Nilgün Cerrahoğlu cumartesi yazısında, “Büyük Ortadoğu” ülkelerinin sınırlarını, siyasi yapılanmalarını yeniden düzenleme projelerinin, ABD dış politika çevrelerinde ne kadar yaygın bir fantezi olduğunu bir kez daha anımsattı. Aynı günlerde Reuters, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Türkiye’nin sınırları aynı zamanda NATO’nun da sınırlarıdır” sözlerini aktarıyordu . Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik çalışmasının “bir başyapıt” olduğunu söyleyen, Yeni Türkiye kitabının yazarı Graham Fuller’in “Türkiye’nin daha çok sola ihtiyacı var” sözlerine tepkiler de azalarak da olsa devam ediyordu.
Türkiye’de yaşayanlar çeşitli “fantezilerin” (Gerçeğin etkilerini gizleyen kurgular) nesnesi olmaya zorlanıyorlar. Bunlardan biri “Sykes-Picot” sınırlarının “yapay” olduğu gerekçesiyle yeniden çizilmesine ilişkin.
‘Küçük güzeldir’
Bu fantezi, ilk önce “Demokratikleştirme projeleri açısından küçük ve etnik olarak homojen devletler çok daha uygundur ” savına dayandırılarak Kosova Savaşı sırasında Thomas Friedman tarafından ortaya atılmıştı (New York Times, 06/08/99). Daha sonra, ABD’nin eski Hırvatistan konsolosu, “Kürdistan” uzmanı Peter Galbraith tarafından 2004’te Irak’a transfer edildi. Albay Ralp Peters’in Army Journal’da yayımlanan, gazetemizde de aktarılan haritaları Pentagon’da birilerinin bu fantezinin coğrafi sonuçlarını tasarlamaya başladıklarını gösteriyordu. Vanity Fair’de “Kumdaki çizgiler” tartışması (Ocak 2008), Jeffrey Goldberg’in The Atlantic Monthly’deki “Birliğin durumu: Yeni Ortadoğu...” araştırması da bu “fantezinin” ürünüydü. Council on Foreign Relations’un dergisi Foreign Affaires’in Mart/Nisan 2008 sayısında Jerry Müller bu yaklaşıma teorik temel sağlamaya çalışıyordu
Bu uzmanlara göre, Ortadoğu’daki devletlerin sınırları doğal (etnik, dini bölünmüşlüklere uygun) değilmiş; barışı sağlamak, demokrasiyi geliştirmek için bu sınırlar yeniden çizilmeliymiş. Kısacası, bu bölgenin “ilkel”, duygusal, kültürel olarak olgunlaşmamış insanları (Amerikalıların, Avrupalıların aksine) etnik dini farklılıklarıyla birlikte bir arada yaşamayı bilemiyorlardı. En iyisi bunların, cinslerine göre ayrıştırılarak uygun biçimde şekillendirilmiş “ülkelerin” içine tıkılmasıydı.
Ülkelerin küçültülmesinin, sınırların geçirgenleştirilmesinin, ekonomilerin, kaynakların kullanıma açık tutulmasının, ABD’nin imparatorluk kurma fantezisine de (pardon projesine diyecektim) uyuyor olmasına ilişkin saptamalar, “emperyalizm” yaygaraları, “ulusalcıların”, “teröristlerin”, “darbecilerin”, “laik solcuların” uydurmasıydı.
Sınırların yeni bekçisi...
Böyle bir ortamda sıra Suriye’ye gelmiş, gözler Türkiye üzerinde odaklanmışken Der Spiegel, durumu, “Suriye’nin kaderi Türkiye’nin elinde” başlığıyla yorumlar, NATO 5. maddesini anımsatır, “Liberal Emperyalizm” fantezisinin (pardon teorisinin) mimarlarından Timoth Garton Ash’ın “Türkiye İngiltere’den daha önemli olacak” gazını genleştirirken Davutoğlu’nun “Türkiye’nin sınırları... NATO’nun sınırları...” saptaması, bölge halkları açısından aynı derecede tehlikeli bir “Yeni Osmanlı” fantezisine işaret ediyor.
Bu fantezi, Türkiye’nin Müslüman ve Osmanlı köklerinden dolayı bölgede bir “Stratejik Derinliğe” sahip olduğuna ilişkin, her dönemeçte hayatın duvarına çarparak dağılan (“sıfır sorun”, “Kudüs’te birlikte namaz”, Libya’nın doğal kaynaklarının talan edilmesine izin vermeyiz...”) bir başka fanteziyle yakından ilgili. Stratejik Derinlik çalışması “bölgede” güç yansıtabilmek için bir uluslararası hegemonik gücün kaldıracından yararlanmayı gerekli gördüğünden, çok tehlikeli, tarihte Roma İmparatorluğu’ndan bu yana birçok kez trajik sonuçlar üretmiş bir “taşeronluk” tezine açılıyor.
Bu fanteziler Davutoğlu’nu, uluslararası hegemonik gücün kaldıracından yaralanma adına, ülkesinin sınırlarının güvenliğini, hegemonik gücün güdümündeki bir uluslararası askeri örgütle (NATO’yla) paylaşmak gibi garip bir noktaya getiriyor.
Diplomatlar denetleyemeyecekleri bir “ardıştırma” (sequencing) sürecine itilmemeye çok dikkat ederler. “Ardıştırma” bir adım attıktan bir süre sonra kendinizi, baştan hiç de niyet etmediğiniz bir seri başka adımı atmak zorunda kalmış olarak bulma riskine ilişkindir... Ya da karşınızdakinin belli bir adımı atmaya ikna ederek bundan sonra atacağı adımları tümüyle sizin denetiminizde seçmek zorunda kalacağı bir durumun içine sokma becerisine...
Bölgede sınırları yeniden tanımlamaya niyetli güçlerin, bu amaca uygun bir seri “ardıştırma” üzerinde çalıştıkları bir “durumda”, ülkesinin sınırlarının güvenliğine başkalarını ortak etmek, acaba az sonra hangi başka adımları kabul etmeyi getirecektir?
Bitirirken, Deleuze’ün “Ötekinin fantezisinin nesnesi olduysanız oyuldunuz (foutu) demektir” uyarısını bir kez daha anımsatmak istiyorum.
Fuller’e gelince onun mesajının muhatabı, hemen ardından koşup Zaman gazetesine, solu karalayan demeçler veren “evet ama yetmez”ciler. Fuller’in “sol” arayışı, coptu, biber gazıydı demeden sokaklarda baskıya, sömürüye, haksızlığa itiraz etmeye devam edenleri hiç ilgilendirmiyor.
Yorum Gönder