Birkaç gündür karmakarışık duygular
içindeyim.
Kaç kez bir şeyler yazmaya çalıştım ama
bir türlü başaramadım. Yazmak zorlanma ile olmuyor, tıpkı şarkı söylemek, şiir
okumak gibi.
Bir şarkı veya şiiri kalbinizin
derinliklerinde hissetmeden dışa aktarırsanız asla başarılı olamazsınız.
Her ikisinde de duygu vardır çünkü.
Onları yaşatmak için önce kendiniz yaşamalısınız. Aksi takdirde sizi dinleyen
sıkılır bir müddet sonra ilgisini başka yöne çevirir.
İnanın bence yazmakta böyle bir şey.
“Ne alaka, roman mı yazıyorsun kardeşim,”
diyenler de olabilir elbette.
Roman, okuyucusunu gerçekliğin dışında
bir dünyaya alır oysa ben toplumsal, siyasal olayları belli bir ideoloji
içerisinde sizlerle paylaşmak, gerçekleri yazarak kamuoyu yaratmak, halen
uykuda olanları uyandırmak istenci ile yazıyorum.
13 rakamına pek takıntım yoktur ama 2013 yılı
galiba uğursuz geldi diye düşünmeye başladım. 2013 Ocak ayında, haberlerin efsane isimlerinden gazeteci Mehmet
Ali Birand’ın vefatı ile başlayan, hazanda dökülen yapraklar gibi sevilen
birçok ünlümüzü toprağa verdik.
Geçtiğimiz üç aya
baktığımızda Tuncay Kurtiz, Turgut Özakman, Savaş Ay, Nejat Uygur ve en son
olarak ta Tuncay Özinel’i kaybettik.
***
Özinel’i yıllar ötesinde ilkokul
çağlarımdan tanırım. Halamın üst komşularıydılar. O zamanlardan aklımda kaldığı
kadarıyla çoğu insan, sanata sanat gözü ile değil para olarak bakardı. Çünkü
sanatçılar çok az para kazanırlardı. Bundan ötürü oyuncu mu olacaksın diye
ailesinden tepki alırdı.
Ailenin çoğu okumuş meslek sahibi olmuş
bireylerdi. Bir de deniz yüzbaşısı olan Hakkı ağabey diye tek oğulları vardı.
Tunç’un da mutlaka okumasını istiyorlardı. .
Ortaokulda tiyatro kolu başkanlığı ile
başlayan tiyatro aşkı, bazen evde
gösteriler yapmaya iterdi onu.
Boyanır makyaj yapar göğüsleri üzerine
iki portakal veya kâğıtlar sıkıştırarak zenne olurdu. Müthiş bir taklit yeteneği
vardı. Yani o zamanlardan çok iyi bir tiyatro sanatçısı olacağı belliydi.
Rahmetli Kadriye teyze yani annesi ailenin evlatlığı idi. Zaman içerisinde aile
ile araları açıldı ve annesinin ölümünden sonra tamamıyla koptular.
Aile ve yakın çevre ona kısaca Tunç derlerdi.. Tunç babasız büyüdü.
Babası bir İngiliz’di ondan hiç söz
edilmezdi, kendisi de söz etmezdi.
Tunç, zamanla kendi çabası ile tabir
caizse tırnakları ile kazıyarak tiyatro basamaklarını teker teker çıktı. Çok
zor günler geçirdi. Bizim aile ile hiçbir zaman bağlarını kopartmamıştı zor
geçen yıllarında ve sanatının doruğunda.
Onu bir kardeşimiz gibi sevdik ve daima
gurur duyduk.
Her zaman oyunlarının gala gecelerine
mutlaka bizi çağırır ve en önden yer ayırırdı. Zamanla benim ailemden de kayıplarım
olunca ya tek ya da birkaç arkadaşımla mutlaka giderdim davetine.
Ona bir demet çiçek verdiğimde gözlerinin
içinin güldüğünü fark ederdim.
Çünkü o da bizi ailesi gibi görürdü.
****
Vefatını öğrenmem:
O akşam telefonla sevdiğim bir
arkadaşımla görüşüyordum. Mutluydum ve kıkır kıkır gülüyordum.
Televizyonum açık ama sessizeydi..
Birden onu ekranda gördüm .
Oh ya! Ya bir yeni oyundan ya da bir
diziden bahsedecekler sanıyordum ki!
Alt yazı geçti. Onu kaybettik!
Tuncay Özinel İstanbul’da
tedavi gördüğü hastanede Zatürre nedeniyle 71 yaşında hayatını kaybetti.
Nasıl yani? Anlayamadım!
Daha düşüncemi bile tamamlayamamıştım.
Aniden yüreğime çok acıtan bir hançer
saplandı sanki.
Aaaa! Aaaaa diye bağırdığımı
hatırlıyorum.
Arkadaşımla konuşmayı bitirdik ve
gözlerimden yağmur taneleri gibi yaşlar akmaya başladı.
Ayda yılda bir görüşsek te hatta bazen
aylarca görüşmesek te mutlaka ama mutlaka ya o beni arar hal hatır sorardı ya
da ben onu.
***
Kadıköy Halk Eğitim
Merkezi'nde onun için düzenlenen törene gittim. Kimler vardı dikkat edemedim, sadece
Kadıköy Belediye Başkanımız Selami Öztürk’e gözlerim ilişti. Ağlıyordu.
Tunç, başkanı çok severdi.
CKM de oynadığı bir oyunun ardından
yapılan röportajda aynen şöyle diyordu.
Ben doğma, büyüme Kadıköylüyüm. Kadıköy
Belediyesi Başkanı Selami Öztürk ilk seçildiği zaman “Türkiye sizinle gurur duyuyor” adlı oyunumuzun galasına geldi.
Ben alkışı durdurup “Başkan hoş geldin
Kadıköy’e” dedim. Halit Akçatepe, Ercan Yazgan, Ayşen Gruda gibi birçok isim
vardı.
Bu duayen kadro zaman zaman evde
çalışıyordu.
Kadıköy gibi bir ilçede salon yoktu.
“Bize söz ver, Kadıköy’e
salon yapacağına dair” dedim.
“Kadıköy’deki halka söz veriyorum,
tiyatro salonları yapacağım” dedi Başkan..
Selami Öztürk sözünü tuttu ve
zannediyorum ki 6 tiyatro salonu açtı.
Ben Süreyya Operası’na girerken ağladım.
Çünkü çocukluğum Kadıköy’de geçti. Opera daha sonra sinema olmuş.
Oranın tekrar opera olması için ne
yapabileceğimi düşünüyordum.
Selami Başkan tekrar opera olmasını
sağladı.
Ben ne kadar orada
oynamayacak olsam da benim için değerliydi. Selami Öztürk, yaptırdığı salonlardan hiçbir ücret
istemiyor. Buraları halk evi gibi kullanıyoruz.
Bu Türk tiyatrosuna
verilmiş en büyük destektir. Ben kendi çıkarım için Selami Öztürk’ün peşinde
değilim. Türk tiyatrosuna bu kadar destek verdiği için hep arkasındayım. Ve çok
seviyorum kendisini. Eksik olmasın.
***
Evet, başkan buradaydı işte.
Salon tıklım tıklım dolmuştu.
Sahnede yeşil örtüyle kapatılmış tabut
gerçekti.
Sanki bu da yazılan oyunun bir parçasıydı
...
İçimden avaz avaz bağırmak geliyordu.
Hey Tunç! Bu oyunu
sevmedim. Bu perdeyi çabuk bitir ve arkalardan bir yerlerden gel artık!
***
Sahneye çıkıp onunla vedalaştım.
Boğazıma düğümlenen hıçkırıklar içinde ne
konuştuğumu şimdi hatırlayamıyorum.
Hatırladığım, aileden isimler saydım ve
orada olup olmadıklarını sorduğum.
Manevi çocuğu Serdar dışında kimseden ses
çıkmadı. Yaşayanlardan kimse gelmemişti.
Yeşil örtülü tabuta döndüm ve “bak Tunç
ne kadar geniş bir ailen ve sevenlerin var. Hepimiz burada yanındayız. Diye
seslendim.
***
Tunç annesine çok düşkündü. İyi bir
sanatçı olduğu kadar vefalı bir evlattı. Hastanelerin kabul etmediği anacığına
aylarca altını değiştirmek dahil canla başla bakmıştı.
İpinden sapına kadar
Atatürkçüydü.
Onun kişiliğini yansıtan ufak alıntılarla anlatmaya devam ediyorum..
Öncelikle şunu çok iyi irdelemek gerek
ki, " Bu ülkede kendisini satmayan hala muhalefet yapabilen kişiler
TİYATRO SANATÇILARIDIR! Başbakan kahvaltıya çağırdığında "BENİM KARNIM
TOK" diyebilen kişi tiyatro sanatçısı Müjdat Gezen'dir.
Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildiğinde
bana davet için liste hazırlamam söylendi. Ben TİYAP'ın genel sekreteriyim.
"Ne katılırım nede liste hazırlarım" diye cevap verdim.
Tiyatroların içinde
bulunduğu durumdan utanıyorum. Devlet desteği için müracaat eden bir
tiyatronun, gazetenin ilk sayfasında yayınlanan Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı ve
‘Sayın Erdoğan’a çok teşekkür ederiz’ diye verdiği ilan bir tiyatroya hiç
yakışmıyor.
. “Bu salonların en büyük önemi ise,
oynadığımız sahnelerde gençler de amatör olarak tiyatro öğreniyorlar,
yapıyorlar, yaşıyorlar. Müzik öğreniyorlar. Gençlere kapı açıldı böylelikle
***
Kendisinin de az bir destek aldığını
çünkü onu sevmediklerini söylerdi hep. Devlet Atatürk’ü sevmiyor ki seni sevsin
Tunç derdim ona.
Hiçbir zaman
Atatürkçülüğünden ödün vermeyen yürekli sanatçılardan birisiydi.
Hayatını tiyatro sanatı üstüne kurmuştu.
"Yasakçı ve
sansürcü bir zihniyetle yönetilen Türkiye’de, yıllardır inatla tiyatro sanatı
yapmaya çalıştı. Sanatla ülkenin
aydınlanacağına inananlardandı.
O
gün bir daha açılmamak üzere Özinel Tiyatrosunun perdesi kapandı ama onun
yetiştirdiği gençlerle perdeler yine açılacak ve Atatürk sevgisi nesilden
nesile uzanacaktır. Rahat ol ve ışıklar içinde uyu sevgili kardeşim. Seni de
kalbimize gömdük.
TC.Tünay Süer
Yorum Gönder