Dersaneler kalsın mı, kapatılsın mı; bu kavga tabela değiştirmekle bitmez; amaç ne eğitimsel ne bilimseldir. İktidarda kalma kavgasıdır. İktidar da sürtüştüğü takım da aslında “dindar ve kindar nesil” peşindedir. Bu kavgayı ussal, bilimsel olandan başka doğru tanımayanlar bitirecektir! Umut, ayaklandı bir kez! Atatürk’e ve Türk Devrimine inananlara selam olsun!
Dersane bileşiği Arapça “ders”le Farsça “hane” sözcüklerinden oluşmuştur. “Hastane, eczane, postane, pastane” benzeri bileşiklerin çoğunda olduğu gibi “dersane”de de “hane”nin “h”si söylenmez ve yazılmazken ortak (resmi) dilimiz Türkçeyi ve yazım birliğini bozan Başbakanlığa bağlı TDK’nin yönlendirmesiyle MEB, dersaneleri uyarmış, “dershane” yazımı yeniden tabelalara yerleşmiştir. 1950’lerden bu yana her iktidarın, dahası MEB’nin başına geçen kişilerin uydurduğu kurallarla eğitimde izlenceler bilimsel veriler yok sayılarak tabela değiştirir gibi zırt pırt değiştirilmektedir. “Dersane”yi “dershane” yazmayı beceri sanan, dilin ve eğitimin bilimi olduğunu göz ardı edenler, anlık değişiklikleri siyasal çıkar için yapmaktadır. Doğallıkla siyasal çıkar, dersane gerçeğinde olduğu gibi kaymaklı başka çıkarlara da dönüşebilmektedir; siyasal çıkarın oltaya takılan ilk kurbanları da her dönem çocuk ve gençlerdir.
Politikacılar suçludur
Tarikatları, “cemaat”leri toplumun gerçeği diye sunan yaşayan, yaşamayan bütün politikacılar için çok şey söylenebilir; şimdi susup izleyenler de eğitim sistemini, doğallıkla ülkeyi bu karabasana sokanlar kadar suçludur.
Basının yansıttığı hükümetcemaat kavgasının hiçbir noktasında ussal ve bilimsel doğru yoktur; bu nedenle basının büyük bir bölümü de bu karanlık gidişe su taşımaktadır. En şaşırtıcı olan da üniversitelerden çıt çıkmamasıdır.
Düne dek laik Cumhuriyetle hesaplaşmak için el ele olanların, bir anda saç saça kavgaya tutuşması hiç şaşırtıcı değildir; çünkü amaç çağdaş okullar, özgür üniversite yerine, inancın dibine dek sömürüleceği kara postları kapmak, post üstünden “fetva”larla laik Cumhuriyeti din devleti yapmaktır!
Bizler öğrenciyken büyük kentlerde bir iki dersane vardı; ailesinin durumu elverenler matematik, İngilizce gibi dersler için ya dersaneye gider ya özel ders alırdı. Nüfus çoğaldıkça, yurttaşın gelir düzeyi düştükçe, sınıf farkı derinleştikçe devletin eğitime bakışı da sığlaştı.
Siyasilerin oyun bahçesi
Bütçeden eğitime ayrılan pay gülünç denecek ölçülerdeydi; doğallıkla devlet eliyle açılan boşluklara “aklı özgür, vicdanı özgür” yurttaş yetiştirmek değil, “mürit” üretmek olanlar yerleşti. Eğitim kurumları siyasilerin oyun bahçesi, Cumhuriyetin öğretmenleri sevilmeyen kişi oldu. Sözümona eğitim parasızdı; 1970’lerin sonundan 80’lere gelindiğinde öğrenci avlanacak kuş; öğretmen limon satmak zorunda kalan devlet memuruydu.
Çağdaş, laik eğitimden hoşnut olmayanlar okullarda örgütleniyor, imam hatip okulları, türban ve Kuran kursu kavgasını tırmandırıyorlardı.
1970’lerin ortasında eğitim enstitülerinden bir buçuk iki ayda mezun edilenler okulların ve yeni açılan üniversitelerin yönetim kadrolarına yerleştirildi; sözde milliyetçilerle dindarlar subaşlarını tuttu. 12 Eylül’ün asıl darbesi eğitime ve öğretmenlere indi; solcu bilinenler sokağa atıldı; bir bölümü dersanelere katılarak, gizlice ders vererek yaşamını sürdürdü. 12 Eylül ülkenin sol damarını kesmiş; dinciırkça sağa kan pompalamıştı. Devlet desteğiyle palazlanan dinci, ırkçı kişi ve kurumlar, dersane ve özel okullarda örgütlenmeye yöneldiler.
Albenili adlar
Halkın yoksullaşması, çocuk ve gençlerin umarsızlığı işlerini kolaylaştırıyordu. Albenili adlarla süsledikleri onlarca dersane ve okul açtılar. Yurtiçi ve dışında inancı kullanarak varsıllaşan, artık açık açık adı anılan “cemaat” hedefi büyütmüştü; ama önündeki en büyük engel laik eğitimdi. Cemaatin yurtiçi ve dışında nasıl varsıllaştığını Uğur Mumcu gibi aydınlar kanıtlamıştı. Dinciler çok kazanıyor, kesenin ağzını açarak yoksul çocukları avlıyor; elini veren geleceğini kaptırıyordu.
Bilgisayar varsıl evlerine girmeden yoksul çocukların kucağına verilmişti; çocuk ve gençler “ışık”lı evlerde, yurtlarla kamplarda eğitiliyordu. Atatürk, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı, Türk Devrimi kirletilerek ezberletiliyor; genç beyinler laik Cumhuriyetle hesaplaşmaya koşullandırılıyor, isteseler de içine itildikleri ussal, bilimsel ve sanatsal olanı yok sayan yeşil çemberden çıkamıyorlardı. İnsanın içini görerek doktor, uğradığı haksızlığı bilerek hukukçu oluyor; rektör, milletvekili seçiliyor; ama usu, inanca teslim ettiklerinden özgürlük için ayaklanan, öldürülen, şiddet gören gençler için bile ağır konuşuyor, hukuk dışılığa sığınabiliyorlardı.
Dersaneler kalsın mı, kapatılsın mı; bu kavga tabela değiştirmekle bitmez; amaç ne eğitimsel ne bilimseldir. İktidarda kalma kavgasıdır. İktidar da sürtüştüğü takım da aslında “dindar ve kindar nesil” peşindedir. Bu kavgayı ussal, bilimsel olandan başka doğru tanımayanlar bitirecektir! Umut, ayaklandı bir kez! Atatürk’e ve Türk Devrimine inananlara selam olsun!
Yorum Gönder