Sevgili okurlarım, Türkiye’de siyaset ve medya artık tümüyle düşmanlıkların ve kamplaşmaların kapanında kıvranan bir cehaletin egemenliğine girdi.
Herkes konuşuyor:
Bilen, bilmeyen…
Liderler, lider sözcüleri…
Medyadaki köşe ve ekran yorumcuları.
Tabii arada doğru söyleyenler de çıkıyor…
Hiç kuşkusuz konuları derinliğine bilenler de var…
Ama onların dile getirdiği aklın ve bilimin sesleri, düşmanlık ve cehaletle bezenmiş kuru gürültü arasında güme gidiyor.
Çünkü amaç bir şeyleri açıklamak, anlatmak değil…
“Karşı tarafa” vurmak!
***
Seçim sonrası yapılan çözümlemelerde her parti haklı olarak hem kendisine verilen hem de rakiplerine giden oyların nedenlerini araştırıyor.
Bu çerçevede yapılan ciddi yorumların, şaka yollu eleştirilerin bazıları mahkemelik bile oldu…
Çünkü artık Türkiye’de bir konuyu düşmanlıkların, cephelerin, taraftarların kör inançlarının dışında, soğukkanlı, akıl ve bilim yoluyla tartışmak pek de olanaklı değil.
Beni korkutan nokta, siyasetten kaynaklanan ve medyayı da egemenliği altına alan bu tutum ve davranışın özel yaşamları da etkilemesi, pek çok dostun, arkadaşın, siyasal ve ideolojik cepheleşme adına ilişkilerini bozmaları.
Oysa yaşam ne sadece siyaset, ne de sadece ideoloji…
Hele sadece rekabet ve üstünlük kavgası hiç değil.
Özel yaşamın sevgileri, dostlukları, paylaşımları, birliktelikleri, vefası, dayanışması, hayatın güzellikleridir…
Bu güzellikler, siyasetin, ideolojinin, kamu yaşamının dayattığı sorunları ve ilişkileri çapraz keser…
Hayatımıza sadece güzellikler değil, anlam da katar!
***
Son fırtınalardan biri Kılıçdaroğlu’nun “Stockholm Sendromu” söylemi üzerine koparıldı…
İktidar sözcüleri ve medyadaki iktidar destekçileri derhal bir hücuma geçti…
Sanki siyasal davranışların altında psikolojik ya da sosyal psikolojik nedenler aramak suçmuş gibi.
Oysa bazı seçmenlerin “Stockholm Sendromu” ile oy verdiğini söylemek ile, seçmenlerin genellikle ekonomik nedenlerle oy verdiklerini belirtmek arasında hiçbir fark yok:
Öküz altında buzağı arıyorsanız, seçmenlerin ekonomik nedenlerle oy verdiği hakkındaki genel yargıya katılanları da, “halkı çıkarcılıkla itham etmekle”, “asil milletimizin ekonomik çıkarlar uğruna oylarını sattığı gibi çirkin bir iddiada bulunmakla” suçlayabilirsiniz.
***
Günlerdir “Stockholm Sendromu” üzerinde yazıp çizenlere, konuşanlara bakıyorum…
Olayın temeline inen kimse yok.
Pek çok kişi belki de ilk kez duydukları bu terimi internet arama motorlarında arayıp (moda deyimle googlelayıp) önüne çıkan bilgileri aktarıyor ve onların üzerinden ahkâm kesiyor.
Oysa konu, sadece rehin alınan kurbanların kendilerini rehin alan zorbalara destek vermeleri basitliğinden çok daha önemli, derin ve karmaşık.
“Stockholm Sendromu”nu son kitabım “İçimizdeki Zalim”de uzun uzun irdelemiştim:
Nedir, nereden kaynaklanır, hangi olaylarda neler yaşanmıştır, bu yaşananların yorumları nelerdir…
Ve en önemlisi, “Stockholm Sendromu” siyasal davranış açısından nasıl irdelenebilir, ne sonuçlar doğurabilir.
Kitabımda bu konuları esas olarak, değerli yazarımız Ali Haydar Nergis’in bir makalesinde verdiği bilgiler üzerinden geliştirmiştim.
Meraklısı alıp bakabilir.
Basit olarak “güçlüden, zalimden etkilenmek” biçiminde özetlenebilecek bu sendromu ve onun hem psikolojik hem de siyasal yansımalarını bir dahaki yazıda ele alacağım…
Cumartesiye görüşmek üzere.
Yorum Gönder