Dünyaya örnek olacak
İleri demokrasimizden! Söz edildiğinde bendeniz tebessüm etmekten kendimi
alamıyorum. Bunun nedeni ağır aksak yürüyen dinsel ağırlıklı demokrasimizi
izlerken siyasi tarih düşünürlerinin demokrasi aleyhindeki görüşlerinin gözümün
önüne gelmesidir. Mesela Siyasi düşünce aleminin ilk üç dev ismin görüşleri
şöyleydi: ünlü Yunan düşünürü Sokrat; “Kollektivist” bir sistemi savunurken,
Platon: “Isparta aristokrasisini” savunuyordu. Aristo ise en iyi yönetim şekli
olarak “Monarşiyi” savunurken, yönetimleri günümüzdeki anlayışa çok yakın bir
şekilde şöyle sıralamıştı:
“Tek kişinin yönetimi krallık (Monarşi), bunun
bozulmuş şekli Tiranlık. Azınlığın genel yararı korumak için kurduğu yönetim Aristokrasi,
bunun bozulmuş şekli Oligarşi. Çoğunluğun yasalar çerçevesinde kurduğu yönetim
Politeia, bunun bozulmuş şekli de Demokrasi’dir.” (1)
Bu ifadelerden anlıyoruz
ki eski Yunan’da üç büyük ismin (Sokrat, Eflatun ve Aristo) Demokrasiyi
tutmamaktaydılar.(2). Demokrasiye karşı olan bir başka isim
Alkibiadesti. Peleponez savaşlarına
doğru Alkibiades: “Demokrasiye gelince, çılgınlık olduğu tespit edilmiş bir
şeyi, tartışmaya ne lüzum var” diyerek tartışmak bile istememişti.(3)
Egemenlik olarak
adlandırdığımız, devlet yönetimini düzenleyen o büyük Güç”ün tanımını ilk defa
ortaya koyan Fransız hukukçusu Jehan Bodin; 1576’da
yayınlanan “Devlet Üzerine Altı Kitap (Six Livres de la Republique) adlı
eserinde kralın haklarına temas ederken, Demokrasiye çatmadan geçemiyor ve
görüşlerini şu sözlerle dile getiriyordu: (4)
“Demokraside egemenlik bir çoğunluğun
elindedir. Çoğunluk ise, en iyi durumda bilgisiz, budala ve duygularına kapılan
bir güruh olup yıldan yıla değişir.”
J. Bodin böylece
insanların eşit olmadıklarını ve Demokraside öbür yönetim biçimlerinde
olduğundan daha az özgürlük bulunduğunu belirterek, demokrasi fikrini bir yana
atmaktadır. Üyeleri arasındaki kavgalar ve kıskançlıklar sonunda kesinlikle
ortadan kalkacağına inandığı Aristokratik Devleti de tutmamaktadır. Ona göre
düzeni yalnızca Monark sağlayabilir ve ondan başka kimse bir birlik duygusu
yaratamaz(5).
J. Bodin, Monarşi
savunmasını Tanrıya değil, eşyanın özelliğine dayandırırken, İngiltere’de I.
James basılı eserlerinde “Kutsal Hak” kavramını işliyor ve 1598 yılında
başladığı kuramcılığında, kralın Tanrının vekili olduğunu ve “Monarşinin
Tanı’nınkine en yakın hükümet biçimi” olduğunu ileri sürüyordu(6).
Ünlü Voltaire’in de
“Aydınlanmış Monarşi”yi desteklediği bilinmektedir. “Demokrasi ancak çok küçük
bir ülke için uygun bir şeydir” demekte, eşitliliğe
inanmamakta ve herhangi bir Parlamento biçimine tam bir güven beslememektedir.
“Tek bir insanın tiranlığı ile çoğunluğun
tiranlığı arasında farklar vardır... Hangi tiranlığın altında yaşamak
isterdiniz? Hiç birinin. Fakat eğer ben seçme olanağı bulsam, tek bir insanın
tiranlığını çoğunluğun tiranlığına yeğ tutardım. Bir despotun iyi olduğu anlar
vardır, ama bir despotlar topluluğunun hiçbir zaman yoktur(7)”
Bilindiği gibi
Montesquieu İngilizlerin sırrının “Kuvvetler Ayrılığı” prensibi olduğuna
inanmıştı. Yasama, Yürütme ve Yargı fonksiyonlarının birbirinden ayrı
tutulmasının gerekli olduğuna inanıyordu. Bu nedenle Amerika Birleşik
Devletleri Kurucuları tarafından adeta putlaştırılmış gibiydi(8).
