Aslında “Arap İlkbaharı” diye dünya kamuoyuna yutturulmaya çalışılan olaylar bir proje, bir plan:
ABD’nin tasarladığı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) veya sonradan buna Kuzey Afrika’nın da eklenmesiyle “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” (GOP) adını alan bir plan!
Amacı, bölgede ABD’den bağımsız olan rejimleri yıkıp yerine dünya kapitalizmiyle bütünleşen, ABD çizgisindeki politikalara destek verecek rejimler kurmak…
Bunu Bush döneminde, ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, “Ortadoğu’da sınırlar değişecek” diye açık açık yıllar önce dile getirmişti.
Mısır’dan Tunus’a, Libya’dan Suriye’ye, ortaya çıkan hareketler “Diktatörlere karşı halkın özgürlük ve demokrasi ayaklanması” olarak sunulsa da, artık bunların arkasında ABD’nin ve ABD’li ajanların olduğu, “başkanlık emirleri” ile CIA ajanlarının görevlendirildiği açıkça ortaya çıktı!
Hedef, ABD’den bağımsız olan otoriter diktatörlerin yıkılması, ulusal devlet olmaya çalışan üniter yapıların yok edilmesi, bölünmesi ve yerlerine, Müslüman Kardeşler’in denetiminde ABD çizgisinde, “ılımlı İslam” adı altında ama aslında totaliter diktatörlük olan rejimlerin kurulması.
Böylece son amaç olarak da Ortadoğu’daki geleneksel Arap-İsrail denklemine bir Kürt devletinin de dahil edilmesi ve tüm bölgenin ABD nüfuzuna sokularak, petrol ve doğalgaz kaynaklarının kontrolü.
Böyle büyük bir tasarımda Türkiye’nin dışarıda kalacağını, etkilenmeyeceğini sanmak saflık olur.
Ben, bu nedenle daha ilk başından itibaren Türkiye’nin işin içine girmesini ve kendi çıkarları ve bölge istikrarı açısından tavır koymasını savundum.
Evet, Türkiye işin içine girdi ama kendi çıkarları ve bölge istikrarı açısından değil, ABD’nin uzantısı olarak, soldan sağa savrulan hızla değişen garip politikalarla ve ülkeyi ateşe atacak girişimlere yeşil ışık yakarak, hatta öncülük ederek!
Bu yanlışın ülkemizi nereye getirdiğini dün Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’teki yazısı çok iyi özetliyordu:
“Bu adamların eline mi silah veriyoruz” başlığı taşıyan yazıdan bazı satırları aşağıya aldım:
“Gördüğüm manzara şu:
Bakanımız, Barzani’ye gitmiş ve yumruğunu masaya vura vura, harbi bir delikanlı gibi ne diyecekse demiş.
Sonuç?
Bütün gazetelerde aynı cümle:
‘Barzani mesajı aldı...’
Normaldir, biri mesaj vermişse, öteki mesajı alır.
Bu bir iletişimdir.
Ama başka şeyler de var.
- Mesaj neymiş?
- Türkiye, ‘Şunu yap’ dediyse, yapmış mı veya yapacak mı?..
Bunların hiçbirinin cevabı yok.
Bildiğimiz tek şey: Mektubu almış...
Dışişleri Bakanı’nın Barzani’ye o mesajı verdiği saatlerde bakın neler oluyor?
- Türk ordusu ve PKK, Şemdinli’de bir haftadır harp ediyor.
Evet, harbiden savaşıyor.
Anlamı şu: Örgüt oraya öyle adam ve malzeme yığmış ki, direniyor...
- Kuzey Suriye’de sınır çizen PKK yanlısı örgüt, bir milim kıpırdamıyor.
- Halep’te kanlı çarpışmalar oluyor, özgürlük isteyen muhalifler, yakaladığı kişileri, kurdukları mahkemede yargılıyor ve don paça dışarı çıkarıp oracıkta kurşuna diziyor.
- Radikal gazetesinde okuyoruz ki; Sünni muhaliflerin gaddarca öldürdüğü kişiler de Sünni. Hatta aralarında Halep müftüsü de var.
- Öyle olduğu için, öldürdükleri o insanlara yakın 5 Sünni aşireti ayaklanmış ve Sünni muhaliflere, Halep’ten çıkmaları için 24 saat süre vermiş…”
***
Yukarıdaki manzaraya bir de Alevi-Sünni ayrımının kaşınmasını, (Malatya olayı ve benzerleri) ekleyin…
ABD’nin Türkiye’ye yaptığı “Yavaş ol!” uyarısını da dikkate alın…
Bu manzaraya bakıp da “Sıra Türkiye’ye mi geldi?” diye sormamak olanaklı mı?
Unutmayalım, Irak’taki Kürt oluşumuna “Çekiç Güç” projesini destekleyerek Türkiye yol açtı.
Şimdi aynı olay, daha da genişleyerek, iç isyanları da tetikleyecek biçimde Türkiye’ye de yayılma eğilimi gösteriyor!
Yorum Gönder