Gazeteciliğimin ilk yılları, 12 Eylül darbesinden sonraki günlere
denk gelir. Darbe yönetimi 1983'te sendikaların yasağını kaldırdı ve
toplu sözleşmeli yıllar yeniden başladı.
İşte; ben o yıllarda bir süre sendika muhabirliği yaptım.
Dün Petrol İş Sendikası'nın Genel Merkezi'nde gerçekleştirilen ve
gazeteniz Aydınlık'ın düzenlediği 1. Emek Kurultayı'nı izlerken o
yıllara yeniden gittim.
***
Darbe yönetimi hâlâ işbaşındaydı...
Başta DİSK'in ve bağlı sendikalarının yöneticileri olmak üzere
binlerce sendikacı ve işçi temsilcisi saçma sapan suçlamalarla cezaevine
tıkılmıştı.
Yine de o yıllarda sendikal mücadele dimdik ayaktaydı.
Sendikalı işçi sayısı milyonları buluyor, askeri yönetimin baskısına
karşın, işçiler hak arama mücadelelerini ellerinden geldiğince
sürdürüyordu.
Bugün gelinen nokta ise tam bir felaket:
Türkiye'deki sendikal hareket sadece 12 Eylül darbesini yemekle kalmadı, bir de AKP buldozerinin altında kaldı.
***
Çünkü AKP, kafasına göre açıkladığı istatistiklerle, istediği sendikalara toplu sözleşme yetkisi verdi, istemediklerine vermedi.
Sonuçta çalışanların sayısının 4,5 milyon olduğu 1980'de 3 milyonu
aşan ve toplu sözleşme hakkından yararlanan sendikalı işçi sayısı, bugün
11 milyonu aşan çalışan sayısına rağmen 700 bine geriledi.
Muhalif sendikacılar cezalandırılırken, iktidar yanlısı ve şakşakçısı yeni tip bir sendikacılık başladı.
Koca koca konfederasyonların başkanları, iktidara kapıkulu oldu!
***
Sonuçta da ortalama işçi ücretleri 1980'e göre reel olarak yaklaşık yüzde 50 geriledi.
Greve çıkmak ve hak aramak olanaksızlaştırıldı.
Sosyal yardımlar yarıdan fazla budandı.
Sözde demokratikleşme paketlerinde nedense (!) çalışma hayatına ilişkin tek bir iyileştirme bile yer almadı!
Genel grevin ağızlara alınması bile hâlâ yasak...
Tüm bunlar yetmemiş olacak ki iktidar partisi AKP ve işverenler şimdi
de işçilerin analarının ak sütü kadar helal "kıdem tazminatı"na göz
dikti!
***
Dünkü 1. Emek Kurultayı, eminim ki Türkiye işçi sınıfının derlenip toparlanmasında önemli bir kavşak olacak.
Umuyorum ki babalarının onda biri kadar bile sınıf bilincine sahip
olmayan bugünün işçileri de er geç uyanıp sömürüldüklerini anlayacaklar
ve bu gidişe "Dur" diyecekler...
Ancak dün Kurultay'da konuşmacıları dinlerken; gazeteciliğe
başladığım yılların "yasak sendikacılık günleri"nin bile bugün mumla
arandığını anladım.
Sendikacıların gözlerindeki pırıltıdan eser dahi kalmamıştı!
İşçiler "yeni hak" elde etmek için değil, ellerindekileri kaybetmemek için mücadele eder hale getirilmişti.
Yani "atak" yapmak yerine "savunma"ya geçilmişti.
***
Dünkü Kurultay'da Türkiye'de sendikacılığın sorunlarını ve çözüm önerilerini en yetkili ağızlardan dinledik...
Siyasal iktidarın sendikalara yaptığı baskıları, bizzat bu baskıya hedef olanlardan öğrendik...
Her şey ortada:
Türkiye'de işçi sınıfı hareketi dibe vurmuş!
Yani... Bundan daha kötüsü yok!
O zaman çözüm belli:
İşçi sınıfı uyanacak ve kaybettiklerini tek tek geri alacak!
Bunu da "dindarlaştırılarak, kindarlaştırılarak" değil, üretimden
gelen gücünü yeniden keşfederek gerçekleştirecek. Bunu yaparken, din
devletine geçmek ve ülkeyi bölmek isteyenlere de ağızlarının payını
vermeyi unutmayacak!
GÜNÜN SORUSU
Sorum alın terinin karşılığını aramayan ve kaderini işverenlerle
iktidarın iki dudağı arasına terk eden, gücünün farkında bile olmayan
işçi arkadaşa:
Babandan da mı utanmıyorsun?
Öğretmenler, bugünkü Türkiye sizin eseriniz!
Bugün Öğretmenler Günü... Öncelikle öğretmenliğin hakkını veren tüm öğretmenlerin günü kutlu olsun.
Sevgili öğretmenler:
Bir öğretmen çocuğu ve kardeşi olarak üzülerek söylüyorum ki bugün geldiğimiz durumdan en çok siz sorumlusunuz.
Eğer bugün bu ülke 90 yıllık kazanımlarını elinin tersiyle itiyorsa...
Örümcek kafalı adamlar, "kızlı-erkekli" diye ayırımlar yaparak, burunlarını çocuklarımızın eğitimine bu kadar sokabiliyorsa...
Eğer "Antımız" bile kaldırılabiliyor, Atatürk büstleri kapı önüne
konuluyor, sıkmabaş kadınlar "öğretmen" diye sınıflarda cirit
atabiliyorsa...
Siz, "çağdaş uygarlık düzeyine" odaklanmak yerine "dindar ve kindar nesil yetiştirme" hedefine itiraz etmiyorsanız...
Yaşadığımız her şey sizin eserinizdir sevgili öğretmenler...
Sizin, Atatürk devrimlerinden sapmış, tarikat emrine girmiş meslektaşlarınızın eseridir!
***
Çocuklarımızı emanet ettiğimiz bazı meslektaşlarınız o kadar cahil ki; işte asıl büyük sorunumuz bu!
"Yok canım, hiçbir öğretmen cahil olmaz" diyorsanız, gelin basit bir oyun oynayalım:
Her ülkede farklı tarihlerde kutlanan Öğretmenler Günü'nün ülkemizde
neden her yıl 24 Kasım'da kutlandığını sorun meslektaşlarınıza...
Bakalım kaçı, 24 Kasım'ın, Atatürk'ün 1928'de "Millet Mektepleri'nin
Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gün olduğunu bir çırpıda size
söyleyebilecek?
Günün İsyanı!
İsyanım, Başbakan'ın geldiği günler dışında Meclis'e uğramayan ve Genel Kurul'un çalışmasına engelleyen AKP vekillerine:
Meclis'e uğradığınız günler bile sayılı ama maaş günlerini
kaçırmıyorsunuz... İyi de; bu yoksul milletin vergilerinden hak etmeden
aldığınız o paralar, haram değil mi?
Yorum Gönder