Objektif gibi, beyne bağlı iki gözle tarıyorsun dünyayı. Objektifte bile tek göz var, sende iki. Niye? Dünyayı tara, pan yap, zoom yap, gör diye. Ama sen cahillikte ısrar ediyor, bakıyor ve görmüyorsan, duymuyorsan, o takdirde sana tek göz, tek kulak yeter. Birer tanesini ziyan ediyorsun…
Beynin için de öyle; sana tek lob yeterli. Sana ağız lazım, yiyeceksin. Vücutta bir de gider. İçgüdülerini tatmin etmek için bir de o önündeki şey, o kadar. Aslında başka bir şeye ihtiyacın yok, hamallık niye?
Bak Amerikan vatandaşına, elinde mısır patlağı, televizyonda yarışma seyrediyor. Oturduğu yerde obez olmuş, hiçbir şeye itirazı yok. E sen okumuyorsan, birinin yazmasına ne gerek var ki?
Gazeteler de hiçbir gerçeği yazmıyorsa, niye basılıyor? Bu kadar parti niye? Bir tek iktidar partisi yeter. Seçim yok, sandık yok, hile yok. Sanki seçim vardı da sen mührü doğru yere mi basıyordun? Bu kadar televizyona, bu kadar diziye ne gerek var? Nasıl olsa bütün diziler aynı. Zaten farklı olsa da sen anlamıyorsun ki! İktidara bir tek televizyon, sana da bir torba mısır yeter de artar bile.
Atatürk’müş, kurtarıcıymış, bu kadar bayrama ne gerek var, dini bayramlar yeter. Bakınız Cumhurbaşkanımız çıktı; “yanlış anlıyorsunuz” diyor. “Bayramlara olan önemi arttırıyoruz, daha büyük coşkuyla kutlamak istiyoruz. Bundan sonra size her gün bayram” diyor.
Ne oldu Hrant Dink davası? Örgüt mörgüt yok, bu durumda mahkemeye de gerek yok. Hatta hastaneye ne gerek var, ecele karşı mı koyacağız? Bak televizyonlar mutluluk şarkıları söylüyor.
Cenk ve Kaan, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki arkadaştır. Ama Cenk’in digiturk’ü vardır, Kaan’ın yoktur. Cenk üzülüyordur bu duruma. İşte sorun burada. Ali Ağaoğlu gerçek bir zengin. Kıskanma, çalış senin de olsun. Oğlunun doğum gününü kutladı.
O da belki Cenk’in durumuna üzülüyordur. Sonra adam açık ve net. Bütün mallarının üzerinde ismi yazıyor. Binalarda, otomobillerde, hep aynı; “Ali Ağaoğlu”. Böylece o otomobilin ona ait olduğunu, o binanın ona ait olduğunu kolaylıkla anlıyoruz. Ben geçen gün yolda gördüm kendisini, tanıyamadım. Sırtına da ismini yazdırsa ya.
Elektrik, su faturası geliyor; faturaya bir bakıyorsun, TRT’ye katkı vergisi, şu..bu… Sudan gayri her şeyin vergisi o kağıtta. Anlayanlar üzülüyor tabi. Ama sizi düşünen hükümet ne yapıyor, TRT, şu..bu.. yazısını kaldırıyor. Bilmeden ödersen gıkın çıkmaz.
Yani vergiyi değiştirmiyor, yazıyı değiştiriyor. Bak sen gene anlamadın. Yani,
Habızırttırttın mı?
Ha?
Zınk!
Ya.. işte böyle.
Gazoz Optik
Kavacık’ta cadde üstünde bir gözlükçü Gazoz Optik. Benim gözlüğümün camları da hem yakın, hem uzak, hem astigmat bir arada. Camın farklı farklı yerlerinden bakarak anlamaya çalışıyorum dünyayı. Çerçeve bol, camlar kendi yuvasında dönüyor bazen.
O zaman memleketin gerçek hali tam olarak görünüyor bana. Gazoz Optik’te camları düzeltiyorlardı. Birden caddede büyük bir hareketlenme oldu; polisler, polis arabaları, yani olağanüstü hal durumu. Herkes ne oluyor yahu, nedir bu, yoksa biz de mi Ergenekoncuyuz, deyip, kendilerinden şüphelenmeye başladı.
Ben el kaldırdım, sakin olun, dedim. Mehmet Barlas’ın evi buraya yakın; O’na hükümet erkanından biri gitmiştir, dedim. Bu tedbir onun için. Hemen Barlas’ın sitesine telefon açıldı, evet tam da dediğim gibi. Fatma Şahin, Barlas’lardaymış. Herkes birbirine soruyor, Fatma Şahin kim?
