldırım Akbulut’un, Mesut Yılmaz’ın, Tansu Çiller’in adlarını da üniversite kapılarında görecek miyiz?
4) Necmettin Erbakan, bu ülkede Başbakanlık yaptı ama... Daha sonra “Bosna paralarını cukka etmek”ten, yani “yüz kızartıcı suç”tan hüküm giydi... Onun adını bir üniversiteye vermek, üniversite gençliğine “yüz kızartıcı suç işlemenin önemli olmadığı” mesajı vermek değil midir?
5) Ve son söz: Hani üniversiteler “özerk”ti? Öyleyse; bu isim değiştirme önerisi, adı geçen üniversitelerden hangisinin senatosunda görüşüldü, hangisinin öğrencilerine soruldu?
Yorum Gönder