Siyasetin bu kadar kirlenmediği yıllarda, çocukluğumdan da
anımsarım... Ne itibarlı valiler vardı eskiden?.. Otomobilleri Türk
Bayrağı'nı dalgalandırarak yanımızdan geçerken, biz küçük öğrenciler
selam verirdik minik ellerimizle...
Otomobilin penceresinden devletin hem sıcak elini hem sıcak yüzünü
gösteren o valiler, uşak değillerdi... Piyon değillerdi... Kukla gibi
siyaset meddahlığı da yapmıyorlardı...
Onlar yolsuzlukları, vurgunları örtbas ettikleri için değil;
bürokratik silsileden haklarıyla geçer ve layık oldukları için devleti
temsil eden koltuklara otururlardı... Siyasetin yozluğunu değil,
devletin büyüklüğünü temsil etmek için...
"Benim memurum işini bilir" hastalığının, vurgunculuk ve laçkalık
salgınına dönüştüğü 12 Eylül'den sonra, valilik koltukları da arpalığa
dönüştürülünce, devletin saygınlığını değil, siyasetin yağcılığını
öncelik sayan parti militanı valiler türedi...
Örneğin; tıpkı 1990'larda,Urfa'da Ziyaettin Akbulut'un yaptığı gibi,
kimileri devletin arazilerini üç kuruşa cemaatlere peşkeş çekince AKP
tarafından vali yapıldı... Kimileri de Hüseyin Avni Coş gibi, Erdoğan'ın
İstanbul Belediyesi'ndeki dosyalarına yakın ilgi gösterdiği için vali
koltuğuna oturtuldu!..
Bursa'da, ayakkabısını bir kadına giydirtecek kadar zavallılaşan Vali Şahabettin Harput da, AKP iktidarının eseri değil mi?..
Yani, ANAP, DYP ve RP derken en büyük bürokratik yozlaşma ve erozyon
AKP döneminde yaşandı... Devletin içte ve dışta itibarının iyice
sarsıldığı yetmezmiş gibi, devletin Anadolu'daki koltukları da iyice
çürüdü!.. Valiler işte bu yüzden coştukça coşuyor, halka küfür edecek
hale gelebiliyor...
Sakın ola kimse, "Tek parti döneminde valiler il başkanıydı" demesin;
çünkü genç cumhuriyetin bürokratik örgütlemesini tamamlamaya çalıştığı o
dönemde, ne devlet yozlaşmıştı ne siyaset ne de siyasetçiler...
Yani bürokratik siyasetin yeni fraksiyonu GAVATİZM, bir jargon bile değildi o zamanlar!..
Denizli'deki rezalet plansız mı?..
Münferit, kışkırtıcı bir hareket miydi bu?.. Bir test miydi, bir nabız tespiti miydi?..
Toplumun öfkesi mi ölçüldü, yoksa sabrı mı sorgulandı?.. Neydi o
gafletin ardındaki pervasız hesap? Sinsi bir planın ilk adımı mı, yoksa
yeni bir saldırı furyasının ilk ateşi mi?..
Denizli'de; 29 Ekim'de, on binlerce yurttaş cumhuriyete ve Atatürk'e
bağlılığını göstermek için meydanlara inmemiş miydi?.. Evet inmişti...
Halk cumhuriyet ve Atatürk sevdasını 10 Kasım'da da göstermemiş miydi?.. Evet göstermişti...
Peki, dosta düşman karşı Atatürk duyarlılığı Denizli'de de kendini iyice belli ettiğine göre, neydi yaşanan son rezalet?..
Önceki gün Denizli'de polis memurları, Doktorlar Caddesi'nde Serdar
Ş. yönetimindeki otomobilin üzerindeki Atatürk çıkartmasını ısrarla
sökmeye çalışırken kimden talimat almışlardı acaba?..
Otomobillerin üzerinde her türlü cumhuriyet düşmanlığının sergilendiği bu ülkede, Atatürk çıkartması kime, nasıl batmıştı ki?..
Sakın ola bir polis memurunun sıradan işgüzârlığı demeyin... Vardır
bunun altında da sinsi bir girişim!.. Unutmayın cumhuriyet ve Atatürk'e
saldıran işgüzârlığın ardında ya gericilik ya da bölücülük vardır ve
"dur" demezseniz ardı arkası da kesilmez...
Evet, bu ülkede devlet nişanından, yasalardan, eğitimden ve hatta
meydanlardan Atatürk'ü silme çabaları, araçlardaki çıkartmalara kadar
indirgendiyse durum gerçekten çok vahim demektir!..
Çok merak ediyorum; işbirlikçi, bölücü, gerici zirzop takımı,
milletin kalbinden Atatürk'ü nasıl çıkartacak acaba?.. Bu kafadaki
zavallılara söylenecek tek şey var; Tepindikçe tepinin, çıkardığınız toz
yalnızca sizi boğacaktır!..
Yarının empatisi!..
AKP, toplumun sosyal yaşamını kıskaca almak için her yola
başvuruyor... AKP'li belediyelerin "kırmızı çizgi" olarak tanımladığı
yasakçılık kumpası bizzat iktidar eliyle şekillendiriliyor!...
Hükümet, yerel seçimler yaklaşırken gerici çevreleri iyice yanına
çekmek için bir yandan Devrim Yasaları'yla mücadele ederken, diğer
yandan da sosyal yaşamı karanlığa sürüklemek için çabalıyor...
Baksanıza, artık gençlere harem-selamlık dayatılıyor ve bu yöntemle
de ailelere, çocuklarınızı tarikat yurtlarına ve evlerine yönlendirin
baskısı yapılıyor... Yani ahlak bekçiliği üzerinden gençlerin yaşam
biçimi sorgulanırken, aslında topluma bağnaz bir düzen de dayatılıyor...
Toplumun bir kesimi ise bir yandan ahlak bekçiliği dürtüsü, diğer yandan işgüzârlıktan olsa gerek polise ihbar yağdırıyormuş...
El Kaide'nin ülkeyi bomba mezarlığına çevirmesini bir kenara bırakan
polis de, öğrenci evleriyle ilgili çoğu asılsız ihbarlarla meşgul
ediliyormuş!.. Anlayacağınız, kiracı-ev sahibi-otelci ve emlakçı
çemberinde büyük bir kaos var... On binlerce aile bu saçmalık nedeniyle
kaygılı, gençler ise diken üstünde...
Şimdi bir de empati yapalım; yarın bu baskıcı iktidar değişirse;
toplum, sosyal yaşam üzerindeki cendereden kurtulursa, göreve gelen
farklı ideolojideki bir parti bugün AKP'nin yaptığı gibi öğrenci
evlerinde de cadı avına çıkarsa nereye gider bu işin sonu?..
Örneğin, böylesi bir iktidar değişikliğinin ardından polis,
tarikat-cemaat evlerini basarsa, muta nikâhının yaygın olduğu hücrelere
müdahale ederse, ailelere de "çocuklarınızı El Kaide kamplarına
gönderecekler, burada onları canlı bomba olarak eğitiyorlar" derse, ev
sahipleri de binlerce genci kapı dışarı ederse işte o zaman ne olur?..
Madem Milli Görüş bağnazlığı, kendi ideolojisini toplum yaşamına
dayatıyor, hiç kuşkunuz olmasın, farklı bir siyaset anlayışı da kendi
seçmenine yaranmak için
ileriki dönemlerde benzer yöntemlere başvurmaktan kaçınmayacaktır!..
Bugün AKP'nin baskısı ve korkusundan, her şeye olduğu gibi
harem-selamlık dayatmasına da sessiz kalan sahte solcular, aydınlıktan
kaçan liboş dönekler ve "muhafazakâr demokratlık" takiyesinin
figüranları ne diyecekler acaba?..
Demek ki neymiş; yaşamın her alanında empati yapmak gerekiyormuş, hem de "gün ola devran döne" sözünü mırıldana mırıldana!..
Yorum Gönder