Yine ilk 25'te yokuz - Oray Eğin

Kokteyl partilerinde ilginç görünmek isteyenlerin sohbet konusu kaynağı, yaşam gurularının kutsal kitabı Monocle dergisinin geleneksel 'Yaşam kalitesi en yüksek şehirler' listesinde İstanbul'u ya da herhangi bir Türk şehrini görmeyince 'Acaba kalkınan ve gelişen Türkiye modeli bir balon mu' diye düşünmeden edemedim. Dergi, 25 şehir seçmiş ve listeyi yine Avrupa domine etmiş.
Kuşkusuz, Monocle'ın kişisel kriterleri de önemli rol oynuyor. Editörleri Tyler Brule'nin altın yumurtlayan tavuk misali saldırdığı Japonya pazarı onlara reklam olarak epey geri dönüş sağladı. Dolayısıyla dergide başından beri bir Japonya pohpohlaması var. Nitekim, yaşanacak şehirler listesinde üç Japon şehri var: Tokyo, Kyoto, Fukuoka.
Yine Tyler Brule'nin el atıp dirilttiği ve epey ekmeğini yediği bir başka pazar: İskandinav ülkeleri. Nitekim 2011'in yaşanacak en iyi şehri Helsinki. Kopenhag üçüncü, Stockholm ise 11. sırada.
Dergi geçtiğimiz sene İstanbul'un dinamizminden çok etkilendiğini belirtmiş, ama hala çok temel konularda geri kaldığı için bu listeye girmesinin imkansız olduğunun altını çizmişti. Basit bir mansiyonla tutuşturdular elimize...
İstanbul kuşkusuz çok heyecanlı bir şehir, yeniliğe, gelişime sonuna kadar açık. Ama Batılı kriterlerde de çok çabuk sınıfta kalıyor.
Monocle, listesini çok temel kriterlere göre belirliyor: İş olanakları, dünyayla bağlantı, toplu taşıma ağı, suç oranı... İstanbul bu dört ana kategoride belki sadece dünyayla bağlantı konusunda sınıfı geçiyor. Türk Hava Yolları dünyanın en iyi havayollarından biri olmanın yanı sıra pek çok noktaya İstanbul'dan direkt ulaştırıyor yolcuları. Aynı şekilde Atatürk Havalimanı da hem Batı'dan hem Doğu'dan bağlantı için mükemmel bir 'hub'.
Sadece İstanbul değil, Anadolu'nun çeşitli yerlerine de devasa havaalanları yapıldı son birkaç yılda. Görmediyseniz bir vesileyle mutlaka Şanlıurfa Havaalanı'na gidin derim. Pek çok Avrupa şehrinde bile böylesi yok. Ne Berlin, ne Nice...
Aynı şekilde, birçok alanda birinci dünya ülkelerinden daha iyi hizmet veriyor Türkiye. Telekomünikasyon, bankacılık ve sağlık hizmetleri bunların başında geliyor. Ne yazık ki sadece bu kalkınma hamleleri yaşanabilir şehir olmak için tek başına yeterli değil.
İstanbul bir türlü trafik sorununu çözemedi, metrobüs gibi palyatif formüllerle zaman kazanılıyor. Aynı şekilde suç oranı da günden güne artıyor.
Ama dışarıdan bakıldığında da 'gelişen Türkiye' imajı var. Şanlıurfa Havaalanı gibi projeler bu imaja katkıda bulunuyor. 'Türkiye gelişiyor' algısı böyle projelerle hem içeride prim topluyor, oy kazandırıyor hem de dışarıda. Bütün bunlar Türkiye markasını besliyor. Bir şey imaj olarak yükselmeye başlarsa, devamı da gelir zaten.
Geçenlerde Financial Times'daki köşesinde Tyler Brule şehir planlamacılığına değinirken hala büyük yanlışlar yapıldığından söz ediyor.
Mesela şehirlerde araç trafiğine uygun büyük caddeler açılması: Kaldırımlar arasındaki mesafe büyüdükçe sokağın samimiyeti de kayboluyor. Duble yolcuların bozulacağı bu gibi gözlemler bizde şehir planlamacılarına ne kadar yansır bilemem. Brule'nin 'Londra'da duşlar kuvvetli akmıyor, bu yüzden hiçbir zaman ilk 25'e giremez' iddiasına da gülüp geçilir tabii ki. Ne de olsa biz musluğundan su akmasına sevinen bir şehrin sakinleriyiz.
Benim şehir kriterlerim ise Monocle'ın Batı ezberine teslim olmuş kriterlerinden çok farklı. Listedeki 25 şehrin bir kısmını gezdim, hepsinin ortak özellikleri 'sıkıcı' olmaları. Dahası, sundukları hizmetler de sınırlı: Hemen hemen her şehirde pazar günleri dükkanlar kapalı, gece yarısı karnınız acıksa bir 'Bambi' bulamazsınız Zürih'te, Tokyo'da uçaktan inince şehre inmek için tam iki saat tren beklediğimi bilirim.
Doğruya doğru, bu açılardan özellikle İstanbul çok daha ileride.
Ama o 25 şehirde olup da bizde olmayan tek bir şey var: Özgürlük. Bana göre yaşam kalite endeksinin en önemli kriteri de bu olmalı: Sevgililer oturmasın diye banklar kaldırılıyor mu, parklarda tenha köşe olmasın diye çalılıklar dümdüz ediliyor mu, öpüşenler otobüsten indiriliyor mu, küpe takan taşlanıyor mu, gece ıssız sokakta tek başınıza dolaşabiliyor musunuz...
* Monocle'ın yaşam kalitesi en yüksek 25 şehir listesi: 1-Helsinki 2-Zürih 3-Kopenhag, 4-Münih 5-Melbourne 6-Viyana 7-Sydney 8-Berlin 9-Tokyo 10-Madrid 11-Stockholm 12-Paris 13-Auckland 14-Barcelona 15-Singapur 16-Fukuoka 17-Hong Kong 18-Portland, Oregon 19-Honolulu 20-Vancouver 21-Kyoto 22-Hamburg 23-Lizbon 24-Montreal 25-Seattle
New York Times nasıl bir gazete
Bana kalırsa zamanlaması talihsiz oldu, bugünlerde New York'ta 'Page One' isimli bir belgesel vizyona girdi. İlk gösterimi New York Times'ın 8. Cadde'deki binasında yapılan belgesel gazetenin ekonomik kriz dönemindeki çalkantılarını anlatıyor.
Talihsiz diyorum, çünkü Times bugünlerde ciddi bir değişimden geçiyor. Bill Keller'ın istifasıyla boşalan genel yayın yönetmenliği koltuğuna Eylül ayında Jill Abramson oturuyor. Önümüzdeki pazar günü de Sunday Review ismiyle yeni bir ek yayımlayıp, yeni yazarlar başlatacaklar.
'Page One' ekonomik kriz sonrası kurulan 'Medya departmanı' ağırlıklı daha çok. 2008'de ekonominin dibe vurması medyada büyük değişimler olmasını kaçınılmaz kılınca New York Times sektörden haberler vermeye karar veriyor. Kendileri de dahil olmak üzere medyada ne gelişme oluyorsa sayfalarına taşımak için ayrı bir birim kuruyorlar: Muhabirler ve bir muhabir gibi çalışan köşe yazarı David Carr'dan oluşan ekip.
David Carr, gençliğinde ağır kokain bağımlılığı yüzünden tedavi görmüş, kokain bulundurmaktan da hapse girmiş ilginç bir gazeteci. Bugünlerde ise New York medyasının en etkin kalemlerinden biri.
Times, medya servisi sayesinde kendi bünyesindeki tenkisatları da duyuruyor, başka gazetelerin iflasını, satış süreçlerini de...
Sonuçta her şey haberdir.
Belgeseldeki oradaki gazetecilerin süper güçleri olan isimler olmadığını görebilirsiniz. Bizim medyada çalışanlardan daha yetenekli değiller, kuş kondurmuyorlar.
Ama sadece işlerini yapmak için önleri açık, medya kuruluşları da onlara gazetecilik yaptırıyor.
Gazetenin kendisi haberse, 'Bütün haberler bizde yer alır' iddiasıyla çıkan New York Times bunu görmezden gelmiyor.
Bir tür komplekssizlik... Ama büyük gazete işte...
Bizde herhangi bir gazetenin birinci sayfasında '100 çalışanımızı işten çıkarmak zorunda kaldık' diye bir haber gördünüz mü hiç?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget