Köprüde İki Keçi - Ergin Yıldızoğlu

Derin bir ekonomik, siyasi, hatta toplumsal kriz... Genel grev, başkent Atina’da büyük gösteriler… BBC’ye göre, devlet, devlet olma işlevlerini kaybetmeye başladı; Financial Times’daki bir yoruma göre “hükümet sokakların kontrolünü kaybediyor. The Economist kurtarma paketlerinin işe yaramadığına dikkat çekiyor. Kathimerini baş yazısında “Yunanistan tarihinin hiçbir aşamasında, liderlikten bu kadar yoksun kalmamıştı” diyor.
Karşımızda yönetenlerin artık eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin isyan halinde olduğu bir ülke var. Yunanistan, bir uçurumun iki yakasını birleştiren dar köprünün üzerinde kafa kafaya gelen iki keçinin durumunu anımsatıyor. Bir tarafta Avrupa Birliği merkezinin (Almanya, Fransa, AB Merkez Bankası) ve uluslararası mali sermayenin (IMF, Almanya, Fransa vb. ülkelerin bankaları), alacaklarını tahsil etmeye yönelik neoliberal kemer sıkma ve özelleştirmelerle yoluyla mülksüzleştirme, işsizleştirme, yoksullaştırma politikaları, halkı susturma programı var. Yunan oligarşiside bu programı destekliyor. Bunların karşısında, bankalar kurtarılacak diye, işini, aşını toplumsal haklarını ve refahını kaybetmek istemeyen halkın isyanı var.
Bu çatışma giderek evrensel bir boyut kazanıyor: Köprünün üzerinden uçuruma kim düşecek? sorusunun cevabı kapitalizmin yapısal krizinin gideceği yönü gösterecek...
Son durumun kısa bir özeti
Geçen yıl Yunanistan’ın borçlarının gerçek çapı ortaya çıkınca, Avro projesinin geleceğini tehdit eden bir mali kriz patlak verdi. İrlanda’dan sonra Yunanistan’ı da etkileyen kriz, AB’de, merkez ülkelerin, üretim/sermaye fazlalarını, ihracat ve krediler (borçlandırma) yoluyla çevre ülkelere göndermelerine olanak veren, bu (emperyalist) merkez-periferi modelinin iflas ettiğini gösteriyordu. Borç köpüğü patlayınca, Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerden alacaklı durumda olan Alman ve Fransız bankalarının kurtarılması gerekti.
Bu nedenlerle AB merkez ülkeleri (öncelikle Almanya ve Fransa) ve Avrupa Merkez Bankası, IMF’nin de katılımıyla, 80 milyarı AB üyelerinden, 30 milyarı IMF’den gelecek, 110 milyar Avro’luk bir kurtarma paketi hazırladılar. Bu pakete karşılık Yunanistan hükümeti acımasız bir kemer sıkma politikası yoluyla, borçlarını ödeyecek konuma gelmeye çalışacaktı. Bu paket halkın kararlı bir muhalefetiyle karşılaştı.
Bu hafta The Economist’in işaret ettiği gibi, İrlanda’nın ikinci kez kurtarılması gündeme gelince, krizin aşılabileceğine ilişkin güven de kaybolmuştu. İrlanda daha önce, Yunanistan’a sunulanlara benzer koşulları içeren bir paketle kurtarılmıştı. Ancak borçlarını ödeyecek konuma gelmek bir yana, koşulları daha da ağırlaşmıştı. Şimdi Portekiz’in borç ödeme ve borçlanma sorunlarıyla karşılaşması, bir III. kurtarma paketinin daha gündeme geldiğini gösteriyordu.
Tüm bunlara ek olarak Dominique Strauss Kahn skandalıyla IMF bir başkanlık krizine yuvarlanmış, Alman Maliye Bakanı’yla Avrupa Merkez Bankası Başkanı arasında çıkan tartışma zirvedeki çatlağı gözler önüne sermişti. Almanya, bundan sonra kurtarma paketlerinde, alacaklı bankaların da sorumluk üstlenmesini, kimi kayıplara katlanması gerektiğini savunurken Fransa buna karşı çıkıyordu. Böylece, AB merkezi sorunlarını aşamazken Yunanistan adım adım iflas, hatta Avro’dan çıkma noktasına yaklaşıyordu... Yunanistan’ın iflası halinde piyasaların tepkisi, Portekiz hatta İspanya’yı dahi bu noktaya itebilir, mali piyasalardaki spekülasyon humması ve panik, dünya mali sistemini yeniden bir çöküş olasılığı ile karşı karşıya bırakabilirdi.
Cuma günü, yapılan Merkel-Sarkozy zirvesinde, Sarkozy’nin geri adım atarak özel mali kuruluşların eğer isterlerse kurtarma paketlerine katılabileceklerini kabul etmesi (zararların bir kısmını gönüllü olarak üstlenme seçeneği), piyasalarda, tepedeki sorunlar aşılıyor algısı yaratarak haftanın pozitif bir tonla kapanmasına olanak verdi.
‘Paradigma’nın iflası
Mali kriz başladıktan sonra Avrupa’da İrlanda ve Yunanistan’a yönelik devreye giren kurtarma paketleri, bankaları desteklemeye, kurtarılan ülkenin kemer sıkarak borçlarını ödemeye yönlendirilmesine dayanıyordu. Böylece, neoliberal paradigma iki kez iflas ediyordu.
Birincisi, devlet, piyasaların serbestçe işleyerek fazlayı temizlemesini önleyecek tedbirleri aldı; piyasa kurallarına göre batması gerekenleri kurtardı. İkincisi, İrlanda ve Yunanistan’a mali sermayenin gereksinimlerine uygun olarak neoliberal kemer sıkma politikaları dayatıldı. Ancak, bu ülkelerin borç yükü daha da arttı, borç ödeyecek kaynakları üretebilecek bir büyüme başlamadı, aksine ekonomik daralma ağırlaşarak devam etti. Yunanistan iflas noktasından geri döndürülemedi, bu kısırdöngünün, Portekiz ve İspanya’ya sıçrama olasılığı gündemden çıkarılamadı.
Mali sermayenin, çıkarlarını sonuna kadar, toplumsal sonuçlarına aldırmadan izleme, yarattığı krizin maliyetini tümüyle devletin ve ekonominin üzerine yıkma manevraları ekonomik yaşamı felç etmeye, kapitalizmin sorgulanmasını gündeme getirmeye başladı.
Şimdi Yunanistan’da, köprünün üzerinde kafa kafaya gelenlere dönersek. Bir tarafta mali sermaye, IMF, Yunan hükümeti eliyle daha faza kemer sıkma (ücretlerde, emeklilik fonlarında kesinti, kamu da geniş çaplı işten çıkarmalar vb.), imara uygun değerli toprakların satılmasına kadar uzanan özelleştirme politikalarında ısrar ediyor.
Buna karşılık halk da direnmekte ısrarlı ve kızgın. Halk, dünyanın en büyük bono fonu yöneticisi PIMCO’nun CEO’su El Erianın da Financial Timesdaki yorumunda vurguladığı gibi, bir yarar sağlayacağını ilişkin hiçbir kanıt olmadan daha fazla fedakârlığa katlanma istemiyor”. Halk yalnızca muhafazakâr ve sosyalist partiyi kızgın değil; sendikaları, komünist partisini, diğer sol örgütleri de suçluyor, bu örgütlerin pankart, slogan ve bayraklarıyla, meydanlara mitinglere girmesini istemiyor. Onlara, “bu protestolara birey olarak katılacaksınız” diyor. Halbuki meydandakiler birey olarak davranmıyorlar, “özyönetim komiteleri” kuruyor, tartışma grupları oluşturuyor, kolektif bir yaşam yaratıyorlar. Yunanistan’da geleneksel olarak “oldukça” büyük bir komünist partisi var; kendi eylemlerini yapıyor, bayraklarını açıyor ama, bu “devrimci krizde”, birleştirici bir programla, güven verici bir platformla çekim merkezi oluşturarak toplumsal muhalefete önderlik edemiyor.
Rusya’da 1905’te Sovyet (halk meclisi) ilk kez ortaya çıkmaya başladığında komünistler önce bu yeni yapılara, mücadele araçlarına kuşkuyla yaklaşmış, sonra durumu kavrayarak bu özyönetimorganlarına uyum sağlamayı başarmışlardı. Yunanistan ve İspanya’da da benzer bir süreç yaşanıyor. Komünistler, anarşistler, meydanlarda kendiliğinden oluşan özyönetim komitelerineve tartışma ortamlarına, bireylerolarak geliyor, katkılarını herkes gibi yaparak düşüncelerinin geçerliliğini yeniden kanıtlamak durumunda kalıyorlar. Böylece, onlar uzun yıllar sonra yeniden tarihin maddesiyledoğrudan ilişkiye geçmeye ve ondan öğrenmeye, bu arada meydandakilerin siyasi bilincini işçi sınıfından yana ve ırkçılığa karşı yükseltmeye başlıyorlar.
Yeniden köprü metaforuna dönersek eğer bu keçidirenir, ayakta kalmanın yeni yollarını (söylemlerini ve örgütlenme biçimlerini) üretebilirse, diğer keçinin köprüden düşme olasılığı da yeniden tarihin gündemine girebilir...

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget