Türk Siyasetinin de, siyasetçisinin de çok sevdiği bir pohpohlama tipidir, bu slogan. Gurur duyan, devamlı olarak değişir. Bazen “Türkiye” , bazen “X Partisi” bazen de “X şehri” yağ çekilecek, pohpohlanacak kişiyle gurur duyar.
Fakat ilk kez bir Türk Başbakan ile, yabancı bir ülkenin Başkanı gurur duyuyor!...
ABD’li diplomatların “Pilli Tavşan” adını taktıkları, Dışişleri Bakanı Davutoğlu Kayseri’de AKP toplantısında açıkladı; “Obama, Başbakan Erdoğan’ın arkadaşlığı ile gurur duyuyor…”
Breh, breh, breh... Helal olsun civanım delikanlıya da, Davutoğlu Bakana da…
Doğrusunu isterseniz, ben Obama’nın benimle gurur duymasını asla istemem. Bırakın gurur duymasını, arkadaşım-dostum olmasını da istemem.
*Onunla dost olunca aklıma, Irak’ta misket bombalarıyla öldürülen binlerce günahsız yavruların öldürülmesi gelir.
*On binlerce Müslüman kadının Irak’ta-Afganistan’da Amerikan Askerleri tarafından tecavüze uğramaları gelir.
*1,5 Milyon Müslüman’ın evlerinden yurtlarından koparılmaları gelir.
*Öldürülen yüz binlerce insan gelir.
*Bu coğrafyada yaşayan insanların hakkı olan yer altı-yer üstü zenginliklerinin, kültür ve tarihi eserlerin çalınması gelir.
*ABD Başkanlarının bir zamanlar gurur duydukları dostları olan, Hüsnü Mübarek- Kaddafi-Saddam-İran Şahı Pehlevi- Filipinler lideri Marcos, Panama Lideri Noriega gelir…
İşte bu yüzden ben; Obama’nın benimle ve benim gibi düşünenlerle gurur duymasını hiç istemem…
Fakat siz Obama’nın patronu olduğu Büyük Ortadoğu Projesinde “eşbaşkan” olmayı kabul edip bunu defalarca söylerseniz, Obama sizinle gurur duyar. Duymasına duyar da bu gurur sizi, işlenen cinayetlere ve insanlığa karşı işlenen suçların da ortağı ve eşbaşkanı yapar…
Kayseri’de Mehter Takımının çaldığı “Sefer Havaları” ile coşan, sıfır soruncu Davutoğlu, baktı ki ne söylese salon çılgınca alkışlıyor, hızını alamayıp öyle laflar etti ki, salon “Allah-Allah” nidaları eşliğinde “Hücuuum” diye inledi…
Tüm komşularımızla boğaz boğaza kavgalı hale gelmemizin başarılı(!) mucidi Davutoğlu, geçmiş hükümetleri kötüleyerek başladığı konuşmasına, “Uluslararası Düzeni Yeniden İnşa Edeceğiz, Kaybettiğimiz Topraklarda Yeniden Kardeşlerimizle Buluşacağız” diyerek şöyle devam etti;
“2011 Yılı İlahi Tevakuf’tur.
(Tevakuf, iki şeyin birbirine denk gelmesi demektir. Özellikle, tesadüf olanağı olmayan fakat arkasında İlâhî bir iradenin varlığı düşünülen denk gelmelere, denir)
Yüzyılın muhasebesi yapılıyor. 1911 yılı Türk Askerinin Libya’dan çıktığı yıldır. 2011 yılı İlâhî bir Tevakuf. Ya Libya’da var olacaksınız, ya Libya’yı kaybedeceksiniz. 1912 yılı Balkanlardan çıktığımız yıl. 2012 Balkanlarda hala birçok yaranın sarılamadığı, birçok krizin hala hasat verdiği yıl.
