SEVGİLİ okuyucularım, “Türkiye’nin belli bölgelerinde savaş var” derken abarttığımı zannetmeyin. Evet, savaş var.
Jetlerimiz kendi toprağımızdaki düşman unsurları bombalıyor, helikopterlerimiz savaş alanlarına indirme yapıyor ve roketlerle saldırıyor.
Tanklar mevzide.
Havan ve top atışlarıyla düşman kuvvetler üzerine bomba yağdırılıyor.
Savaş alanlarına havadan ve karadan takviye kuvvetler, komandolar, cephane, su ve yiyecek gönderiliyor.
Kendi toprağımızı savunurken her gün şehit veriyoruz, Türkiye’nin dört bir yanında her gün şehit cenazeleri kaldırılıyor.
Yapılan resmi açıklamalarda “Teröristlere ağır kayıp verdirilmiştir, şu kadar terörist etkisiz hale getirilmiştir… Geniş kapsamlı operasyonlar sürdürülmektedir” gibi soyut ifadelerin yer aldığını hepimiz biliyoruz.
Kardeşim, benim derdim kaç teröristin öldürüldüğü veya etkisiz duruma getirildiği değil!. Ben şehitlere bakarım.
Alınan –ya da alınamayan- sonuçlara, düştüğümüz duruma bakarım.
Bakınız, resmi açıklamalara göre Şemdinli bölgesinde iki haftadan beri süren ciddi ve şiddetli bir savaş var.
PKK’nın Kuzey Irak sınırının sıfır noktasında olan Şemdinli’ye saldırdığı, bu amaçla yoğun çaba harcadığı artık biliniyor.
Çatışmalar iki haftadır sürüyor.
Bu nasıl iştir yaaa, anlayan var mı?
Bu terörist kafileleri ülkemize Kuzey Irak Kürt yönetiminin topraklarından girip çıkıyor. Defalarca yazdım ve artık herkesin bildiği bir gerçek.
Bunları topraklarında barındıran, onlara üs veren, para ve silah sağlayan şahıs o iki paralık ve aşağılık aşiret reisi.
Barzani!
Türk ordusunun Kuzey Irak’a girip bu terör üslerini temizlemesine hükümet izin vermiyor çünkü Barzani ile ticaret yapıp para kazanıyorlar.
Tayyip hükümeti bu iğrenç herife haddini bildiremediği gibi, üstelik Davutoğlu Ahmet isimli hariciye nazırını onun ayağına göndermekten utanmadı.
Ahmet gitti Kuzey Irak’a, bu herif tarafından huzura kabul edildi ve ona yalvarıp yakardı…
“Aman Sayın Barzani, şu askerlerini Suriye’den çek…Bize anlayış göster, yoksa zor durumda kalacağız!..”
O da bizimkinin sırtını sıvazlayıp başından savdı.
Evet, resmi unvanı Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olan dünyadan habersiz Ahmet, adına Barzani denilen aşiret reisinin ayağına gitti ve devletimizi küçük düşürdü.
Ama bitmedi, dahası da var!
Ahmet aynı gezide bütün uluslararası protokol kurallarını çiğneme pahasına gizlice Kerkük’e gidip orada Cuma namazı kıldı. Merkezi Irak hükümeti bu ziyareti resmen protesto etti. Yapılan açıklamada aynen şu ifadeler kullanıldı:
“Kerkük ziyaretini bilgimiz ve onayımız dışında gerçekleştirmiştir. Türkiye Irak’ın içişlerine karışmaktadır. Bu durum karşısında Davutoğlu’nu tutuklama hakkımız vardır.”
Ankara’dan tık yok! Bu lafları yiyip yuttular.
Bunlar uluslararası alanda yenilir yutulur sözler değildir. Hele Irak gibi bir ülkeden geliyorsa hiç değildir.
Barzani’ye dil döken, Irak’tan azar işiten Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman bugün olduğu gibi aşağılanmamış, bu düzeye düşürülmemişti.
Evet, Türkiye’nin belli bölgelerinde resmen savaş var. Adı resmen konmamış bile olsa, gerçek bu.
Üstelik şimdi Suriye sınırına askeri yığınak yapıyoruz. Tanklar, toplar, zırhlı araçlar ve askerler sınıra sıfır noktalarına yığılıyor, tatbikatlar yapılıyor.
Ne uğruna? Esad’ı devirmek uğruna!
Peki, ama Suriye yönetimi Türkiye’ye bir zarar mı verdi, saldırganlık mı sergiledi?
Hayır!
O halde?..
Çünkü ABD emir verdi, AKP hükümeti uygulama başlattı. Ancak bu aşamada çok ilginç bir olay oldu. Tayyipgiller öylesine aşırıya kaçtı ki, ABD resmen açıklama yapmak zorunda kaldı:
“Her şeyi anlıyoruz ama Türkiye’nin durumu daha fazla askerîleştirmesinin uygun olmadığını düşünüyoruz.”
Al sana bir rezalet daha!
Elalemin emriyle zıplarsan, sonu işte böyle olur!
Şimdi Güneydoğu’da terörle mücadele konusunda birkaç şey daha anlatmak istiyorum.
Varsayalım siz Güneydoğu’da görevli birisiniz. Subay, astsubay, polis, ya da uzman çavuş olarak görev yapıyorsunuz…
Ve geçmişte terörle kıyasıya mücadele eden güvenlik güçlerinden bazılarının, Silivri mahkemelerinde nasıl yargılanmakta olduğunu izliyorsunuz.
Ortaya birkaç gizli tanık çıkarıp defterinizi dürerler:
“Bu adam katildir, yakaladığı beş kişiyi öldürdü…”
“Sivilleri vurdu, emir verip cesetleri bize gömdürdü…”
“Bunlar çete kurmuştu, önüne geleni öldürüyorlardı…”
Daha başka, aklınıza gelen her türlü yalan ve iftira!..
Önlerinde acı bir gerçek var. Orada yıllarca terörle mücadele etmiş olan komutanlar şimdi Silivri mahkemelerinde hesap veriyor!
Teröristler dışarıda, onlar dört duvar arasında.
Şimdi size soruyorum: Siz Güneydoğu’da görevli olsanız, bu koşullarda terörle nasıl mücadele edersiniz?
Yakın gelecekte başınıza iş açılacağından, tutuklanıp mahkemeye sevk edileceğinizden –haklı olarak- korkmaz mısınız?
İşte sevgili okuyucularım, Güneydoğu’da son yıllarda görülmekte olan “Terörle mücadele zafiyetinin” en önemli nedenlerinden biri, görevlilerin yüreğine salınmış olan bu endişe ve korkular.
Geçenlerde Ankara’da, o bölgeden izinli gelmiş bir subayımız beni tanıyıp yoldan çevirdi ve yakın bir kafede oturup çay içtik.
Bu babayiğit ve terör mücadelesinde deneyimli subayın anlattıkları yenilir yutulur şeyler değildi.
Şöyle diyordu:
“Canımızdan korkmayız ama isimsiz bir ihbarla, düzmece belgelerle içeri atılmaktan, biz hapiste iken çoluk çocuğumuzun bile perişan edilmesinden korkarız. Eski mücadele ruhumuzu ne yazık ki kaybettik…”
Anlattığı ayrıntıları burada yazmak hem içimden gelmiyor, hem de ülkemiz açısından hoş olmaz.
Ama devir artık değişti. Terörle mücadelede eski kararlılık yok. O mücadelenin en önemli parçası olan “İnsan unsuru” artık eskisi gibi atak değil.
Kışlasında veya karakolunda savunma durumunda.
Hükümet de bunun farkında ama çaresiz. Herhalde Genelkurmay da biliyordur.
İşte bu yüzden Şemdinli’de savaş iki haftadan beri sürüyor.
İşte bu yüzden Davutoğlu Ahmet gidip Barzani’ye dil döküyor, yalvarıyor.
Irak hükümeti de durumu bildiği için artık Türkiye’ye rahatça posta koyabiliyor.
Şemdinli’de savaş iki haftadır sürüyor.
Görüyor musunuz, ne günlere kaldık!
Yorum Gönder