Komutanı Mehmet’e çıkışır.
-Oğlum Mehmet, bir de “ben bekarım” deyip geziyorsun bölükte, bak buradaki dosyanda “evli” yazıyor, hangisi doğru?
Mehmet komutanı ters köşeye yatırmışçasına sırıtarak cevap verir:
- “O işin muamelesi” komutanım, vallahi billahi bekarım, “düğün”ü tezkereden sonra yapacağız ya Allah kısmet ederse… Sen orada öyle yazıldığına bakma,.”
Peki ya siyasette halkın gerçekten kendi iktidarına kavuşması yani “halveti” ile “muamelesi” arasında da böyle bir fark oluyor mu desek?
*
Demokrasinin “özünde” ne anlama geldiğinden başlayalım düşünmeye:
Bu kavram, halkın “kendi eliyle” “kendi iktidarını” kurması değil mi?
Doğrudur, demokrasi “halkın kendini idaresi” ise, o halk da doğal olarak; ancak
-Kendi gücüyle,
-Kendisine hizmet edecek ve kendi içinden olan kadroları iktidara getirecekse,
-O seçilmiş kadrolar da gerçekten halka hizmet edebilecekse;
Ancak o zaman bir halkçı iktidar yani demokrasi gerçekleşecektir diyebiliriz.
Siz “halk”ın “küresel sermayeyi, ona bel bağlamış bezirganları, istismarcıyı, talancıyı iktidara getirmesini ya da birilerinin “onların desteğiyle” iktidara gelmesini “demokrasinin tecellisi” yani işlemesi olarak görebilir misiniz?
Ya da halk “bir biçimde yanılıp” aslında kendine karşı olanı seçmişse yine de buna “işte demokrasi budur” diyebilir misiniz?
Tanımına uymaz bir kere.
Belki böyle bir “Muamele”ye şeklen söyleyecek bir şey de bulamayabilirsiniz ama ortaya çıkan sonuca bakarsanız, aslında demokrasinin gerçek anlamda gerçekleşmediği, yani “halk”ın “iktidar”la halvet olamayacağı, “onların” hayır diyeceği şeylerin yine de yapılamayacağı bellidir.
Çünkü demokrasi; seçilen kime yararsa yarasın onu halka seçtirmek değil, “halka hizmet eden”lerin seçilebildiği, sistemin bunu sağladığı bir yönetim biçimidir.
*
İktidardan şikayetçiyiz değil mi?
-Neden?
Efendim bunlar birilerinin adamları, hep kendilerine çalışıyorlar, halkı düşünmüyorlar…
-Ne yapmalı peki?
Değiştirelim.
Onları indirelim, yerlerine biz geçelim.
-Başka?
Halkın iktidarını kuralım…
*
Güzel, haydi kuralım deyip kolları sıvadınız…
Meydanlara çıktınız, konuştunuz, alkış aldınız ve belki sonunda iktidarı da aldınız; peki bu seçimi “sadece” halktan destekle ve halka hizmeti öngörenlerin desteğiyle değil de; “aslında mevcut iktidarla kol kola olması gereken, ama bu günlerde aralarına ne hikmetse kara kediler girmiş birilerinin desteğiyle” almışsanız ve devr-i iktidarınızda onlara da bir borcunuz olacaksa, ya da o dargınlar yarın barışıp size karşı durabileceklerse yine de “bakın biz halkın iktidarını kurduk” denebilir mi?
Haydi bir an o heyecanla bir şeyler yapıldı; arkası getirilebilir kalıcı olunabilir mi?
Kısacası, “el” desteğiyle halk iktidarını kurmaya niyetlenmek bizim asker Mehmet’in “Muamele”sinden öteye bir sonuç doğurabilir mi?
*
Orson Welles’in “Yurttaş Kane” filmini bilir misiniz?
Sinema tarihinin klasiklerinden olan bu filmde, “patron” Yurttaş Kane, mealen “Yarın kim kazanırsa kazansın ben başkanlık balosunda olacağım” der. “Çünkü seçim kampanyalarında demokratlara da cumhuriyetçilere de para verdim!”
Bu durumlarda belli ki, seçimlerde kim “suret-i hak” ve “suret-i halk”tan yana görünürse, iktidar bir süreliğine ona gitmekte; iktidarda yorulanlar bir ara dinlenmeye çekilirken yerini diğerine “bırakmakta” ya da “bunlar da olabilir” denerek “bıraktırılmakta”dır.
“Ama onlar bizi seviyor!” da denebilir.
“Severler” şüphesiz ama kim onların tanımlarında yer alan kendi “temel içgüdü”lerini terk edip halkçılığı destekleyebileceğine –maksatlı bir saflık gösterilmedikçe- nasıl inanılabilir ki?
Ekonomi politik, sosyoloji, siyaset bilimi böylesine büyük bir çelişkiye tarih boyunca rasgelebilmiş midir acaba?
Peki gerçekten halkın desteğiyle ve “nöbetçi” değil de “kalıcı” bir iktidar kurulamaz mı?
Şöyle:
-Emeğin hakkını koruyan,
-Ekonomiyi yabancılara teslimiyetten kurtaracak,
-Gelir dağılımını dengeleyecek,
-Rant paylaşımını engelleyecek,
-Kamu hizmetinde vatandaşı büyük sermayenin müşterisi olmaktan çıkaracak,
-Peşkeş çekilen stratejik kurum ve tesisleri geri alabilecek…
Kurulabilir tabii.
Bu konuda akla hemen iki koşul geliyor:
-Birincisi, mevcut iktidar tepetaklak giderken, “biz iktidara susadık” diyerek bir an önce iktidar için “sermayenin” ve “birilerinin” desteğine sarılıp ileride “diyet” ödemek zorunda kalmamak, yani dervişçesine değil ama “hesaplı bir sabır”;
-İkincisi, ortaya çıkan aday adaylarınızın yani sahaya süreceğiniz kadroların lafta değil özünde de ne kadar halktan yana, ne kadar “o karşı çıktığınız çevrelerin desteğinde” ve “enseye tokat” ilişkiler içinde olup olmadığına dikkat ederek.
Bu sonuncusu, iktidarı değil ama “bu düzeni değiştirme” iddiasındaki partiler için olduğu kadar, bu düzen değişikliğini bekleyen halk için de önemli;
Onlar da dikkat etmeli: “İktidar muamelesi” her zaman “düğün”le sonuçlanmayabilir.
Yorum Gönder