1914 yılı 1.Dünya Savaşı ve 1917’ye kadar dedelerimizin, kiminin Yemen’de, kiminin Suriye cephesinde, kiminin Irak cephesinde, kiminin Medine müdafaasında, o mukaddes toprakları savunmak için son nefesine kadar mücadele etmiş bir neslin çocukları olarak, Ortadoğu’dan çıkışımızın 100. Yılı…”
Davutoğlu heyecanını bastıramayıp şöyle devam etti; “Şimdi yüzyıl sonra bütün Ortadoğu coğrafyasında, Türkiye’den tekrar büyük beklentilerin(!) olduğu ve Sayın Başbakanımızın adının anıldığı yerde bile büyük bir heyecan dalgasının doğduğu, Türk Bayrağının görüldüğü yerde bir beklenti dalgasının(!) oluştuğu bir dönem. 1915 Çanakkale Savaşı. İşte Fransa’nın bugün istismar ettiği, Ermeni ile birlikte bizim tarihimize kara leke çalmaya çalışan, bir 100.Yıl travması.
1918, bir imparatorluğun, kadim bir devletin bittiği yıl. 1911 ile 1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, hangi topraklardan çekilmişsek 2011 ile 2023 yılları arasında o topraklarda tekrar kardeşlerimizle buluşacağız. Bütün bu coğrafya yeniden şekillenirken, tarihi coğrafyamız tekrar ayağa kalkarken, bu kardeş halklarla birlikte sadece bölgemizi yeniden inşa etmekle kalmayacağız,
uluslararası düzeni de yeniden inşa edeceğiz…”
Davutoğlu’nun konuşmasını defalarca okudum. Kendisi gerçekten nasihate muhtaç bir durumda.
Biz nasihatimizi verelim, dinleyip dinlememek onun bileceği bir şeydir;
* Öncelikle Sayın Davutoğlu derhal, doktoruna danışıp “trankilizan-sakinleştirici” ilaçlar kullanmalıdır.
*Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, dokuz defa yutkunmalı-bir defa konuşmalıdır. Dışişleri Bakanları, parti yöneticisi gibi konuşamaz. Çünkü Dışişleri Bakanının her dediği laf, anında tercüme edilir ve tüm dünyaya servis yapılır.
*Kendi ülkenizdeki problemleri çözmeden, tüm Ortadoğu’ya ve tüm dünya’ya yeni bir düzen inşa etmek gibi iddialı sözleri söylerseniz, komik duruma düşersiniz…
*Türkiye’nin Dış Politikadaki geleneksel çizgisi “Yurtta Barış-Dünyada Barıştır.”
Bunu değiştirip, “Fetih Politikası” uygulayacağım, derseniz, Türkiye’nin dünyada bir tane dostu kalmaz…
*Sayın Bakan ikide bir; “Biz eskiden olduğu gibi dışarıdan emir almıyoruz” demeyin. O zaman size şunları sorarlar;
-Libya’ya Nato’nun müdahalesi konusunda niçin bir haftada 180 derece çark ettiniz?
-40 yıldır aynı diktatörlük ile yönetilen Suriye’ye karşı niçin politikanızı bir anda değiştirdiniz?
-ABD’nin Irak’ta yaptığı zulme ve işkenceye niçin sessiz kalıp desteklediniz?
*Komşularla sıfır problem dediniz, etrafta komşumuz kalmadı. Sakın dünyada sıfır problem demeyin, maazallah dünyada tek başımıza kalırız…
İşte böyle Sayın Bakan, bu işler parti toplantılarında desteksiz atmakla olmaz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanlığı, “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin senaristi gibi davranamaz. Sizin ağzınızdan kaçıracağınız bir yanlış laf sadece sizin başınızı derde soksa hiç önemli değil istediğiniz gibi konuşun derim , ama tüm milletin ve bizim de başımızı derde sokarsınız.
Sayın Bakan’a son bir öğüt verip yazımızı tamamlayalım;
“ Büyük Devletlerle işbirliği ve dostluk yapmak, Ayı ile aynı yatağa girmeye benzer. Ayı, sizi belki soğuktan koruyabilir ama ya bir yerinizi kırar, ya da namusunuzu kaybedebilirsiniz…” Aman Obama’ya dikkat…
Rifat Serdaroğlu
Yorum Gönder