Köyün birinde, ağanın çok güzel bir arabası ve bir atı varmış. Kasabaya giderken, arabanın sürücüsü dayanamamış, ağaya şöyle demiş:
“-Ağam ne güzel arabanız ve atınız var. Köyde herkes bu arabayı ve atı hayranlıkla seyrediyor. Ben de çok beğeniyorum”.
“-Bana bak, çok beğeniyorsan sana satayım”.
“-Aman ağam nerede bende para, nasıl alırım?”
“-İşin o tarafı kolay, paraya gerek yok. Sen şu atın b..kunu ye, araba da at da senin olsun”.
Ağa gerek kafa bulmak için, gerekse bunu yapamayacağı düşüncesi ile böylesine bir laf edivermiş.
Sürücü, arabaya ve ata sahip olabilmenin heyecanıyla, isteneni yapmış… Ardından kasabaya gitmişler. Alışveriş bitip köye dönerken, ağanın suratı asılmış.
Sürücüye:
“-Ben şimdi köye dönünce millete ne diyeceğim?
“-Ağam istiyorsan, sana arabayla atı satayım”.
“-Öyle mi, peki kaça satacaksın?
“-Aldığım fiyata satarım ağam”.
Boş bir iddia ile en güzel atı ve arabasını marabasına, işçisine satan kaptıran ağa, köye nasıl gideceğinin, incinecek onur ve şerefini düşünür ve işçisi araa sürücüsünün teklifini kabuletmekten çare bulamaz.
“-Bana bak… Eğer birine söylersem seni çok kötü yaparım”.
“-Yok, ağam, yemin ederim kimseye söylemem”.
“-Pekiyi o zaman”, demiş ve ağa da atın b..kunu yemiş…
Köye yaklaşırken arabacının güldüğünü fark eden ağa sürücüye çıkışarak şöyle demiş:
“-Ne gülüyorsun ulan?
“-Şey ağam aklıma bir şey geldi de”…
“-Ne geldi?”
“-Biz köyden çıktığımızda bu araba ve at kimindi?”
“-Kimin olacak ulan tabi benim”…
“-Peki, şimdi köye dönüyoruz bu araba ve at kimin?”
“-Kimin olacak tabii benim”…
“Peki ağam o zaman sen de ben de bu b..ku niye yedik?”
Ta öteden beri, toprak ağası, sendika ağası, siyaset ağası, bilmem ne ağası gibi çeşit çeşit ağaların bol olduğu ülkemizde, durup dururken aklıma bir ağa maraba fıkrası geliverdi. “Allah fakiri sevindirmek için eşeğini kaybettirir, geri de buldurur” gibi nice fıkra ve öykülerin anlatıldığı köy odaları ve kahvehanelerde, bir kusuru işleyip de affa uğrayan insanlar için “söz faraza” diyerek daha neler anlatırdı eskilerde. Nerede o eski ağalar, o marabalar…
Çağdaş hiciv ustalarından Namdar Rahmi nin aşağıdaki dizeleri, zamanımızla tam örtüşmüyor mu?
Bir soğan soyulurken,
yaşarıyor da gözler
Hazine soyulurken, aldırmıyor öküzler
Hayadan eser yoktur, beyhude bütün sözler
Nafile inat etme, hemen salla başını
Uslu otur hoş geçin, zıkkımlan maaşını.
***
Görmüyoruz sanmayın iç yüzünü işlerin…
O doğru duruşların o iğri gidişlerin…
Neler çiğnediğini hiç durmadan dişlerin…
Ne yolda dolduğunu o yaldızlı fişlerin,
Biliriz yenileni kuzu mudur, tavşan mı,
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Maroken koltukların çıkardınız tadı
nı…
Yokladınız güzelin evcilini, yadını,
Şu ince belli kızı, şu fırıldak kadını.
Ne dediniz olmadı, bir yosma mı, civan mı?
Sizin ki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Sizler de bizdendiniz ne çabuk ayrıldınız?
Her biriniz en yüce yerlere kayrıldınız,
Kiminiz doğruldunuz, kiminiz eğrildiniz.
Böylece zevk içinde yaşarsınız yalan mı?
Sizin ki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Yok, mu ata malından azıcık pay bize de?
Adımız hiç görülmez pasaportta vizede…
Biz de gezmek isteriz Londrada Gize de…
İsterseniz gideriz hatta Portekize de…
Bizim yerimiz sade Sivas, Erzurum, Van mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Ne sorulur bilseydik, amcamız, dayımız mı?
Değilse nemiz eksik aklımız boyumuz mu?
Yoksa beğenilmiyen bir kötü huyumuz mu ?
Bizim kanımız başka, sizin ki başka kan mı?
Sizin ki tatlı canda bizim ki patlıcan mı?
Bizler de sizin gibi yorulmak istiyoruz…
Divanda encümende kurulmak istiyoruz,
İnsanlar sırasında görülmek istiyoruz.
Kırk yıl pösteki gibi sürünen de insan mı?
Sizin ki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Süründük bu kadar yıl Aydın’ da, Muş ‘da, Van’da…
Kahve gibi kavrulduk, döğüldük bu havanda
Şöyle bir yaşamadık Karlisbat da Lozan da…
Fakat arılar gibi çalıştık bu kovanda…
Balı,
kaymağı sizin bize acı soğan mı?
Sizin ki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Yorum Gönder