Tefsir kelimesi arapçada "fesr" kökünden gelen bir kavramdır. Manası
"örtülü bir şeyi açıklamaktır." Arapçada ilk defa tıp alanında
kullanılmıştır. Doktorun "suya bakması" manasında kullanılmıştır. Hatta
aynı kökten türeyen "tefsira" kelimesi, üzerinde tahlil yapılan sidik
demektir. (Bkz. Lisan'ül Arap) Fesr kökünün tef'il baabından mastarı
olan "tefsir" sözcüğü ise, "örtülü olanı izah etmek manasına gelir."
Bu mana dahilince "Kur'an tefsiri" demek, "Kur'an örtülüdür,
anlaşılması zordur" demektir. Ve Kur'an'a bir iftiradır. Tefsir kavramı,
ekseriyetin anlayamayacağı vurgusu ihtiva ettiğinden, en temelde
Kur'an'ın anlaşılmaz bir metin olduğunu ima etmek demektir.
Teknik olarak, Kur'an metninin belirli çerçevelerde "genel idrakın
dışında kalması gibi bir durum" mümkündür. Velev ki, bir şahsın
"tefsiri" ya da izahı, bu noktada "tehlikelidir." Çünkü Kur'an kendisine
"ahsen'el tefsir" der. Yani, bizzat kendi kendisini açıklayan kitap.
Kur'an ayetlerinin açtığı çığır ve zihinlerde oluşturduğu soru
işaretleri, yine "Kur'an dahilinde" çözümlenmiştir. Kur'an'ı asrın
idrakine sunma mahiyetinde yöntem; metni yine kendi içinde ele almaktır.
Buna tefsir denmez. Tebyin denir. Keza tebyin, "beyan etmek, hiçbir
yorum katmadan, metne sadık kalarak olduğu gibi sunmak" manasına gelir.
Bu mahiyette "tefsir" yorum içerirken, tebyin "yorum içermez."
***
Hadîd 27
Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem
oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik; ona uyanların
kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa
gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için
yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman
edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.
Son derece yanlış bir davranış
Vatandaş Kur'an'ı sadece belli bir kesimin anlayabileceğini söylüyor.
Yazıyor bir metin. Yorumluyor. Bunda bir sıkıntı yok. Yani Hadid
suresinin 27'nci ayetine göre; bir kimsenin "yorumlaması/ruhbanlaşması"
sorun değildir. Ruhban'ın "bu işten statü edinmesi, sınıfsal bir değişim
yaşaması, servetinin artması sorundur..."
Ahlakiliğini sorgulamamız gereken işlerden birisi de "Kur'an meallerinin satılması ve kazanç elde edilmesidir."
Kur'an meali yazıp, bunu satan ve bundan para kazanan birinin bu
davranışı son derece yanlıştır. Bir kişinin, Kur'an'dan anladıklarını
yazıp, kitaplaştırıp satması başka şeydir. Kur'an'ın bizzat kendisini
satması başka şeydir. Normal şartlar altında, Kur'an metni "sadece
matbaa masrafları" ödenmek sureti ile sunulmalıdır. Yani piyasada 30-40
TL'ye satılan mealler, 3-4 TL'den satılmalıdır. Böylece sadece
masrafları ödenmeli, bu işten bir kazanç elde edilmemelidir.
Ya da, tüm kazançlar, karlar "bir vakıfa ya da muhtaçlara bağışlanmalıdır."
Emek, hak gibi kavramlar ne manaya gelir? Kısaca değinip bahsi kapatalım.
***
'Yaratılmışların tümünündür'
La havle vela kuvvete... Bu ibarede aynen şu söylenir; "kuvvet
yoktur, Allah vardır." Yani manası şudur; kas gücünden tutun da, emeğin
tamamı Allah'ındır. Şahısların değildir. İnsanlarda tecelli eden tüm
yetenek, bilgi, vasıflar Allah'a aittir. Bundan ötürü hiç kimse statü
edinemez. Keza, Allah'ın olması hasebi ile "yaratılmışların tümünündür."
Bu minvalde kişi, sadece "temel ihtiyaçlarını gidebilir." Lakin, bir
statü edinemez.
Bu çok önemli bir noktadır. Sınıfları meşrulaştıran eğilimin; "adam
çalışmış kazanmış" cümlesine sığınmasına binaen, Kur'an çok açık bir
biçimde bu durumu reddediyor. O yetenek, bilgi, kudret sana ait
değildir. Bundan ötürü, o emeğin sonucuyla "yaşarsın." Lakin,
diğerlerine üstünlük sağlayamazsın.
İşte bu nedenle, eşitlik gereklidir. Herkes, başkalarının hakkını
gasp etme endişesi ile, ihtiyaç duymadığı bir şeyi kendisinde
bulundurmamalıdır. Sahibine, yani mahrumlara vermelidir.
Yorum Gönder