Hikaye malum. Köylü avladığı tavşanı “pişir de afiyetle ye” diye Hoca’ya getirir. Hoca “akşam gel de beraber yiyelim” der. Köylü gelir, Hoca’nın pişirdiği tavşanı bir güzel yerler...
Aradan birkaç gün geçer...
Aaaa o da ne; köylü yine kapıda. Hoca tanımazlıktan gelip sorar: Kimsiniz?
Adam pişkin: Ben, geçen hafta sana tavşan getiren adamım...
Hoca çok istekli olmasa da “buyur” der adama, yemek saati önüne bir kase çorba koyar: Geçen hafta getirdiğin tavşanın suyundan yapılan çorba...
Adam çorbayı iştahla yedikten sonra çeker gider.
Birkaç gün sonra yine kapı... Kapıda üç-dört adam...
Hoca sorar: Kimsiniz?
Adamlar: Biz, sana tavşan getiren adamın komşularıyız!
Hoca çaresiz onları da buyur eder. Yemek saatinde ortaya kocaman bir tas getirir: Bu tasta, arkadaşınızın getirdiği tavşanın suyunun suyu var...
Birkaç gün daha geçer. Yine tanımadığı insanlar belirir Hoca’nın kapısında: Biz, size tavşan getiren avcının komşularının komşularıyız!
Hoca iyiden iyiye sinirlenir bu kez. Yemek saati, elinde kocaman bir tasla girer içeri. Tasın içi su dolu. Misafirlerinin şaşırdığını görünce açıklar: Tasta gördüğünüz şey, o tavşanın suyunun suyunun suyudur...
Sözcü’nün dün sürmanşetinden verdiği “%50’nin şifresi çözüldü” haberi de o misal; haberin suyunun suyuydu! Bilmem kaç kişi hissedebildi okuduğunun lezzetini...
***
Medyanın muhalif kanadının tamamına yakını 12 Haziran 2011 gecesi AKP’nin ulaştığı yüzde 49.95’lik oy oranının anlamsızlığı / anlaşılmazlığını savunurken, Yeniçağ “Ortada anlaşılamayacak bir durum yok” deyip 17 Haziran 2011 günü “Ne verirsen elinle o gelir seninle” demiş ve yüzde 49.95’in formülünün, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü üzerinden dağıtılan katrilyonluk yardımlar olduğunu ileri sürmüştü.
Ey bu haberin etinden, sütünden, başlığından, mantığından faydalanan gazeteci arkadaşım; gözümüz yok, sen de faydalan, sen de okuruna bir ufuk aç, ama emeğe, mesleğe ve okura saygıyı rafa kaldırmadan.
Seçim oldu, bitti... Hadi ilk gün “kabus” dedin, uyandığında her şeyin “başka” olacağını hayal ettin... İkinci gün bütün suçu “göbeğini kaşıyan adam”a yıktın... Üçüncü gün hıncını “bidon kafalı”dan çıkardın... Dördüncü gün halkın “cehaleti”ne bağladın... Velhasıl, ne oldu da böyle oldu bir türlü anlayamadın...
Sonra bir anlayan, onu hem de manşetten, hem de kendi muhabirinin günlerce, kalem kalem yaptığı titiz incelemeyle oluşturduğu “özel haber”le anlatan çıkınca da, bir tür Arşimet sendromuna kapılıp “buldum, buldum” diye Yeniçağ’dan aldığını kendi okuruna satmaya kalktın öyle mi!
Olmaz! Haber aşırdığını, aşırdığın habere takla attırma gereği bile duymadan kendi yaratıcılığınmış gibi sunduğunu, herkesi ama en çok da kendini kandırdığını işte böyle yüzüne çarpar, mesleki saygınlığını iki paralık ederler...
Ağır mı geldi? “Aşırma” değil de ufaktan bir entelektüel sosla “intihal” diyelim o zaman. Hoş gönül onu da demek istemiyor ya tablo ortada.
Yeniçağ 17 Haziran 2011’de manşet atmış:
“Yüzde 49.95’in formülü”
Hemen altında açıklaması:
“Genel seçimlerde 21 milyon oyla yüzde 49.95’lik oran yakalayan hükümet, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü üzerinden 21 milyon kişiye para akıttı...”
Geldik 19 Haziran’a...
Cumhuriyet’in dördüncü sayfasında Fırak Kozok imzasıyla manşet:
“İşte yüzde 50’nin şifresi”
Haberi yapan muhabir Yeniçağ’ın adını anmıyor; Başbakanlık’ın hazırladığı raporu kaynak gösteriyor... İyi de o veriler yeni mi çıktı piyasaya... Aylardır öylece durmuyor muydu Başbakanlığın internet sayfasında... Hem zahmet edip “Yahu bu adamlar ne yaptı da bu kadar oyu aldı” diye “icraatları(!)” nı elden geçirmeyeceksin, hem de kendi akıl fukaralığının bedelini, aklını kullananlara ödetmeye kalkışıp, orada öylece farkedilmeyi bekleyen verileri incelemiş olanların emeğini sömüreceksin!
Hiç yakışıyor mu emek ve emekçiden yana bildiğimiz Cumhuriyet kadrosuna!
Sözcü’nün durumu daha dramatik... Hani ilk kaynaktan araştırma zahmetine girmeyip, o kaynaktan alıntı yapanlardan alıntı yapan, dipnotu da aynen kopyalayan ve çoğunlukla ilk alıntı yapan kişinin düştüğü hatayı da kendi eserine taşıdığı için foyası ortaya çıkan öğrenciler, yazarlar, akademisyenler olur ya... Hıh işte tam o hesap. Cumhuriyet’in Yeniçağ’dan intihal haberini kendi manşetlerine taşırken sözüm ama ilkeli davranıp kaynak göstermişler ama bakın nasıl: “Cumhuriyet’in haberine göre!..”
Dön şimdi en başa, Nasreddin Hoca’nın fıkrasına; bizim Salim Yavaşoğlu’nun haberi gazete gazete geze geze olmuş mu sana önce Fırat Kozok’un özel haberi, sonra da Sözcü’nün sürmanşeti!
Buyrun size tavşanın suyunun suyunun suyu hikayesi... Yerseniz tabii... Ha bu arada, bu zamanda haberin suyunun suyunun suyunu manşet yapmak da “akıl karı” mı tartışılır ama, şüphe yok ki sergilenen bir cesaret gösterisi. Düşünsenize bu boyutta bir rezilliği kaç muhabir, kaç editör, kaç genel yayın yönetmeni göze alabilir ki!
Akşehir girişindeki dev tabela geldi aklıma: “Gülmecenin başkentine hoşgeldiniz” Ne dersiniz, yoksa Babıali’den İkitelli’ye taşınan yurdum medyası için Akşehir’e doğru yeni göç vakti mi geldi!
+++
Kaderin cilvesi işte
Cumhuriyet+Sözcü’nün Yeniçağ’dan “intihal”inin Sözcü’ye intikal ettiği gün Cumhuriyet yazarlarından biri; Işık Kansu da “eser kaçakçılığı”ndan yakınıyordu köşesinde. Kansu, gazetenin karikatüristlerinden Murat Sayın’la ortak projeleri olan Ankara Kedisi Misket’i “göz göre göre” kaynak göstermeden, izinsiz kullanan Melih Gökçek’e dava açmış. Diyor ki, “Ankara Kedisi Misket bizimdir. Kararlıyız; kedimizi, Misketimizi kimseye bırakmayacağız...”
Bizim sitemimiz de bu kavilde işte; “Yoksulluk sömürüsü haberi bizimdir, hakkımızı teslim edene kadar ayıbınızı yüzünüze vurmaktan vazgeçmeyiz!”
+++
Aman aşık olmayın celladınıza
Amerika’nın Füze kalkanı projesi Türk basınında bir duyuldu ve unutuldu.. İşte şimdi ABD savaş gemileri radar sistemleri ve silahlarıyla Karadeniz ve Akdeniz’i parsellemeye başladı.. Libya bombalanırken Süveyş’den geçmişlerdi... Geçen ay Karadeniz’e girmelerine izin verildi.. Durum açık .. Ortadoğu’ya ’Arap baharı’ dayatılırken Avrasya usul usul çevreleniyor! Hindli diplomat M. Badrakumar Asia Times’daki son makalesinde oynanan satranca değiniyor:
’Amerika, Rusyanın Karadeniz donanmasına baskı yapıyor. Bu, tam da Rusya’nın, Suriye’ye yapılacak bir müdahaleye karşı Amerikan baskısına direndiği bir anda gerçekleşiyor. ’ (Asia Times, 14 haz. 2011)
Kurulan oyunda Türkiye Suriye’ye karşı ateşleniyor... ABD- İsrail basını ufak ufak Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etme kararı aldığını yayıyor. Yakın zamanda Libya’yı bombalamak için kuıllanılan 1973 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının Suriye için de ’kullanılacağı’ndan sözediliyor. Küresel haydut çetesi, ’insani müdahale’ çerçevesinde bir yandan Suudi kraliyet ailesini, bir yandan Türkiye’deki yandaşlarını ve İsrailli dostlarını kullanarak Avrasya’yı ’büyük satranç tahtasına’ yatırmaya kalkıyor.. Ama bu coğrafya binlerce yıldır, binlerce hamle gördü... Batı ren geyikleriyle oynaşırken, doğu porselen fincandan çay içiyordu.. Dünya savaşında Türkiye çevre ülkelerle elele vererek kurtuluş tasarlayan bir lider sayesinde kurtulmuştu... Celladına aşık yönetimler kendilerini ve ülkelerini kan denizine sürüklerken tarihe baksınlar... Bu yolda kurtuluş yok... Celladına aşık olanlar, onun ipiyle asılırlar.
