Bugün sizi, Kur’an’ın mucize mesajlarından biriyle daha tanıştıracağız. Geleneksel saltanat dinciliğinin asırlardır üstünü örttüğü en hayatî mesajlardan biri de budur.
Kur’an’a göre, müşrik sıfatına bir biçimde müstahak hale gelenler, tevhit mabedi inşa ve imar edemezler. Ederlerse oralara tevhit mabedi denemez.
Mekke müşrikleri, Kâbe’ye ve hacılara hizmetlerini, din üzerinde hegemonya kurmanın gerekçesi yapıyorlardı. Tevbe 19. ayet, günümüzün Mâûn ihlalcisi çevrelerinde de egemen olan bu şirk zihniyetini deşifre ediyor; buna dayanarak insanlar arasında afra tafra satan maskeli müşrikleri tanıtıyor.
Müşrik kimdir? Bu sorunun cevabı Kur’an’dadır ve o cevap halka olduğu gibi değil de, saptırılarak, hesaba uydurularak açıklanmıştır. Halk sanıyor ki, namaz kılan, cami yaptıran, tespihli, dualı kişiler asla müşrik olmaz. Hayır! Kur’an, bir insanın namazlı-niyazlı, tespihli-dualı olmasına rağmen müşrik olabileceğini, hatta en tehlikeli müşrik olabileceğini bildirmektedir. Bu Kur’ansal gerçekleri halka dinci istismar ekipleri elbette açıklamaz. Açıklaması beklenenlerse, “Biz bu din işine karışmayız, biz laik adamız” şeklinde ahmak ve imansız bir teraneyle kenara çekiliyor.
Kur’an ve sünnetin verilerine göre, insanı müşrik sıfatına müstahak hale getiren sebeplerden biri de riyakârlıktır. Anıt fıkıh bilgini İbnül Kayyım’ın deyişiyle, “Riyanın her türü şirktir” (İbnül Kayyım, ed-Dâu ve’d-Devâ’, 234) Riya, bizzat Hz. Peygamber tarafından, şirkin en tehlikeli, en kahpe şekli olarak tanıtılmıştır. Müslüman görünümü altında şirke batıran bir başka sebep, Mâûn suresi ihlali yapmak yani kamu imkânlarının, ait oldukları yere ulaşmalarına bir biçimde engel olmaktır. Mâûn suresi bunu, dinin inkârı olarak tanıtmıştır. Bu halk bu gerçeği, ilk kez, bizim ‘Mâûn Suresi Böyle Buyurdu’ adlı eserimizden öğrendi.
Mâûn suresi ihlali yapan ve böylece müşrik sıfatına müstahak hale gelenler tevhit mabedi inşa ve imar edemezler, ederlerse oralarda tevhidin ibadeti yapılamaz. Ne yazık ki, tarih boyunca, cami yaptırmada en önde gidenler, Mâûn ihlalinde en önde gidenler arasından çıkmıştır. Bu gerçeğe işaret için olacak, Hz. Peygamber, ‘bütün ümmetlerin felaket sebep-lerinden birinin de mabet yaptırmada aşırılık’ olduğunu, kendi ümmetinin felaket sebebinin de bu olacağını mucize bir ihbarla bildirmiştir.
Tevbe suresi bize müthiş bir ihbarda daha bulunmaktadır:
Müşrikler Allah’ın düşmanıdır. Allah’ın düşmanlarının tevhidin mabedine ve dinine ellerini, dillerini dokundurmaları olumlu karşılanamaz.
TEVBE SURESİ 17-19 MUCİZESİ
Tevbe suresi, iniş sırasıyla 113. suredir yani, en son inen iki sureden biridir. Bunun bir anlamı da şudur: Daha önce inmiş surelerdeki kavramların anlamlarını belirlemede en hayatî ayetlerin (müfessir ayetlerin) bir kısmı bu surededir. Bu surenin 114. ayeti, Hz. İbrahim’in şirk dinine hizmeti meslek edinmiş müşrik babasını ‘Allah’ın düşmanı’ olarak anmakta ve
böylece, müşriklerin birer Allah düşmanı olduklarını hükme bağlamaktadır.
İmdi, müşrikler, Kur’an’ın hükmüyle birer Allah düşmanı ise onların tevhit mabedine el sürmeleri, oraya herhangi gerekçeyle hizmete kalkmaları, meziyet olarak görülmek şöyle dursun, kabul bile edilemez.
Açık veya hükmî müşrikler (riyakârlar, Mâûn mücrimi talancılar) bir biçimde mabet inşa ve imar etmişlerse muvahhit müminlerin oralara girmemesi gerekir. Kur’an’ın hükmü budur. Bu hükme rağmen oralarda namaz kılmaya kalkanlar, ‘örtülü şirk’e ve ‘maskeli müşrikler’e destek vermiş konuma düşerek dolaylı yoldan Mâûn suçlusu olurlar. Kur’an bize bildiriyor ki, Mâûn suçlusu maskeli müşrikler, çeşitli oyunlarla kendilerini saklayabilirler, hatta Allah’ın avukatı gibi ortaya fırlayıp halkı Allah ile aldatabilirler de… Ve bu aldatmanın getirdiği nemalarla hem kasalarını doldurup hem de birkaç yüz metreye bir cami yaptırabilirler. Ama Allah’ın, “şirk bulaşmış bütün eylemlerin sonu hüsrandır” (Zümer, 65) hükmünü saf dışı edemezler. O camilerin sayısı arttıkça o maskeli müşriklerin egemen olduğu ülkenin ve halkın da hüsran ve sefaleti artar.
Tevbe 17,18, 19 ve 114. ayetlerden çıkan matematiksel kesinlikteki gerçek budur. Bu gerçeğin duyurulması birçoklarının canını yakacaktır ama neyleyelim ki, hükmü veren, bizim kitaplarımız değil, Kur’an’dır.
Yorum Gönder