Jan Jack Rousseau,
insan mutsuzluklarının en fazla birey ile toplum arasındaki sürtüşme ve
çatışmalardan kaynaklandığını düşünüyor ve bu mutsuzlukların çoğundan toplumu
sorumlu tutuyordu. “Şayet insanlar kötü ise bu kötü terbiye ve ortam onları bozduğu
içindir. Felakete yol açan, bozuk toplumsal düzenlemeler, adaletsiz konular,
despot idarelerdir. İnsan tabiatı gereği iyidir. Şayet insan, kötü şartlar
tarafından bozulmasaydı, tabii iyiliği ile eşitlik ve adalete dayalı özgür bir
toplum kurulabilirdi. Rousseau, yaklaşık iki asır önce yayınlanan iki kitabını
da bu düşünceden hareketle yazmıştı. “Emile” şu cümleyle başlıyor: “Tanrı her
şeyi iyi yarattı, insanların dokunmasıyla her şey kötüleşti.”, “Toplumsal
Sözleşmenin” ilk bölümü de şöyle başlıyor: “İnsan hür doğdu, bugün ise her
yerde zincire vurulmuş halde...” (9)
Günümüzde “Demokrasi”
kelimesi ile ilişkilendirdiğimiz pek çok fikir, Kuzey Amerika, İngiltere,
Fransa ve hatta Latin Amerika’da Tom Paine (1737-1809) sayesinde tanınmıştır.
Şu sözler onun temel görüşlerini yansıtmaktadır.
“Hükümet bir milletin işlerini idare etmekten
başka ne olabilir ki? O, bir kimsenin yahut bir ailenin mülkü değildir, tabiatı
gereği olamaz da. Tüm topluma aittir. Her ne kadar güç ve hile ile gasp edilmiş
ve babadan oğula geçer hale getirilmiş ise de bu gasp, doğruyu değiştirmez. Hâkimiyet, bir şahsın değil, milletindir; uygun
bulmadığı hükümeti kaldırıp onun yerine çıkarına, mizacına ve tabiatına
uygununu kurmak, bir milletin en tabii ve elinden alınmaz hakkıdır. Her
vatandaş iktidarın bir üyesidir ve hiçbir şahsi bağımlılığı, itaati kabul
edemez, ancak yasalar karşısında boyun eğer... İktidarın veraset yoluyla elde
edilmesi sistemi, insan aklına olduğu kadar insan haklarına da aykırıdır; saçma
olduğu kadar adaletsizdir. (10)”
Bütün bu tartışmalara
rağmen Demokrasi, özellikle 20nci yy.dan sonra çok gelişmiş ve gelişmek isteyen
bütün toplumlar için vazgeçilemez bir tutku halini almıştır. Bize göre de
belirtilen bazı mahzurlara rağmen Demokrasi özgür insanlar, erdemli insanlar
rejimidir. Bu özgürlük tanımının başına
“Dinsel Özgürlüğü” koymak gerekir. Sandık başına giden özgür birey her
türlü maddi, manevi, Irksal ve Dinsel baskıların etkisinde kalmadan kararını ve
oyunu vermelidir. O zaman o ülkede sağdan- sola 180 derecelik açı içindeki
bütün siyasi görüşler değer bulur ve Cumhuriyet ve Meşrutiyet yönetimleri
sınırlı bir görüş içinde kalmaz, Demokratik sistem belirli kesimlerin değil,
bütün Ulusun mutlu bir şekilde yaşamasına imkân verecek şekilde gelişebilir.
Sözlerimizi ünlü bir siyasi düşünürün Demokrasi konusundaki görüşleri ile
noktalamak istiyoruz.
“Demokrasi, insan haklarının yazılı anayasalarla teminat altına
alınmasından sonra süratli bir gelişme göstermiştir. Yirminci yüzyılın başında
hiçbir siyasal ideal, demokrasi ideali kadar sağlam bir biçimde yerleşmiş
görünmüyor.”(11)
DİPNOTLAR:
(1) Toktamış Ateş,Demokrasi,.
s.30–31( İstanbul–1976); C.Northcode Parkinson: Siyasal Düşüncenin Evrimi, s.165-166
(Çev. M. Harmancı, Remzi Kitabevi, İstanbul)
(2)
Eflatun, Devlet-III, s.64 (Milli Eğitim Basımevi, Ankara–1946)
(3) A.D. Lindsay,
Demokrasinin Esasları, s.2 (Milli Eğitim Basımevi, Ankara–1973)
(4) Turhan Feyzioğlu: Türk
Milli Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olan Millet
Egemenliği s.3 (TTK Ankara–1987)
(5) C.N. Parkinson, age. s.77–78
(6) Voltaire’s Philosophical
Dictionary, London-1929
(7) C.N. Parkinson, age.
s.82
(8) David Thomson, Siyasi
Düşünce Tarihi, s.107 (Political İdeals, Şule Yayınları, İstanbul–1966)
(9) Aynı Eser, s.122–123
(10) Aynı Eser, s.130–131
(11) Edward Mc Nall Burns, Çağdaş Siyasal
Düşünceler, 1850-1950, s.3 (Ankara-1984)
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder