Bölük Pörçük Anılar - Hikmet Çetinkaya

Işıltılı bir güz sabahı… Aydınlık, maviler giyinmiş bir gökyüzü…
Parlayan cılız ve belleksiz bir akşamın yıldızlarını seyretmiştim geç saatlere kadar… Uçsuz bucaksız bir inci çiçeğinin iki orta yaprağı gibiydim.
Andre Breton’un dizelerini okurken dalgalar kıyıyı yalıyordu.
Çiy altında gül görüntüsünü, kapatılmış kapıları, yalnızlık günlerimi, demir sürgülü zindanları, işkenceleri, kitaptan öcünü alan darbeci paşaları anımsadım nedense.
Ve kendi kendime mırıldanmaya başladım:
“1934’ün güzel yarı gününde.. hava görklü bir çiçekti barbunya rengi.. ve yaprakları sigara kâğıdında bir ağaçla başlardı orman.. ben içine dalmaya hazırlanınca.. çünkü seni bekliyordum.. ve benimle gelirsen.. nereye olursa olsun.. gümüşün üzerine kazılı nakıştır ağzın.”
***
Yaygın ve kırık kırmızı tekerleğin durmadan yükseldiğini gördüm gözlerimle…
Breton’un, Sergey Yesenin’in şiiirlerinde kendimi buldum.
Umutsuz bir umutla ölmeyi, savaş çapulcularını düşündüm.
Şarkılar zindanında çürüdüğümü çok geç anladım…
Başımı kaldırdım göğe…
Anılarım geçti gözlerimin önünden… Ziya Yılmaz, Saffet Alp, Mahir Çayan…
Ziya, Türkiye’de özgürlüğün, demokrasinin ve emeğin savunucusuydu…
Gençler tanımazdı onları… Ziya, 68 kuşağının bir neferiydi…
75 yaşında gözlerini yaşama yumdu… Kızıldere’de vurulan kuzeni Nihat Yılmaz’ın Fatsa’daki mezarının yanı başında toprağın koynuna koyuldu.
Bahriye Üçok’un katledilişinin 21. yıldönümüydü…
Bombalı kitapla öldürülmüştü Üçok…
Tuzak böyle kurulmuştu.
Ölümün adı yoktu!
***
Ne öfke ne pişmanlık, ne tartışma ne de suçu paylaşmak…
Yaşama, aşka, şiire, özgürlüğe, barışa dair bir şeyler söylemek.
İşte buydu yaşam, buydu ölüm! Hüznün gülüşü yalnız, bir soluk kış manzarasıdır aslında… Dağlarda, ovalarda, kuytuluklarda.
Zamanın sesi ve soluğudur anlayana!
“Bir kavun misali
Yuvarlatıyor ayı
Dalgalar yalıyor kıyıyı
Tam böyle bir gece
Frenkler
Onları kurşuna dizdiler.
Sosyalizm uğruna
Haydi kalk
Ayağa kalktı bütün halk
Çarlığa karşı
El ele
Hem köylü hem de amele”
Şafak sökmeye başlayınca… Gün ışıyınca… Mevsim sonbahar olunca, gel de hüzünlenme.
Işık sırtlı günleri bekleme…
Kelepçelenmiş kelimeleri özgürce haykırma!
***
Ne öyküden ne de yazgıdan vazgeçileceğinin zamanı değil artık.
Bir ağacın gölgesine uzanmak… Soluk ve dalgın bakmak uçan kuşlara…
Suyun sızıntısını izlemek toprakta.
Uzun uzun düşünmek, yazmak saatlerce geçen yılları, kaybolmaya yüz tutan anıları. Palmiyeler arasındaki titrek oyunu, bir sesi, müziği, insanı yuvarlayan ırmakların akışını sularda.
Boğazlanmış bir yaşam ve rüzgâr… Bir ahşap iskele… Gençler… Yaşlılar… Kadınlar ve erkekler…
Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses ve Osman Nuri Uzunlar 33 yıl önce Bahçelievler’de karanlık güçlerce katledildi…
TİP’li gençlerdi onlar…
Behice Boran’ı da 24 yıl önce yitirmiştik…
Sosyalizme, barışa, insanlığa, emeğin örgütlü gücüne, bilime adamıştı kendisini…
***
Acılarla tümleştik… Ölümlerle yandık, tutuştuk… Öykülerde kaldı adlarımız… Sanki masal kahramanlarıydık…
Gecenin ayazında öldük öldük dirildik.
Böyle bir kuşaktık biz.
Şimdilerde leblebi taneleri gibi dağıldık sağa sola…
Yaşamı avuçlarımızda tutmayı unuttuk!
Sevgiyi unuttuk!
Bilir misiniz, her gölge ruhunda tanır ışığı… Acıyı, sevgiyi…
Sönmüş bağıntıları sözcükler aydınlatır eğer onurluysanız!

Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget