Ara dayağını; kavgaya taraf olmayan ve olmak istemeyenlerin, kavga edenlerce hırpalanması ve kavga edenlerden daha fazla zarar görmesi olarak özetleyebiliriz.
Oscar Wilde, “İnsanları kandırmak, kandırıldığına inandırmaktan daha kolaydır” diyor ve sanki bu sözü Balyoz davası için söylüyor.
Ara dayağı yemek de böyle bir şey işte! İnsanın ruhu acıyor ve acı verdiğini inkâr edenlerin hepsi, masum bir tavırla ortada dolaştığından, canının acıdığına kimse inanmıyor!
Irak tezkeresi kabul edilmediği için iki devletin arasında kalıyorduk ve kendi devletimizin onayıyla ilk ara dayağının tadına varıyorduk. Bunu fırsat bilen ve altın suyuyla aptes alan karşıdevrim sevdalısı süslümanlar, parayı ve gücü paylaşamadığından dolayı ara dayağı yemeye devam ediyorduk.
Sonradan öğrendik ki, kocaman generaller elma şekerini paylaşamadığı için kavga ettiklerinde bile ara dayağı yiyorduk ve denizciler olarak dışında bulunduğumuz tartışmaların hesabını vermek zorunda kalıyorduk.
Aynı sahte dijital kayıtlarla suçlananlar olarak, Özel Yetkili Mahkeme bazılarını suçluyordu, Yargıtay ise bazılarını gerekçe göstermeden aklıyordu. İki mahkeme arasında kalıyorduk ve yine ara dayağı yiyorduk.
Sonuçta öyle bir noktaya geldik ki, avukatlar sanıkları değil hukuku savunmaya başladı. Sürekli olarak hukukla siyaset arasında kaldık ve ara dayağı yiyerek hapis yatmaya devam edeceğimizi anladık.
Yaz geliyor; her akşam koğuşumun penceresinde asılı kalan ay, her akşam başka bir dikenli telin üzerinden bana kuşkuyla bakıyor ve tepemizdeki sac damı kavuran güneşten bütün gece hesap soruyor…
Kış geliyor; duvara çizdiğim ağacın yaprağı düşüyor ayağıma, ürkütücü bir ses çıkarıyor, attığım voltaya çarpınca. Umutlarıma yağıyor ilk kar ve kuşlar artık açlar, korkuyorlar, açlıktan ve özgürlükten korkan insanlar kadar… Mevsimler çok hızlı geçiyor, herkes soyunduğu yerde giyinmeyi öğrense de kimse ara dayağı yemese artık…
Sencer BAŞAT Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi
Yorum Gönder