Türkçe İbadet Olsaydı Dini Sömürü Olmazdı - Cevat Kulaksız

Başbakan Recep Tayyip Edoğan (dini siyasete alet ederek) güya Türkçe ezanı okuttular diye, CHP ve Kemal Kılıçtaroğlu’nu yıpratmaya çalışmıştı.  Başbakan RTE, Bitlis’te seçim konuşmasında şöyle diyordu:
“18 Temmuz 1932 İnönü CHP si 18 yıl bu ülkede Türkçe ezan okudular. Ta ki merhum Menderes gelene kadar”. Bunlar “şu suçu işlediler” edası ile söylenilen bu söyleniş, bilimsel, toplumsal, evrensel yönden isabetsizdi. Çünkü ezan bir ibadet değil, ibadete çağırmadır.  Türkler Türkçe, İranlılar Farsça, Pakistanlılar Urduca vb, her millet kendi dilleri ile ibadete çağırmak en doğal haklarıdır.
Türkçe ezan okumak şöyle dursun, anadilde ibadet (Türkçe ibadet) dindeki anlamayı daha pekiştirdiği için keşke Türkçe ezan, Türkçe gamet, Türkçe hutbe, Türkçe süre okumalar devam etse idi.
Eğer Türkçe ezan, Türkçe ibadet olsa idi, dinsel sömürünün olmaması bir yana herkes, ezan okuyabilir, herkes namaz kıldırabilirdi.
Eğer anadilde  (Türkçe)  ibadet olsa idi,  imam hatip okullarına, Kuran kurslarına hiç gerek yoktu. Oralara harcanan milyarlar ülke kalkınmasına harcanır, ülkemiz çağdaş uygarlık düzeyine çabuk çıkardı.
Avrupa ülkelerinde, Batıda bizdekine eşdeğerde İncil Hatip Liseleri mi var, İncil kursları mı var? İşte bunun bilincinde olan, ileri görüşlü Gazi Mustafa Kemal, 1930 lu yıllarda Türkçe ezan, Türkçe kamet, Türkçe hutbe ile Anadilde (Türkçe) ibadeti başlatmış; sürelerin, ayetlerin Türkçeye uyarlanması için devrin tanınmış ozanı Behçet Kemal Çağlar’ı görevlendirmişti. İlk etapta namaz süreleri ve Yasin ayeti Türkçeye uyarlanmış. Türkçeye uyarlanmış namaz süreleri ile Yasin süresinin Türkçe okunuşunu aşağıya alıyoruz. Allah için, kimsenin baskısına kanmadan karar verin, bu hali mi daha iyi, daha anlaşılır, yoksa Arapça olanı mı? Hiç şüphesiz Türkçe olanı daha sıcak, daha anlaşılır. Zaten dinin amacı da anlayarak sevdirmek, sevdirerek iman etmektir.
Türkiye’de herkes Arapça bilmez, bilmek de zorunda değildir. Arapça Kuranı, birçok süreyi, anlamını bilmese de, okuyan, yazan, ezberleyen kimseler kendilerini bilim adamı sanıyorlar. Anlamını bilmeden ezberlenilen kelimelerin, cümlelerin, dilin hiçbir öğretici yanı olamaz. Dinin, inancın daha güzel, daha olgun, daha anlamlı olması için, dini her türlü bilgiler, ibadet araçları ana dilde (bizde Türkçe) olmalıdır.
Ne yazık ki, dini çevreler, ana dilde ibadete karşı çıkarak, “Allahın kelamı değiştirilemez” diyerek katı tepkilerini göstermekteler.
500 yıl önce de, İncilin Latince’den Almancaya, İngilizceye çevrilmesine karşı çıkıyorlardı. Çünkü papazlar ve krallar, halk üzerinde ortak yaşam sürerek korkunç baskı uyguluyorlar, halkı alabildiğine sömürüyorlardı. Halka Cennet’in anahtarını bile para ile satıyorlardı. İncil, Tanrı adına vatandaşın malına el koyuyorlardı.

İNCİL’İN ÇEVİRİSİ İLE AVRUPA RONESANSI VE AYDINLANMASI BAŞLADI
İncil, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u aldığı yıllarda 1450 de Martin Lüther din adamlarının şiddetle karşı çıkmasına karşın, İncil’i Almancaya çevirdi. Öbür dillere de zamanla çevrilince, halk baktı ki, gerçek İncil, papazların anlattığı gibi değildi. İşte bu olaylardan sonra Rönesansın aydınlatma gücü ivme kazandı. Batı aydınlanma çağını böylece başlattı.
Tıpkı İncil’den, dinden nemalanan papaz ve öteki Hıristiyan din adamlarının tepkisi gibi, dinden, Kuran’dan nemalanan, cahil din adamları, dini siyasete alet edip ondan nemalanan siyasal partiler, kişiler Kuran’ın çevrilmesine, ana dilde ibadete şiddetle karşı çıkıyorlar. Ana dilde ibadet olduğu zaman, muska yazarak, siyasi çıkar sağlayarak zenginleşen, ondan nemalananların ellerindeki dil kozu gideceği için Türkçe ibadete şimdilik şiddetle karşı çıkıyorlar. Böylece de, dinin, yapılan ibadetin anlaşılmazlığını sürdürüyorlar. Anadilde ibadetle toplumun kalkınması, aydınlanması ivme kazanacaktır. Onun için, Batılılar, “Türkler ve Araplar dışındaki Müslümanların aydınlanma çağını yaşamadıklarını, bu nedenle geri kaldıklarını” söylemekteler. Bu teşhis tamamen doğrudur. 
Sayın Başbakan RTE tüm bunları imam hatip okulunda ezberlediklerinizle değil de, evrensel açıdan, insanın aydınlanması açısından tarafsız düşünürsek, ana dilde ibadetin ne kadar gerekli olduğunu anlarız.
Anadilde (Türkçe) ibadet hakkı insan kadar gerçek, insan yaradılışı kadar doğal, ana sütü kadar ak ve berrak bir haktır. Anadilde İbadet Hakkı: Türkiye, Avrupa Birliği'ne girme yolundaki "engelleri aşma" programının bir gereği olarak Kopenhag kriterleri bağlamında kendisinden istenen yasaları, TBMM'nin yoğun çalışmasıyla bir gecede çıkardı. 3 Ağustos 2002 tarihinde kabul edilen bu ünlü "Uyum Yasaları" paketinin içinde "en önemli" sayılanı anadilde eğitim ve yayın hakkını veren yasaydı.

Prof.Dr.YAŞAR NURİ, “EZAN BİR İBADET DEĞİL, BİR DUYURUDUR” DİYOR
"Türkçe ibadet" ya da "anadilde ibadet" konusu Türkiye'de alevi hiç sönmeyen bir ateş gibi. Ezan konusunda Yaşar Nüri Öztürk şunları söylemekte:
 "Bir kere, ezanın şu veya bu dilde okunmasının pratik hiçbir sonucu yoktur. Ezan bir paroladır, namaz vaktinin geldiğini ve yakınlarda bir cami olduğunu duyurur. Yani ezan bir ibadet değil, bir duyurudur. Ve bu duyurunun bugün için bir yararı da kalmamıştır. O, bir nostalji, bir folklor haline gelmiştir. Çünkü onun esas işlevi olan 'namaz vaktini duyurma' bugün ihtiyaç olmaktan çıkmıştır" diyordu.O'na göre, "Takvim vardır, gazete vardır, radyo-televizyon duyuruları vakitleri aralıksız bildirmektedir. Yani ezanın illeti kalmadığı için kendisinin de zorunluluğu kalmamıştır."
Öyleyse ezanla, her dilden insanı ibadete çağırmak mümkündür. Gerek Kuran’da, gerek öteki yardımcı din kitaplarında, ezan Arapça okunacak, başka dilede okunamaz, şeklinde hiçbir şart yazılı değildir.
Görüldüğü gibi, tartışmanın içeriği ibadetin Türkçe olup olmaması değil, ezanın gerekli olup olmaması noktasına geldi. Oysa kimi ilahiyatçılara göre "ibadetin parçası", kimilerine göre ise "sadece bir duyuru" olan ezanın "ulusal kimlik"le de sıkı bağlantısı var. 

TÜRKÇEYE ÇEVRİLMİŞ BAZI SÜRELER
İHLAS SURESİ:
De ki: O Allah birdir, bir tekdir,
Varlığı, birliği haktır, gerçektir,
Rabbim, zevalsizdir, baki ve daim,
Doğmamış, doğurmaz zatiyle kaim
Hiç bir şey benzeri ve dengi değil,
O eşsiz Allah’ın önünde eğil…

İhlas Sürewsinin Başka Bir Uyarlaması:
Söyle ki gündüz gece
Tanrı tek Tanrı yüce
O doğmaz ve doğurmaz
Kimse O’na denk olamaz...




MAUN SURESİ:
Dini yalanlayan kulu gördün mü?
Dini yalanlamak kişiye ün mü?
Yetimlere bakmaz hiçbir kez onlar,
Yoksulu doyurmak istemez onlar,
Vay haline vay ki onlar hep sapık,
Bu haliyle namaz kılan münafık,
Onlar namazında şüphesiz gafil,
Onlar riyakardır, riyakardır bil,
Zekatı vermezler, vermezler onlar,
Hakka, hakikate etmezler onlar.

FELAK SURASİ
Sabah aydınlığını yaratan Rabbe sığın
Umulmayan şerrinden nice yaratıkların.
Şerrinden, kötülüğü gizleyen gecelerin;
Şerrinden, dişi sinsi ve kaypak nicelerin;
Şerrinden, kıskançlıkla yanan hasetçilerin.
İşte böyle kulundan razıdır elbet Allah.

FATİHA SÜRESİ:
Hamd, evrenler sahibi yüce Allah içindir.
Allah ki acıyandır, koruyandır, sevendir;
Günü gelince ancak
O’dur hesap soracak.
Tek sana tapar, senden medet umanlarız biz...
FATİHA SÜRESİ:
Alemlerin Rabbı, Rabbe hamdolsun,
Rahman ve rahimdir, dileğini sun,
Din gününün bir tek sahibi o dur,
O gün yalnız o nun isteği olur.

Yalnız sana kuluz, sana taparız,
Yardım isteğini sana yaparız,
Bizi doğru yola ilet Allahım,
İnayetin kula devlet Allahım.

Verdiğine çoktur verdiğin nimet,
Bizi o kulların yoluna ilet,
Senin gazabına uğramış zelil,
O sapık kulların yoluna değil.

ASR SÜRESİ:
Asra yemin olsun, devran içinde,
İnsan mutlak ziyan hüsran içinde,
Ancak iman edip güzel ameller,
İşleyip de hayra yönelen eller.

Bir de birbirini Hakka ileten,
Ve bir de Sabr ı tavsiyeden her beden,
İyiye, doğruya etmiştir meyil,
İşte bu kişiler ziyanda değil.


TÜRKÇE KAMET
Tanrı uludur,
Şüphesiz bilir, bildiririm
Tanrı’dan başka yoktur tapacak,
Şüphesiz bilir, bildiririm.
Tanrı’nın elçisidir Muhammed
Haydın namaza,

Haydın felaha
Namaz başladı
Tanrı uludur (2 kez)
Tanrıdan başka yoktur tapacak.

YASİN SURESİ
83 ayetten oluşan Yasin Süresinin Türkçe metnine bir göz atalım:
Yasin
Kuran’ın hükmü kesin;
Sen Rabbin arza elçi gönderdiklerindensin;
Doğru yol üstündesin;
Ataları önderden yoksun bir toplum için
İlk uyarmadır sesin.
Varsın yitikler senin sözünü dinlemesin,
Kader zincirlerini boynunda sürüklesin;
Sen Kuran’a uyanı
Allahını sayanı
Tam uyarmış demeksin
Ona müjdele de ki:
“-Mükâfaat göreceksin;
Cennete gireceksin.
İnsanoğlu ne yapmış, ne yapacak biliriz;
Hesabını sormaya ölüyü diriltiriz;
Her şeyi yazdık, çizdik, kestirdik önceden biz.
Anlatsana, o şehrin başına gelenleri:
Gönderddik ya onları biz iki peygamberi;
Baktık ki inanan yok, bir üçüncü gönderdik,
İslah olsunlar diye imkan verdik, yol verdik;
Yine inkâr ettiler, kötülüğe gittiler,
Güldüler, söylendiler “ne demekmiş peygamber?”
“Biz haktan gönderildik” dediler bizimkiler;
Onlar yine güldüler, sövdüler dizi dizi
“-Uğursuzlar, defolun, yoksa taşlarız sizi
Yüzünüzden yağıyor, başımıza belalar,
Bizlersiz başınıza daha çok gelecek var;
Uğur, öğüt bizdendir;
Böyle tartışılırken şehrin ucundan biri
Geldi soluk soluğa, gür sesle şöyle dedi:
“-Bu, ne hilye ne oyun.
Hemen bunlara uyun;
Bunlardır hak peygamber,
Ne kandırırlar sizi
Ne bir ücret isterler!
O sesi duydum madem
Durabilir miyim ben Rabbe kulluk etmeden;
O’ dur bizi halk eden;
Bizler hep ondan gelip
Ergeç, hep O’na giden.
“-Hangi akılla başka birine tapayım ben?
Allah’sa eğer bana zarar vermek isteyen”.

Hangi putun faydası var, hangi şefaatinden.
Rabbe bel bağladım ben,
Benim sözümü duyun;
Bunlara uyun hemen,
Hadi bunlara uyun!...”
Yine homurdanmaya, kzmaya başladılar;
Canını verene dek onu da taşladılar.
Aldık onu cennete
Hala sızlanıyordu
“-Ne olur kavmim de erseydi bu izzete…”
O kavme ne bir ordu, ne sel, ne de zelzele;
Sadece bir kükreme!
Ödleri patlayarak serildiler yerlere…
Nice toplum, bu çeşit akıbeti hak etti,
Onları gazabımız helak etti, yok etti.
Dünyadan nice kavmi sildik biz kaç kereler;
Hepsi huzurumuzda hesap vermek üzereler…
Meydandayken: “Toprağa hayat getirdiğimiz,
Tane bitirdiğimiz,
Meyve yetirdiğimiz,
Yerlere çeşit çeşit tohumlar attığımız,
Yerlerde gürül gürül sular akıttığımı,
Yine mi farketmezlar,
Doğru yola gitmezler,
Yine mi şüretmezler?
Bizdeki eşsiz güce
Belgedir gündüz-gece;
Karanlıkta dinlenir, ışıkta çalışırlar;
İnsanlar yaşamaya böylece alışırlar.
Öylece gece olur ki, Ay büyür kaderine,
Sonra, bir de bakarsın, hurma dalından ince;
Ne güneş yetişir de kararıverir aynı yüzü;
Ne gece bir an için geçebilir gündüzü:
Hepsi de gökyüzünde
Yüzer kendi izinde.
Görseler bunlardan da üstün belgeler vardı:
Bitkiler, hayvanlarla boğulup kalırlardı
Tufanda hepsini bir gemiye yüklemesek;
İmdada kim gelirdi biz boğmayı dilesek?
Her haliyle borçludur şu insanoğlu bize;
Yaşayıp geçinmesi bağlı takdirimize…
Sonradan görmelere deseler birileri insanca
“Allah’ın verdiğinden kula verin bir parça”
Derler ki-“Rab dilese doyururdu kendisi”
“Bir tek biz mi olalım her açın efendisi?”
Bu, saçma bahane, bir açık sapıtmadır.
“Sonunda hayır vardır” deseniz, cevap hazır:
“Görmedik biz bu vaadin geldiğini yerine!
Örnek oladursunlar onlar birbirilerine;
Gün geldi mi bir emir,
Bir davranış elverir;
Uykudan kalkmış gibi kalkıp kabirlerinden;
“Kim uyandırdı?” diye sorarlar birbirinden.
O gün Rabbın kurduğu mahkemeye girilir;
Herkese yaptığının karşılığı verilir;
İyiler, şevk içinde, gider, cennete konar;
Tanrının sesi, canı serinleten bir pınar,
Çağıldar başlarının ucunda: “selam size”
Aynı ses gür ve korkunç: “Suçlular! Gelsenize.”
“Şeytana uydunuzdu dünyada, birçok işte!”
Size uygun düşen yer: Cehennem budur işte!”    
Ağızları mühürlü, kilitlenmiş dilleri
Ne inkâra mecal var, ne tev’il boş yere;
Bir bir tanıklık eder ayakları, elleri,
Derler “bizi kullandı şu şu kötülüklere!”
İsteseydik onları çarpardık yaşarken de;
Niye ona uymazlar, aslını düşünmezler:
Ne sihirbaz, ne şair; o sadece peygamber.
Ne söylemişse çıkar, bir belirli zamanda,
Her şeyi açıklayan, öğüt veren Kuran’da,
Bin bir bağıştan biri yeter hatırlasalar,
İnsan için halkoldu, süt ve et veren davar;
Cansız veya ölümlü, putun da ne hükmü var?
Üzülme ya Muhammed! Çabaları nafile…
Bir eski mezar görse bir münkir gelir dile
“Bu mu dirilecekmiş? Bir avuç kemik kaldı!”
Hey bir damla pıhtıdan yaratılan zavallı!
Seni öyle var eden, bunu diriltir elbet:
Yeşil ağaçtan kızıl ateş yaratan kuvvet…
Cümle yaratıkları, yeri-göğü var eden;
Kemikten yeni insan türetemezmiş, neden?
O, her şeyi yaratan, gören, bilen, bildiren;
Ol deyince olduran, ol deyince öldüren.
Onunla var oldunuz, onunla gerçeksiniz,
Ondan kopup geldiniz, O na döneceksiniz.        

