“Hukuk terörü”nün yaşandığı bir ortamdan geçiyoruz.
Sisli, puslu, bulanık bir ortam. Baskı, şiddet, yasa dışı davranışlar, hukuksuzluk, telefon dinlemeler, dijital veriler ve kaset üretme, keyfi davranışlar, vurgun, soygun, talan…
“Kimse bana karışamaz. Ne asker tanırım, ne yargıç; ne öğretmen, ne memur, ne işçi… Kimseyi takmam, ben çıkarıma bakarım, yolumda giderim, en güçlü benim, dilediğimi yaparım…” düşüncesiyle hareket eden yetkililer…
Uzmanların, “Her an, herkes düzenleyebilir” dedikleri dijital belgelerle insanlar dört duvar arasına atılıyor. Zindanlarda çürütülüyor. Hem de yıllarca…
Tutukluluk, günümüzde “hukuksal tedbir” olmaktan çok cezaya dönüşmüş durumda…
Haklarında “yakalama” emri çıkarılan komutanlar yüzlerce kilometre ötelerden gelip, yargıya teslim oluyorlar. Yani kaçma, delilleri karartma olasılıkları kalmayan bu zanlıların yine de tutuklanmasına karar veriliyor.
“Askeri casusluk ve şantaj” suçlamasıyla 14 aydır özgürlüğü elinden alınan Deniz Üsteğmen Deniz Mehmet Irak savunmasında, “Bana, çalınan onurumu geri verin” diye haykırıyor. Şunları söylüyor:
“Bayrağımı namusum bildim. Ettiğim yemine sadık kaldım. Onurumla görev yaptım. Şimdi ise onurum çalındı… Ben, çalınan onurumu geri istiyorum.
Yine “Askeri casusluk ve şantaj” davasında yargılanan emekli Albay İbrahim Sezer “kadın pazarlamak” suçu ile mahkeme önüne çıkarıldı. Ama iddiada adı geçen kadın, 52 yaşındaki T.P. “Albayın kendisini satmadığını, bakire olduğunu ve böyle bir suçlama ile şikâyette bulunmadığını” söyleyip, komutanı akladığı halde mahkeme sanığı hâlâ serbest bırakmamıştır.
BANA, ÇALINAN ONURUMU GERİ VERİN.
İnsan ne için yaşar? Onuru çalınan adam, bir asker özgür olsa neye yarar?
Sayın Heyet,
İddia makamı dijital kurgulara aldanarak bizleri casusluk ile suçluyor. Oysa ben bu toprakları kanı ile sulamış bir ecdadın evladıyım. Ve atalarımın ismine leke getirecek hiçbir oluşumun içinde olmadım.
Çünkü ben vatan demeyi Mustafa Kemal’den öğrendim…”
Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ama böyle bir çalışmaya ne yerimiz ne de sayfamız elverir.
Kısaca, söylersek yargı siyasallaşmıştır. Evrensel hukuk kurallarına uymamaktadır.
Günümüzde “Gücü yeten gücü yetene…” kuralı işlemektedir.
“Adalet mülkün temeli” olmaktan çıkmıştır.
Nereye baksak, hangi yana dönsek “adalet”i değil, “adale”yi (kas) görüyoruz. Bileği güçlü olan, varlıklı olan, suyun başını tutanlar hakkını fazlasıyla alıyor. Kendi hukukunu işleterek canını, malını, mülkünü koruyor.
Korumak bir yana, durmadan artırıyor, çoğaltıyor… Ülkemizde daha 18’inde, 20’sinde han hamam, gemicik, fabrika sahibi olan, gurur (!) duyacağımız süper (!) gençler yetişiyor.
Bu orman kanunudur. Bu bir faşizmdir. Bu bir “Ilımlı İslam Nizamı”dır. Kemalist Cumhuriyetin sonudur, bir rejim değişikliğidir.
Oysa devlet adaletle vardır. Mülkün temeli, yani devletin temeli adalettir. Adalet ise ancak bağımsız mahkemeler tarafından dağıtılır. Bağımsız yargının bulunduğu yerde demokrasi de vardır, insan hakları da vardır, düşünce özgürlüğü de vardır.
Çünkü bağımsız yargıyı, yargıçları yok sayan, sadaka ekonomisine ve ulema hukukuna dayanan bir sistemde ne demokrasi, ne insan hakları ne de düşünce özgürlüğü olur.
Çağdaş demokrasilerde kim olursa olsun, hangi makamda bulunursa bulunsun herkes yasalar önünde eşittir. Suç işleyen herkes çıkıp yasalar önünde hesap verir.
AKP sadece kendisine muhalif olanları, kendisini eleştirenleri içeri atıp, kendi hukukunu kurarak, bir ömür boyu dokunulmazlık zırhına bürünmek peşindedir.
Onların en iyi bildiği iş, en iyi meslek ise din ticareti, din sömürüsüdür. “Hepimiz din kardeşiyiz, Müslüman’ız” kandırmacası, hokkabazlığı arkasında oynanan oyunlar, çevrilen dolaplar, tilkinin aklına bile gelmeyen kirli ilişkiler… Saf vatandaşlarımızın inançlarından yararlanılarak toplanan bağışların nasıl iç edildiğini çocuklar bile biliyor artık. Yargıç önünden geçmeyen asker, aydın, sendikacı, politikacı, yazar kalmadı ama hâlâ “Deniz Feneri” bekliyor, bekletiliyor…
Deniz Feneri vurguncuları karşısında hukuk, işlevini yitirip kızağa çekilmiştir. Etkisizleştirilmiştir. Zekeriya Karaman’lar, Zahit Akman’lar yargılanamamaktadırlar.
Hukukun eli kolu, gözleri bağlıdır bugün.
Peki, sonuç? Sonuç ortada: Üretim yok. İş yok. Hapishaneler yurtseverlerle doldurulmuş…
Milyonlar perişan. Aç, açık. Sefil.
Cinnetliler ülkesi olduk. Gün geçmiyor ki güç koşullar içersinde kalan bir baba çocuklarını, eşini ve kendisini öldürmesin. Gün geçmiyor ki borçları nedeniyle bir iş adamı bunalıma girip intihar etmesin.
Ama öte yanda, gece kulüplerinde harcanan, havaya saçılan Dolarların, Avroların haddi hesabı yok… Milyarlık köşklerde sefa süren; Amerika’nın, Avrupa’nın lüks mağazalarından giyinen sonradan görme zenginler, mutlu bir azınlık, hallerinden ve halkından çok memnun. “Halk bin yıllık uykusundan uyanmasın, devran hep böyle sürsün gitsin” istiyorlar.
Ama bu böyle devam etmez. Kaybeden taraf elbette tüm dünyada gerileyen, güç yitiren ABD emperyalizmi ve onun uşakları olacaktır.
Yoksulluk, yokluk yüzünden, haksız hukuk uygulamaları yüzünden çok insan öldü. Çok ocak söndü. Çok kişi canına kıydı. AKP çok mazlumun ahını aldı. Bunlar suç değil mi? Bunların hesabı sorulmaz mı? Sorulmayacak mı?
Ne demiş atalarımız, “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner…” “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste…”
Elbet bir gün, hiç gelmez sanılan o hesaplaşma günü de gelecektir… Ama mutlaka gelecektir…
Ali Eralp
Yorum Gönder