Muhatabına açık mektup!…
Savaş içindeyiz… Hem soğuk, hem de toplu tüfekli bir sıcak savaşın içinde…
Başta medya olmak üzere; siyasi erkin emir ve komutasında hareket eden çok sayıda sözde sivil toplum kuruluşları da var bu savaşın içinde…
Cemaatler, tarikatlar, çıkarcılar, soyguncular, vurguncular tarafından dini telkin ve aldatmayla beslenip, yalanlarla, takiyyelerle süslenen pervasız bir savaşın içinde…Her biri, kendilerine verilen rolleri başarıyla oynamaktalar.
Parasal ve ekonomik güç onlara her türlü propaganda olanaklarını sağlamakta; yardım, teşvik, sosyal destek adı altında çıkarcı, esnaf, tüccar, sanayiciye imkanlar tanınıp, taraftarlar yaratılmakta.
Soğuk savaş cephesi bu!…
Burası Türkiye! Ya sev, ya terk et!
Savaşın sıcak cephesinde ise; asırlardan beri, başta enerji olmak üzere Ortadoğu coğrafyasına göz dikmiş, stratejik konumundan ötürü, Türk topraklarında gözü olan; Sevr hevesi kursaklarında kalan, Lozan ile tapunun Türkiye Cumhuriyeti’ne bir kez daha tescillenmesine tahammül edemeyen, intikam hırsıyla yanıp tutuşan emperyalist güçler vardır.
Bu amansız intikamı almak adına emperyalizmin desteklediği bölücü unsurlar da, sıcak savaş cephesindel!..
Hedefte; Cumhuriyet ve onun değerleri var. Kemalizm, ulusal birlik, laiklik, sosyal hukuk devleti var. Yobazlığı hakim kılmak var!..
İçerde hainlere, dışarıda düşmana karşı Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevini üstlenmiş, bağımsızlığın teminatı ordu var…
Emperyalist güçler, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı, sıcak savaşın sürdürülmesi adına 40 yıldır, bölücü unsurlara her türlü, ekonomik ve siyasi desteklerini sürdürmektedirler.
Yetkililerce, yeri geldiğinde bölücü unsurların hangi kaynaklardan açıkça beslendiğinin, bilindiği vurgusu ise bir başka garabettir…
İşte tam da bu noktada su yüzüne çıkmakta aymazlık:
Bölücülüğe, destek sağlayan emperyalist güçleri, dost ve müttefik bilmek…
Daha ötesi; dost ve müttefik(!) bildiklerimizin taşeronu olmak!..
Daha da ötesi; Cumhuriyet’in içinde bulunduğu tehlikeleri görmemek!…
Vehamet boyutunda çok daha ötesi; gördüğü halde, görmezlikten gelmek!.. Hani şeytandı bilip de, sessiz kalan!..
Bunun da ötesi; bu cumhuriyetin, nelerin bedeli kurulduğunu göz ardı edip; emperyalist art niyetli unsurlarla birlikte, yıkıcı ve bölücüler safında yer almak!..
******
Türkiye Cumhuriyeti’ne kem gözle bakan dış unsurların sıfatı belli: Düşman.
Ya dış güçlerin ve yıkıcı unsurların safında yer alan iç unsurların sıfatı nedir!?
Salt “Aymazlık” sıfatı yeterli mi!?…
*******
“Doğurmasın bildik; korumasını bilemedik!..” derdi ninem… “Çünkü yazgısını biz yazmadık!” diye eklerdi. Çaresiz ve umarsızdı o…
*******
Oysa; Cumhuriyeti biz kurduk!.. Halk kurdu, halkın gücü kurdu… Hem düşmanla, hem de hainlerle savaşarak!… Emperyalist 7 düvele karşı, hem de yokluklar içinde; amansız bir kurtuluş savaşı vererek… Hiçbir dış güçten yardım ve icazet almadan!… Dedelerimiz, babalarımız, atalarımız söke söke aldı Ülkenin tapusunu!…
Madem kurmasını bildik; korumasını da bilmek zorundayız…
Madem ki; Ülkenin yazgısını bu milletin azim ve kararı belirledi; tam da bu nedenle, ülkenin kaderi, taşeronlara, eş başkanlara, üç beş ihanet erbabına, kurtuluş savaşı inkarcılarına, çıkarcı ve irtikap sürüsüne bırakılamaz!..
Sopa gösterilerek yönetme dersi alanlara, gördüğü sopanın gereğini yerine getirmek adına, halkına sopa gösterenlere bırakılamaz!..