Banu Avar
+++
Bütün rejimler aynı hızla değişirken...
Zafere ve hezimete dair her şeyi yaşamış olan Napolyon’un bir sözü var: “Coğrafya ülkelerin kaderini belirler!”
Bu sözün en uygun düşeceği ülkelerden biri Türkiye. Türkiye bir bakıma dünya ile komşu.
En uzun sınırımız Suriye ile; 877 kilometre. Bunun 510 kilometresi mayınlı.
Neden? Soğuk Savaş döneminde Türkiye NATO üyesi ve uç karakol, Suriye de Sovyetler Birliği müttefiki olduğu için.
(...) 20. yüzyılın başından bu yana bütün komşularımızın sınırlarının ve rejimlerinin en az bir kez değiştiğini unutmamak gerekiyor. Böyle bir coğrafyanın ortasındayız. Ülkeler de tıpkı insanlar gibi kaderlerini değiştiremeseler bile yönlendirebilirler. Türkiye’nin kuruluş temellerinde bu var. Atatürk, bu anlamda da 21. yüzyılda belki 20. yüzyıldan daha güncel.
Mustafa Balbay - Cumhuriyet
+++
Hiç sevmezler yandaşlıktan çıkar sağlamayı!
Ahmet Hakan, Mehmet Altan ile Eser Karakaş’ı, “Her akşam ekranlara çıkan, minibüs muavini gibi konuşan, iktidara mutlak itaat eden, CHP’ye çaktıkta çakan,fanatiklikte ve tarafgirlikte ölçü falan dinlemeyen, meslektaşlarını tehdit eden, ilkeleri bir tarafa bırakmış yeni liberal tipi” ne karşı “Fanatik tarafgirlilik üzerinden iş bitirmeyen, ilkeli duruş üzerinden tavrını koyan hakiki liberaller” ilan etmiş...
Her iki ismin de liberalizmle imtihanlarını yazsak roman olur ya, bugün fazla mesai harcayamacağız onlara. Lakin şu “tarafgirlik üzerinden iş bitirmeme” meselesi ile Eser Karakaş adını yan yana görüp es geçersek tarih mahkemesindeki hükmümüzden korkarım.
İddianın sahibi olan sayın yazara soralım:
Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde attığı taklaları referans gösterip eşine makam sağlamak; mesela AHİM yargıcı yaptırmak, tarafgirlik üzerinden iş bitirmeye girer mi, girmez mi?
+++
Geçmişe söv sövebildiğin kadar
Yeni modelimiz şu.. Birilerine mi kızacaksın, muhalefet mi yapacaksın, öfke mi saçacaksın, dön 70 yıl, 80 yıl öncesine.. Vur Allah vur.. Söv Allah söv.. (...) Nasıl olsa hop diyen çıkmaz.. Nasıl olsa cevap veren olmaz.. Nasıl olsa ses veren bulunmaz.. Doğra doğrayabildiğin kadar.. Ertesi sabah ne çaktım havası basarak bol köpüklü kahveni söylersin!.. Birileri, helal olsun adama, sıkı muhalefet yapıyor derse ki der; keyiflerden keyif beğen..
Mehmet Tezkan - Milliyet
+++
“Sivil darbe” milat oldu
Anayasa değişiklikleri 26 maddeden oluşuyordu ama aslında amaç farklıydı. Birincisi Anayasa Mahkemesi’nin yeniden düzenlenmesi ve ele geçirilmesi. Böylelikle açılsa bile bir kapatma davası sonunda mahkemeden asla aleyhte bir karar çıkartmamak. Bu başarıldı. İkincisi yargının tümüyle ele geçirilmesi, iktidarın başını ağrıtan her türlü kararın önüne geçilmesiydi. Bu da başarıldı. Üstelik neye oy verdiğini bilmeyen halkın oyuyla.
Can Ataklı - Vatan
Yorum Gönder