Ezanın Türkçe okunmasını yadsıyanlara sormak gerekir; hiç kimseden, mahalle baskısından, din korkusundan çekinmeden, vicdanın sesini dinleyerek sormak gerekirse, Arapça okunanı mı daha anlaşılır, Türkçe okunanı mı daha iyi anlaşılır? Türkçe okunan Kuran’da, Tanrının ne dediği, ne yapmamız gerektiği apaçık açıklanıyor ve de rahatlıkla anlaşılıyor. Anlayarak, anlamını bilerek yapılan ibadet, okunan ayet çok daha makbuldür Tanrı katında. Bu ayetle sabittir.
Yukarıda, Atatürk’ün sağlığında Türkçeye çevrilmiş bazı süreleri görüyoruz. Türkçe-Anadilde ibadete başlangıç olarak, Atatürk, devrin tanınmış şairi Behçet  Kemal Çağlar’a bazı sürelerin Türkçeye çevrilmesini istemiş. Bu arada Türkçe ezan, Türkçe kamet, Türkçe hutbe de devam etmiş.
Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Azam Ebu Hanife'yi kaynak göstererek. “İmamı Azam Ebu Hanife, bir Müslüman’ın Arapça bilsin veya bilmesin kendi diliyle namaz kılabileceği yönünde fetva vermiş ve buna örnek olarak da, İranlı sahabe olan Salman Farisi'nin Hz.Muhammed'in onayı ile Fatiha süresini Farsçaya çevirmesi ve bunu kendi ülkesindeki insanlara göndererek Farsça lisanı ile namaz kılınması gösterilmiştir.
Anlayarak, bilerek ibadet yapmak dinin, İslam’ın açık emri ve de Atatürk’ün en büyük emellerinden biriydi. Kuran’ın Maun süresinin 4–5–6. Ayetlerinin Türkçe açıklaması şöyledir: “Ne dediğini anlamadan namaz kılanlara yazıklar olsun”.   O zaman anlayarak ibadet yapmak dinin, Allahın emri değil midir? Bu nedenle anlamını bilmeden, anadilden ayrı bir dille okuman bir anlamı olmasa gerek. Çünkü ibadet anlayarak, içten, canugönülden severek yapılsa daha bir anlamlı olacaktır.  İşte bunun bilincinde olan Atatürk, Kuran-ı Kerim’i Türkçeye çevirttiren, Türkçe mealini  ilk yaptıran insandır.
Şimdi, Allah için içten söyleyin, yukarıdaki Türkçe sürelerdeki gibi okunsa daha bir sıcak, daha bir anlaşılır değil mi? İbadet anlaşılınca, daha bir candan sevilir.  Kuran okunurken ağlayan insanı pek görmedim; ama Türkçe yazılan Türkçe söylenen, okunan Mevlidi dinleyen insanlardan çoklarının ağladıklarını gördüm. Çünkü kendi ana dili ile söylendiği için, yüreğine işliyor, seviyor, anlıyor, severek dinliyor. Tıpkı Mevlit gibi Kuran’da ana dilde (Türkçe) okunduğunda, ibadet yapıldığında tıpkı mevlit sevgisi gibi sevilecektir.
Kuran’ı Kerimin hiçbir ayetinde, “Arapça indirilen bu ayetler başka bir dile çevrilemez” şeklinde bir Tanrı emrini, yasaklamayı gösteremez. Başka dillere çevrilip, başka dillerde ibadet yapılmasına neden olan İncil, Tevrat, Zebur da Allahın ayetleri değil mi idi? Onlar nasıl çevrilip anlaşılır hale getiriliyor? Dinin, ibadetin amacı  sevdirmek, anlaşılmak değil midir. Anlamını bilmeden yüzlerce sayfa Arapça Kuranı ezberlemek, bilim adamı olmak sanılıyor.
Kuran’ın çevirisi, Türkçe ezan, Türkçe gamet ve hutbeler Atatürk zamanında başlatılmış. Ne yazık ki, Atatürk’ün ölümünden sonra gelen yöneticiler, bu amacı halka candan anlatmadılar, sevdirmediler. Gericilerin yıkıcı çalışmalarını hoş gördüler, pasif kaldılar. Atatürk’ün aydınlık devrimine karşı, karşı devrimlerin palazlanmasına göz yumdular. Devrim kanunlarını siyasal çıkar uğruna işletmediler. Devrim kanunları şimdi bile geçerlidir.
Atatürk’ün özlemi olan Türkçe-anadilde ibadet tavsamadan devam etse de, sürelerin, ayetlerin Türkçe okunmasına katkıları olsa idi, şimdi namazdaki sürelerle, Behçet Kemal Çağlar’ın çevirdiği gibi sımsıcak, anlaşılır Türkçe ile ibadet yapacaktık.
500 yıl önce Martin Lüther’in, Batılı insanların yaptığını yapamadık. O nedenle yüzyıllardır aydınlanma çağını yakalayamıyoruz. Din bezirgânı siyasilerin, gerici cemaatlerin elinde, koruyuculuğunda gericilik yenilemiyor, irtica palazlanıyor. Anadilde ibadeti beceremeyen Türkiye dâhil İslam ülkeleri Çağdaş Batı karşısında (AB ye gireceğim diye) “el ufalayıp” bocalayıp duruyor.
Özgür düşünmeyen, doğmaların, hurafelerin esiri olan, özgür yazıp, özgür yaşamayan, özgür düşünmeyen, laikliği özümsememiş toplumlar gerçek bir yaratıcı (bilimsel buluşçu) olamaz…

DEVE ETİNİN LEZZETİ MEHMETÇİĞİN GÖZYAŞLARI
Anadilde ibadetin önemini anlatırken, Cemal Kutay ilgili kitabında şu anıyı anlatır.
 1915 yılında Medine’de İslam Darülfünunu (Üniversite) kurulmuş. İttihat ve Terakki Partisi’nin üç meşhur paşası, Talat, Enver, Cemal Paşalar açılış törenine Medine’ye gelmişlerdi. Bunların onurlarına, oraların en değerli ikramı olan develer kesilmişti.
Bu törenler için yetiştirilmiş Osmancık Taburu saf tutmuş, paşalar bekleniyordu.
O sıralarda Arap halkı oldukça fakirdi. Şimdiki petrol gelirinden henüz yoksundular.  Develer kesilirken, yoksul Arap bedevi kadınları, deve etini alma umuduyla, ellerinde defler yanık seslerle deve etini öven türküler söylüyorlar. Bu türkülerde, deve etinin kebabının, haşlamasının, kızartmasının ne kadar lezzetli olduğu yanık makam içinde anlatılıyordu.
.
Töreni düzenleyen Osmanlı Teşkilatı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı Bey,  bir de gördü ki, hazır ol vaziyette duran Osmancık taburunun erlerinden bazılarının, Arapça deve etini öven kasideyi dinlerken gözyaşları şıpır şıpır damlıyor.
İyi Arapça bilen Eşref Bey şaşırdı, bir ere yaklaştı sordu:
“-Oğlum, ne ağlıyorsun?”
Hazırolda duran Mehmetçik durumunu bozmadan:
“-Kumandanım….Bakınız ne güzel Kuran okunuyor…”
Bu saf, pırıl pırıl yürekli Anadolu çocuğunun duyguları önünde gözleri dolan Eşref Bey dayanamıyor şunları söylüyor:
“-Oğlum, o bedevi kadınları kendilerine dağıtılacak deve etlerinin lezzetini anlatan kasideyi makamla okuyorlar. Sil gözyaşlarını”.
Arapça bilmeyen Türk askeri deve etini öven türküyü Kuran okunuyor sanırmış.
Burada ana dilin ne kadar önemli olduğu görülmekte.

