Şenlikli, Umut Dolu Bir Gün - Işıl Özgentürk Köşe yazısı
“Bana bir şeyler oldu, Ankara’yı sevmeye başladım. Neden acaba? Oysa geçmişi çok sade, ama derin anılarla yüklü bu güzelim kent giderek bir kasabaya dönüşüyor. Her yerde bir karışıklık hâkim evet, ama kentin bağımsız, görmüş geçirmiş ruhu bir yerlerde usulca ortaya çıkıyor. İki ay önce, 16. Uluslararası Karikatür Festivali’nde bunu yaşamıştım.
Şimdi başka bir şenlikte, ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel Lisesi’nde 7. Edebiyat Günleri’ndeyim.
Heyecanım ODTÜ Kampusu’na girerken başlıyor. Kişisel tarihimde bu geniş alan önemli bir yer tutuyor. Burada, işte tam burada ben küçücük bir kız çocuğuyken, yirmili yaşlarda, beş bin kişilik çok coşkulu bir kalabalığa DİHT’nin (Devrim İçin Hareket Tiyatrosu) “Köprü” oyununu oynamıştık. Hey gidi günler hey…
İşte okula giriyorum. Bütün duvarlarda öğrencilerin yaptığı resimler, öğrencilerin yaptığı gazeteler, her yer rengârenk… Lisenin edebiyat öğretmenleri beni karşılıyor, neden benim böyle heyecanlı, coşkulu edebiyat öğretmenlerim olmadı?
Vay canına, ne kadar çok sevdiğim insan burada: Ayşe Sarısayın, Cemil Kavukçu, Feridun Andaç, Füruzan, Handan Gökçek, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Nursel Duruel, Özcan Karabulut ve Sibel Türker. Hepsi çocuklar gibi heyecanlı, çünkü bizi az sonra önemli bir sınav bekliyor.
Çünkü lise bir ve ikinci sınıflar, her birimizden bir kitap seçip okumuşlar ve bizlere çeşitli sorular hazırlamışlar.
Heyecan içinde sınıflara dağılıyoruz. Benim sınıfta çocukların ellerinde “Gezi Fısıltıları” adlı kitabım. Sorular birbiri ardına gelmeye başlıyor: “Küba’daki gibi insanlar arasında eşitlik sağlanabilir mi?” “Adalet mi eşitlik mi önemli?” “Herkes için adalet sağlanabilir mi?” Sorulara elimden geldiğince yanıt vermeye çalışıyorum ve karşı taarruza geçiyorum. “Bu ülkede nereleri gezdiniz?” “ Dünyayı gezen bir belgeselci olmak istemez misiniz?” Ve tabii en can alıcı soruya geliyorum: “Kentinizdeki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gittiniz mi?” “Evet!” Yaşasın çoğunluk bu dünyanın en güzel müzesinde epey vakit geçirmiş.
Zaman su gibi akıp gidiyor ve son sözlere sıra geliyor; eh yaş erdi kemale, biraz hayat dersi vermeden olmaz. Onlara “İster doktor, ister mühendis, ister işadamı, ne olursanız olun mutlaka müzikle, resimle, fotoğrafla, edebiyatla, sinemayla ilişkiniz olsun” diyorum; “Sizi daha iyi mühendis, doktor yapar.” Bu kez Ankara’dan ayrılmak bana zor geliyor, dönüş yolunda trende dosyanın içindeki çok özel bir kitabı okumaya başlıyorum. Kitabın adı, “Beşi Bir Yerde” içinde otuz öykü var. Ankara, Kayseri, Kocaeli, Antakya, Denizli, Mersin kentlerinde çeşitli okullarda okuyan genç liselilerin yazdığı öyküler. Kitabın iki de alt başlığı var: “Son Durak” ve “Sesini Duydum.”
Kitap şöyle başlıyor: “Merhaba, bir yola çıktık tam yedi ay önce. Hayallerimiz vardı, hedeflerimiz vardı, gerçeğe dönüşmesini istediğimiz. ‘Bizimle var mısınız’ dedik, ‘evet’ dediler, yola koyulduk. Uzun, zahmetli bir yolculuktu çıktığımız ama olsun.
‘Beşi Bir Yerde’ idi projemizin adı. ‘Beşi Bir Yerde’, beş tam altının bir arada bulunduğu çok değerli bir şey olduğu için; beş ayrı il, sonunda bir yerde, Ankara’da bir araya gelerek duygu ve düşüncelerini paylaştığı için…
Gözlemleyecek, araştıracak, uygulamalar yapacaktık bu süreçte; görmeyi öğrenecek, sözcük dağarcığımızı geliştirecek ve sonunda… Öğrendiklerimizi, öykü düzleminde yazıya aktaracaktık.
Oldu… Pek kolay olmadı. Ama kolay olan ne var ki? O gün bu fotoğrafı düşlemiştik; hatta görmüştük, ne diyebiliriz ki…
İyi ki, yola çıktık. İyi ki yanımızdaydınız. İyi ki…
Evet, tren İstanbul’da durdu. Ortalık henüz sakin, seçim arabaları henüz yola çıkmamış, derin bir soluk alıp evime yollanıyorum. Yüzümde bir gülümseme…”
Yorum Gönder