AMA BİR YERLERDE BİR MUTLULUK OLMALI..
Çağdaş Dünyada Yeni Bir Bilgelik
Bir milyarı aç, yarısı günü gününe yaşayan insanlar yalanla örülmüş bir ‘UYGAR!?’ dünyada, ekonomik kriz ve savaşlar arasında savrularak yaşıyorlar. Aklı olan biri için dünya rahat bir yer değil. Bereket insanın her koşulda yaşamın tadını çıkarmaya çalışan, tok ve acı çekmediği zaman hayvansı bir mutluluğu var. Ama insandan başka kendi cinsine işkence eden hayvan da yok!Arthur Koestler, 1983’te karısıyla birlikte intihar etmeden 4 yıl önce, ‘Janus’ adlı kitabında Hiroşima’ya atom bombası atılması canavarlığından sonra, kişisel ölümden insan neslinin tümü için yok olma aşamasına geldiğimizi vurgulamıştı. İnsan artık ödünç alınmış bir zamanda yaşıyordu. Koestler Homo Sapiens’in evrim sürecinin son aşamasındaki gelişmesinin biraz hızlı olması nedeniyle, bir düşünce ve duygu karşıtlığı ortamında yaşadığını ve insan neslini yok edebilecek davranışlar sergilediğini söylüyordu.
O zamandan bu yana dünya, savaş ve sömürüyü sürdürenlerin elinde düşünsel ve ahlaki bir bunalımda yaşıyor. Son yıllarda, bilim ve teknolojinin dünyayı bu canavarlıktan ve sömürüden kurtaramadığını fark edenler, daha eski çağlarda önerildiği gibi, akla dayalı bilge davranışlarla insanlığı kurtarmanın yollarını tartışmaya başladılar. Dinler, Taoizm, Budizm, Stoisizm, Sufizm tarihten anımsadığımız arayışlar. Bugün farklı kültürlerin kendi geleneklerini dayatmaları olanaksız. Bilgelik ortak değerlere oturmak zorunda. Tarihte düşünceye, inanca, şiire, bilime, sanata yansımış, şiddet ve öldürmeyi dışlamış davranış örnekleri var. Fakat bir atom krizi olasılığı bağlamında Koestler’in sözünü ettiği ödünç zaman çabuk bitebilir.
Uygarlık küçük bir ışık. Ama, eski bir Alman şarkısında söylendiği gibi, bir yerlerde bir mutluluk olmalı! Bu mutluluk umudu, Albert Schweizer’in dile getirdiği gibi, yaşama saygı ile başlamak zorundadır.
Oysa bencil, para düşkünü, yalancı, egemenlik peşinde insanların amacı bu değil!
YENİ BİLGELİĞİN SÖYLEMİ
Bu yeni bilgeliğin söylemini hayal edelim: 191718’de Fransız ve Alman askerlerinin makineli tüfek ve bombalarla tarlalara serilmiş cesetlerini Mehmet Akif’in ‘Tek dişi kalmış canavar’ imgesi ile birlikte; Kurtuluş Savaşı’nı Nâzım Hikmet’in ‘Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan Anadolu’ ile birlikte düşünelim.
Osmanlı tarihini 3. Ahmet’e bir ‘Ariza’ yazan ve orada aklın önemini vurgulayan İbrahim Müteferrika’nın cesareti ile birlikte; Müslüman diktatörlerin bitmez tükenmez para hırslarını Hazreti Muhammet’in, ölümünden bir gece önce, evde kalan yedi küçük Bizans dinarını avucuna alarak ‘Allahım senin huzuruna bunlarla mı geleceğim” sözüyle birlikte anımsayan bir bilgelik hayal edelim.
Sultan Sencer’in, Timur’un, Kanuni’nin türbelerini, Tac Mahal’i Hazreti Peygamberin, Halife Ebu Bekir’in, Halife Ömer’in Ayşe’nin odasına gömülen sadeliği ile birlikte anımsayan bir bilgelik; İlk İslam camisinin peygamberin evi olduğunu bilip Süleymaniye’yi ona göre değerlendiren, birbirleriyle kavgaya çağrılan Sünni ve Alevilerle birlikte her cemaate kucak açan Mevlana’yı aklımıza getiren bir bilgelik.
Hıristiyanlıktan söz ederken Bertold Brecht’in Die Drei Groschenoper yapıtında Peachum’ın sabah şarkısını anımsayan bir bilgelik.
Demokrasi kavramını Roma Cumhuriyet tarihi ile birlikte anımsayan bir bilgelik.
Türkiye acımasızca soyulurken ve terkedilmiş on binlerce dönümlük tarlaların sahipleri büyük kentlerin sokaklarında işsiz dolaşırken Âşık Veysel’in ‘Benim sadık yarim kara topraktır’ dizesini anımsayan bir bilgelik.
Osmanlı deyince sadece Yıldırım’ı, Fatih’i ve Kanuni’yi düşünmek yerine, 19 kardeşini sultan olduğu gece öldüren Üçüncü Mehmet’i, saraydan hiç çıkmamış Üçüncü Osman’ı, Türkiye’yi satan Vahdettin’i anımsayan bir bilgelik. Savaş çığlıkları atan, birbirlerini boğazlayan Müslümanlara Ebu Bekir’in Halife seçildiği zaman yaptığı konuşmayı hatırlatan bir bilgelik. Ya da 2500 yıl önce, ‘Acıyan ordu savaşı kazanır’ diyen Lao Tzu gibi bir bilgelik...
Böyle bir ‘GELECEK’ dünyanın insanca bütünleşmesine bağlı.
OSMANLI VE İSLAM CEHALETİ
Müslümanlar en geri kalmış toplumlar. 18. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı ülkesinde okunan medrese matematiğinin düzeyi bugün liselerde okunan cebir programının da altındaydı. Bizde Fermat, Lagrange, Gauss ya da Euler yetişmedi. 1870’te İstanbul Üniversitesi Çemberlitaş’ta yeniden açıldığı yıllarda, Cemalettin Afgani’nin verdiği konferansı fazla ilerici bulan ve o sırada üniversitede yapılan bir kimya deneyinden rahatsız olan ulema, üniversiteyi kapattırmıştı.
İslam dünyasının cehaletini anlatan istatistikler ibadullah: Son yüzyılda 20 milyonluk Yahudi cemaati 104 Nobel Ödülü, 1.5 Milyar Müslüman dünya 3 Nobel ödülü almış. Zengin Suudi Arabistan’ın 2013’te adam başına ulusal geliri 26.000 dolar, 5.5 milyon nüfuslu, petrolsüz İsrail’in ise adam başına 33.000 dolar.
Çin’in yılda mezun ettiği mühendis sayısı 400 000. Bizde de 20 000 olması gerek. 1.5 milyar Müslümanın ülkelerinde 500 üniversite, 320 milyonluk ABD’de 5750 üniversite var.
Sonuç: ABD’nin oyuncağı olan İslam ülkeleri Türkiye’de eğitim programına diTayfun Akgül ni nasıl sokacağını düşünenlerin karşısında Almanya’da doğumdan lise bitirene kadar bütün çocuklara burs veren bir devlet. Çağdaş bilgelik burada.
UNEP verilerine göre Hıristiyan dünyasında okumayazma oranı ortalaması %89, Müslüman dünyasında %40 ve üniversite mezunu oranı çok düşük. Üniversite mezunu Müslümanların sayısı 12 milyon, Hıristiyan sayısı bunun 75 katı: 900 milyon.
TÜRBAN HİKÂYESİ İCAT EDEN TOPLUM
Dünya uygarlığına bilgi örgütlenmesinin çağdaşlığı ile varılacağını İbrahim Müteferrika’dan bu yana biliyoruz. Ama türban hikâyesi icat eden şaşırmış bir toplumda yaşıyoruz. Türban Türkçe değil. Farsça tülbent sözcüğünden bozma Arapça da ‘toprak’ anlamına gelir. Hindistan’da erkeklerin, dolayarak başlarına sardıkları ince kumaştan başlığın adıdır. Bunun benzeri bizde de vardı. Adı sarık’tır. Bir erkek başlığıdır. Türk kadınları çarşaf giyerdi, Anadolu köylü kadınlarının sadece başörtüleri vardı. Yüzlerini örtmezlerdi. İbni Batuta 14. yüzyılda Türklerin Araplardan farkının kadınların yüzlerini açık olması olduğunu yazar. Tülbent pratik bir başörtüsüdür. Türban ise uydurma bir üniformadır. Adının Fransızca oluşundaki garabet dışında, alına sarılan siyah bezle bizim kadınları Katolik rahibelere benzetiyor. Eğer bazen söylendiği gibi Lübnan’da çıkmışsa, orada büyük Hıristiyan grupların bulunduğunu anımsamak gerek.
Bir de ne idüğü belirsiz bir hotoz var. Kadınlarımızı Afrikalılara benzetiyor. Bu modaları kim icat etti? Spontane bir gelişme değil. Başörtüsü tak, özgür ol. Hem de annene benze! ‘Neden üniforma gibi bir şey icat edip, onu nasıl süsleyeceğini şaşırıyorsun?’ diye sorulsa yanıtı yok.
12 yaşında kızları evlendiren, muta yoluyla kısa süreli kadın alan, dört kadınla evlenen bir toplumda milyonlarca üniversite öğrencisi için kısıtlamalar düşünmek, aklın alacağı uğraşlar değil.
Cehaletin politikayı gütmesi kargaşa yaratıyor. Dünyada bir tane Müslüman üniversite mezunu karşısında, Müslüman olmayan 200 üniversite mezunu olduğunu bilmek, gelecek için Türkiye’nin düşünenlerini kıvrandırıyor. İnsanca bir gelecek otomobil, gökdelen, alışveriş merkezi, telefon, televizyon sahibi olmak değil. Politik yalanlarda, tükenmiş geçmiş imgelerde de değil. Bütün bu olanakları insanların mutluluğuna yöneltebilen çabalarda.
Paraya ve maddeye çöreklenmiş bir dünyada bu perspektifler çok romantik görünüyor. Ama dünyanın sorunu da bu. Yüreğinde sevgi olan, alçakgönüllü, bilge insanlar küçük ışıklar yakarak cahilleri karanlıktan çıkarmaya çalışacaklar, çalışmalılar. İslam dünyasının geleceği bağlamında 1/200 ölümcül oranı aklınızdan çıkarmayın! Evet, uygarlık küçük bir ışık. Ama bir yerlerde bir mutluluk olmalı!
Doğan Kuban
Yorum Gönder