İçeriye kör; dışarıya şaşı bakıp göz kırpanlara ise hiç bırakılmamalı!…
İş o denli pervasızlık noktasına ulaştı ki; üç-beş Sevr artığı yeni Artin Kemal’ler; Lozan’ın meşruiyetini tartışır hale gelde. Neymiş!?… İstanbul Meclisi feshedilmediği için, Ankara Meclisi meşru değilmiş, meşru olmayan bir meclisin iradeleri de meşru sayılmazmış!..
İhanetler güçlendikçe, Sevr artıklarının cesaretleri ve söylemleri de artmakta.
Ülke sevdalılarının tahammül ve sabır sınırları da gün be gün zorlanmakta.
*******
Tehlikenin farkında olmamak, sonucuna katlanmayı zorunlu kılar.
Sahte Haham,Tuncay Güney; Mustafa Mutlu’ya yazdığı mektupta, Ordu ve adalet üzerinden Ülkenin düşürüldüğü duruma atfen; “Bu bir oyun. Oyunda herkes üstüne düşeni yapar. Kemalizm iflas etmiştir. Ekonomi ve siyasi hayatımızı yönlendiren global patronlar ‘başkanlık sistemi’ istiyor. Rejim değişiyor. Kürtler haklarını alacak.” Diyor.
Arınç da bu sözleri, “ne isterlerse vereceğiz” diyerek teyit etmemiş miydi!? “Dil, eğitim, kimlik hakkı ne varsa vereceğiz”demiş ve eklemişti; “Cebimizden vermiyoruz ya” diyerek, sanki kadıya mülk sandığı serveti bağışlıyordu!..
Oysa; Bilmiyor mu asıl istenenin Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünme-paylaşılma fermanı olduğunu?
-Kürtler ne isterlerse vereceğiz’e, anında ek talepli tepki, gecikmeden gelmedi mi; Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana’dan!?..: “Özerklik yetmez!..”
- “Güzel şeyler olacak!..” noktasından hangi noktalara gelindiği kadar; bu noktalara gelişte kimlerin rol oynadığı da açık değil mi!?..
Şu sözler de bir köşe yazarına ait: (dilerseniz bulursunuz yazının tamamını)
“Cumhuriyeti koruma” refleksiyle politika yapmanın anlamı kalmadı; çünkü o cumhuriyet artık yok… Ne devlet hâlâ laiklerin, ne de rejim artık onları temsil ediyor.
Devlet kati biçimde el değiştirdi. Ve laiklerin onu eski haliyle geri alma şansı yok. Dolayısıyla bu devlet üniter olsa ne fark eder, olmasa ne fark eder?..” Yorum sizin!..
Devletin temeline dinanit koymak mıdır siyaset!?… Böylesi bir siyasete destek vermek midir mi milli irade!?.. Bedeli olmamalı mı; ülkeye, sokakta bulmuş muamelesi yapmanın!?..
Siyaset adına yapılan tahrifatlar, sonuçta tahribata dönüştü!..
Bu dönüşümün planlaması büyük bir mühendislik becerisiydi, uygulaması da eşgüdüm gerektiren bir ekip işi…
Kendiliğinden, ya da üç beş kişiyle olacak iş değildi planlanan durum yani!…
Bunun işaretleri; “hazmettire-hazmettire!..” denilerek yıllar önce verilmemiş miydi; kah;gözdağları verilerek, kah; öfke hitabete sanat eylenerek, kah; siyasi erkin tüm olanakları, gücü ve yetkisi kullanılarak!.. Kah dayatmalı kanunlar çıkarılarak!..
Her konuşmada, 36.5 etnik kökenin sayılıp dökülmesi, sanki, demokratik hakların tesciline yönelik iyi niyetle yapılmış bir vurgu gibi gösterilmesinin bedeli; farklılıkların kutsanması üzerinden ayrıştırmaya gitmek olarak çıktı karşımıza… Kaşındıkça kaşınan yara, kongren oldu. İş, bir bölümü ana gövdeden ayrıştırma-bölme noktasına kadar geldi…Bu gün, içerde ve dışarıda açıkça dillendirilen pervasızlık bu değil mi!?..
Her sözün başında, sayılıp dökülen etnik kökenler, bir projenin gereği miydi acaba!?… Şimdi meyvesi mi toplanıyor!?.. İşte bu nedenle midirdir, “özerklik yetmez!” hezeyanlarının cesaretle söylenmesi …. Hezeyanların bu kadarla bitmeyeceği de kesin değil mi!?..
Oval odalarda, ‘ağır misafir’ statüsünde ağırlanmakta hezeyanın sahibesi…
“Ne isterlerse vereceğiz!” sözünün ayrıntıları mı yoksa gündem!?…
Mehmet Halil Arık, Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
Yorum Gönder