AKP 2002 yılında, ABD desteğinde iktidar oldu. ABD’nin BOP planını gerçekleştirmek üzere “Ilımlı bir İslam Devleti” için kolları sıvadı.
Çünkü bundan tam 20 yıl önce, 1992′lerde Fuller, Türkiye’nin Yeni Dünya Düzeni içerisinde emperyalistlerce belirlenen konumunu şöyle açıklamıştı:
”Ilımlı İslam’ı benimseme, Atatürk’ün görüşlerinden vazgeçme, Ortadoğu ve Kafkaslar’da serbest piyasanın ve ABD’nin tavsiye ettiği İslamı yaymak…” (İkibine Doğru, 8 Kasım 1992)
Dinci kesimler başlangıçta, ”asıl amaçları”nı gözlerden uzak tutabilmek için ”takıyye” yöntemini kullandılar. Onlara göre, (yalan söylemek de geçerli olmak üzere) ”nihai hedefe varana kadar, yani sonuca ulaşana kadar, her yöntem, her yol mubahtı…” (Hocanın Okulları, İÜ Basımevi, İstanbul 1988, s. 28)
Şeriatçılar, demokrasiyi ve siyasal partileri, Amerika’nın güdümünde ve denetiminde bir din devleti kurmak için kullanılması gereken araçlar olarak görüyorlardı. Bir İslamcı ”mevcut düzenin olanaklarından sonuna kadar yararlanmasını” bilmeliydi. Bu konudaki görüşlerini Şevki Yılmaz şöyle açıklıyordu:
”Türkiye’de Müslümanları selamete çıkarmanın, hürriyete kavuşturmanın yolu, mevcut düzeni kullanmaktan geçer. Müslüman, bulunduğu mekânda, mevkide ve zamanda davası için düzeni kullanabilmelidir…” (Şevki Yılmaz, Taraf Dergisi, 1993)
Düzeni kullandılar. Demokrasiyi kullandılar. Bu günlere geldik.
Şimdi ne Cumhuriyet kaldı, ne laiklik. Ne ordu kaldı, ne eğitim. Ne Atatürk kaldı, ne devrim.
Komutanlarımız birer birer tutsak alınırken seyrettik.
Her taraf imam hatip doldu. Diyanet İşleri bütçesi Yüzde 22 artışla 2012’de 3 milyar, 891 milyon lira…
10 yılda 818 şehit verdik. PKK şimdi, Türkiye’nin Güneydoğusunu almak için savaşıyor…
Peki, bütün bunlar olup biterken yurtseverler ne yapıyordu?
Toplu, çoklu gevezelik yapıyorduk.
Bilgisayarlarda, internetlerde paylaşım ve dedikodu yapıyorduk. AKP’nin icraatlarını anlatıyorduk birbirimize… Sövüp, sayıyorduk…
Verdiler elimize bir oyuncak, “Buyrun, oynayın…” dediler. Oynadık.
Ama “Atı alan Üsküdar’ı geçti…”
Ya da konferans salonlarında, (ben de dâhil), açık oturumlar, paneller düzenledik. Bilinçli, aydın insanlarla söyleşiler yaptık… Rahatladık…
Ne var ki emekçi kesimin, çoğunluğun hiçbir şeyden haberi olmadı. Bizi duymadı.
O yine TV’lerdeki “İzdivaç Programları”nı izlemeye devam etti. Eş arayan 70’lik dedelerle, ninelerle birlikte göbek attı… Ama yeri gelmişken hemen şunu da belirtelim: Bunu söylemekle aydınlanma, aydınlatma toplantılarına, konferanslara, bilgisayar paylaşımlarına karşı olduğumuz sanılmasın. Elbette iletişim kurmak, haberleşmek için bunlar da gerekli. Elbette hedefe ulaşabilmek için her araçtan, her yöntemden yararlanmak zorundayız. AMA YANLIŞ OLAN BUNLARI TEK MÜCADELE ARACI SAYIP, ONLARA BAĞIMLI HALE GELMEK…
Örgütlenme olmadan, birleşme, bütünleşme olmadan, hiçbir şey olmaz…
Yurtsever örgütlere sesleniyoruz: Ne CHP içindeki yurtsever kesim, ne İP, ne ÖDP, ne TKP, ne de HEPAR tek başlarına bir varlık olabilirler. 30 – 40 kişi ile yapılan basın açıklamalarını, direnişleri sadece biz duyarız, biz görürüz.
Vakit doluyor.
10 yıldır kendimiz çaldık, kendimiz söyledik, kendimiz dinledik. Ve elbirliği ile Cumhuriyeti yok ettik.
Bu “Tam bağımsızlık mücadelesi”nin “Zonguldak Madenci Yürüyüşleri”ne ihtiyacı vardır. Onun için temizliğe TÜRK-İŞ’in başındakilerden başlamak gerekiyor.
Bu “Tam bağımsızlık mücadelesi”nin “Cumhuriyet Mitingleri”ne ihtiyacı vardır. Ama bir öncü kılavuzluğunda, örgütlü, bilinçli bir yönetim altında…
Hepsinden önemlisi yeni “Erzurum, Sivas kongreleri”ne ihtiyacı vardır.
Ne demişti yüce Atatürk:
“Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti İtilaf Devletlerinin etki ve denetimi altında kalmış bulunduğundan yüklendiği sorumluluğun gereğini yapamamaktadır. Bu durum milletimizi yok olmuş gösteriyor.
…Milletin bağımsızlığını gene milletin kararlılığı kurtaracaktır…
…Bunun için yapılan haberleşmeler sonucu her taraftan yapılan öneri ve ulusal istek üzerine Anadolu’nun her bakımdan güvenilir yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır…”
Eylem zamanıdır şimdi. Direniş zamanıdır… Ve en önemlisi Ulusalcı partilerin birleşme, bütünleşme zamanıdır. Güç birliği zamanıdır. Demokratik hakları sonuna kadar kullanma zamanıdır… Halkın arasına karışıp, bölünmeyi parçalanmayı, talanı, yağmayı, ihaneti ve olacakları anlatma zamanıdır…
Çünkü kimse oynanan oyunun farkında değil… Yandaş medyayla, televizyonlarla, dizilerle, “vur patlasın çal oynasın” programları ile halk uyutuluyor. Sadaka ekonomisi ile kul köle yapılmak isteniyor.
KAPALI KAPILAR ARKASINDA, SANAL ÂLEMDE GEVEZELİĞE, DEDİKODUYA, “SEN BEN KAVGASI”NA DÖNÜŞEN SÖZ BİTMİŞTİR. AĞIZ DALAŞI BİTMİŞTİR ARTIK.
Öğrenelim, öğretelim. Bilinçlenelim, bilinçlendirelim. Anlayalım, anlatalım. Köylülerle, esnafla, işçiyle kaynaşalım. Bütünleşelim. Tek vücut olalım.
Halktan ayrı düşmüş aydınların, devrimcilerin, demokratların devrimci mücadelede hiç yeri yoktur. Çünkü onlar, kuşdiliyle söylevler veren papağanlara dönüşmüşlerdir.
Ne yazık ki, halkla bütünleşme işini şeriat ordusunun fedaileri bizden çok daha iyi başarmaktadırlar. Birbirlerine düşmeden, bölünmeden, parçalanmadan, kenetlenmiş bir biçimde, ruh ikizleri gibi anlaşarak ev ev, apartman apartman, sokak sokak, cadde cadde, köy köy dolaşıp kendilerine kul köle olabilecek mücahitlerin sayılarını artırmak için çaba harcıyorlar.
Bir zamanlar devrimciler birbirini yerken, onlar, 2002’lerden de önce planlı programlı, bilinçli adımlarla ve sabırla yollarına devam ettiler, özveriyle çalıştılar, bugünlere geldiler.
Yani AKP, gökten zembille inmedi.
ABD’yi, AB’yi emperyalist devlet olarak kabul eden, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizmle hiçbir alanda uzlaşmayan, sol olsun, sağ olsun tüm partiler, gruplar, bireyler güç birliği temelinde bir araya gelip; antifaşist, antiemperyalist cephede, ulusal çizgide birleşmeli, vatanın kurtuluşu yolunda gerektiğinde bir sıra neferi gibi mücadele etmesini de bilmelidirler.
Ali Eralp
Yorum Gönder