Dedim, kafanızı yormayın, Fatma Şahin Bakan.
Soruyorlar bana; peki niye yolları abluka altına aldırmış?
Oğlum tanımıyorsunuz kadını, O da tanınmak için böyle yapıyor.
Peki Fatma Şahin’in Mehmet Barlas’ın evinde ne işi var, üstelik bugün Pazar!
Hükümet, Mehmet Barlas’ın evinde Bakanlar Kurulu toplantısı yapıyor.
Ha!
Yaa….
Ustayı yuhaladılar
O sırada ben de televizyonun karşısındaydım. Usta, Lefter’in cenaze törenine stada geldi. Birden bütün stad yuh çekmeye ve ustayı ıslıklamaya başladı. Ustanın rengi ruhsarı bir sararıp bir soldu. Yakalayın, tutun diyecekti. Sonra, hangi birini, diye düşündü. Bir de hapishanelerde de yer yok zaten. Vazgeçti, oturdu. Allahtan aynı anda seyircinin sesini kesti televizyonlar.
Bakın değerli teknik arkadaşlar, bir dahaki sefer, daha usta içeri sızmadan keseceksiniz halkın sesini, olası bir kazayı önceden engellemiş olacaksınız. Yoksa Ertuğrul Özkök’ün de belirttiği gibi bu halk edepsiz. Usta, hasta hasta Lefter’in törenine geliyor.
Sen basıyorsun Yuh’u, basıyorsun ıslığı, çok ayıp. İmkanı olsa Ertuğrul biber sürecek seyircinin ağzına ama, o kadar biber nerede..? Kim bilir o ağızları biberlemek için kaç ton, kaç kamyon biber gerekir. Aslında hükümet kanun hükmünde bir kararname çıkarıp, halka kendi biberini yanında getirtmeli.
Halk büyüklerine karşı bir kusur işledi mi, kendi biberini kendi sürmeli kendi ağzına. Ama olsun, Ertuğrul Özkök halkın ağzının payını köşesinde bir güzel verdi.
Kılıçdaroğlu
Pazar günü Halk TV’de Kılıçdaroğlu’nun, partisine katılanlara rozet takmadan önceki yaptığı konuşmayı izledim, güzeldi. Konuşma bitince, rozet takma işlemi sırasında fonda Zülfü Livaneli’nin belleklerimize kazınmış olan Özgürlük şarkısı çalıyordu. Ne var ki, bu şarkının kızlığı artık bozulmuştu.
Çünkü bir süre önce Zülfü, Özgürlük şarkısını iyi bir fiyat karşılığında, bir bankanın reklam müziği olması için satmıştı. Bir süre kapitalizme hizmet eden bu şaibeli şarkı, bu kez Kılıçdaroğlu’nun arkasında çalıyordu. Akabinde telefonum çaldı.
Kılıçdaroğlu arıyor
Bir genç hanım, bir otoriteyi temsil eden ses tonuyla; CHP Genel Merkezi’nden arıyorum, Genel Başkanımız Sn. Kemal Kılıçdaroğlu arıyorlar, dedi. Bir an hoşuma gitti. Kemal Bey bağlanmak üzereyken düşündüm, acaba beni niye arıyor, diye. Sonra hemen hatırladım.
Van için çektiğim belgeselde bir ara, “Muhalefet nerede” diye soruyordum. Herhalde onun içindir, demeye kalmadı, Kılıçdaroğlu bağlanıverdi. Tam da düşündüğüm gibi.
Siz, muhalefet nerede, diyorsunuz ama ben iki hatta üç kere gittim oraya, her hafta da milletvekillerimiz hâlâ gidiyorlar. Hatta ben yılbaşını orada bir çadırda geçirdim.
Ben oradaki insanların söylemleri üzerine, nerede muhalefet, dedim. Onlar görememişler ama siz oradaymışsınız. Ben bu söylediklerinizi bir şekilde beni izleyenlere, okuyanlara duyururum.
Gene de Kılıçdaroğlu yeni yıla sobası yanan, üzerinde çay kazanı kaynayan bir çadırda televizyon izleyerek girdi. O çadır valiliğin ya da Kızılay’ın göstermelik çadırlarından biriydi.
Zaten diğer çadırlarda yeni yıla girmek mümkün değildi.
Levent Kırca/AYDINLIK
Yorum Gönder