DİNSEL SÖMÜRÜ ÖRNEKLERİ
Bu satırları toparladığım 19 Haziran 2011 Pazar sabahı, FLASH TV' de Cübbeli Ahmet Hoca’nın sohbetleri vardı. Geçici bir süre için kulak verdim, aklımda kalanlardan, esprili bir hava ile “ben bedava okumam, dedi,  yüz koyun ver, hastan iyi olsun, okudu hasta kurtuldu” diyordu. Devamla, Isparta Antalya dolaylarında sözde çok büyük âlim birinden bahsediyordu. “Hastasına okutmak için gelenler, inek dana getiriyorlardı, böyle bir âlimdi” gibi laflar ediyordu.
Demek ki, softaları programlara çıkardıkça, onlara önem verdikçe, dinsel sömürü devam edecek demektir. Bu konuda daha önce araştırma yaptığım dosyada Cevdet Paşa tarihinden tarihi bir dinsel sömürü olayı aklıma geldi.
İslam Tarihini incelediğimiz zaman, hele Osmanlı’dan günümüze kadar, bu anadilde ibadetin olmayışı nedeni ile bir binden ilginç dinsel sömürü olayları ile karşılaşırız. Kadınların göbeğine dua yazandan tutun da, öküzlere, ağaçlara, insanlara muska yazanlara kadar utanç verici dinsel sömürü örneklerine rastlayabiliriz. Buna ilişkin pek çok örnek verebiliriz. Yer darlığından sadece bir örnek vermek istiyorum.

BİR ÖKÜZE MUSKA YAZAN
XVlll. Yüzyılda Erzurum’un bir köyünde Seyit Hafız Mehmet isimli bir yobaz, Yeniçerilerle dövüşerek yaralanmış ve korkarak kaçmış, bir Abaza gemisi ile Soğucak’a varmıştır. Orada Abazaların adetlerini iyice öğrenen uyanık yobaz, her derdi olana muska yazıp vermeye başladı. Öylesine tanındı ki, Allah’ın kelâmını kâğıda yazıp ona buna satarak kazanç sağlamaya başladı; bir muskayı bir öküz ve dört koyuna satardı. (Anadolu’da, öküzünün biri öldüğü zaman, öküz alamadığı için tarla satan çiftçi vardı, ne kadar pahalı muska yazıp yoksulu sömürdüğünü bundan anlayabiliriz).  Bu adamın tutulması için Ferah Ali Paşa’ya (….Ölüm-1785) emrolundu ise de, fesat çıkarmasından, cahil halkı tahrikinden korkularak bir şey yapılamadı.     
Olay ve dedikodular iyice büyümeye başlayınca, nihayet Nakipzade Mustafa Paşa, adamı bir takiple getirtip idam ettirdi. Gerçekten de korkulan oldu, adamın taraftarları İstanbul’a gelip, abartılı ve iftiralı şikâyet edince, Nakip zade Mustafa Paşa’nın rütbesi alınarak sürgüne gönderildi.
 - http://www.ilknokta.com/urun/86790/Turkce-Ibadet.htmltutacağına inanıyoruz
 - Türkçe İbadet Cemal Kutay Tür Matbaacılık Organizasyon 1997 sf 190-193
 - Atatürk’ün beraberinde götürdüğü Türkçe İbadet İstanbul 1997  Tür Matbaacılık Organizasyon sf  67-68
 - Cevdet Paşa Tarihi Cilt: 6 Sf: 437

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget