Başbakan her salı günü partisinin grup kürsüsünden, ülkenin genel durumu, hükümetten çözüm bekleyen sorunlar hakkında düşünce açıklamak yerine, ısrarla anamuhalefet partisini hedef alıyor.
Daha doğrusu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin geçirmiş olduğu büyük değişimleri de görmezden gelmekte ısrar ederek; İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı dönemini nasıl eleştirebilirim diye devlet arşivlerinde özel taramalar yaptırtıyor.
Aradıkları, Hitler Almanya’sının Trakya; Stalin dönemi Sovyet Rusya’nın da Ardahan-Kars varoşlarına dayandığı, Boğazlar üzerinde hak iddia ettiği günlerde olağanüstü koşullar altındaki ülkenin savunması için alınmış olan seferberlik önlemlerini büyüteçlerle çarpıtacak örneklerdir.
Öylelikle de bugünkü kuşakların beyinlerini yıkayarak merhum İsmet İnönü’yü din düşmanı olarak göstermek! Dünkü grup konuşmasının bütün dolgu malzemesi, 1940’lı yıllarda hangi camilerin amacı dışında kullanıldığı, ahır haline getirilerek, süvari ve topçu birliklerinin atlarının bile bağlandığı temaları üstüne kurulmuştu.
Oysa, o günleri yaşayanlar bir yana; bugünkü orta yaşlı kuşaklar bile, İkinci Dünya Savaşı belasından tek yurttaşın burnu kanamadan nasıl masun kalındığını okuyarak, yabancı belgeselleri beyaz camda izleyerek öğrenmişlerdir.
Genç, yaşlı demeden tüm erkeklerin silah altına alındığı bir dönemde, vatan çocuklarını Trakya’nın acımasız kışında yatıracak yer bulmak, hele o dönemin bütçesinin koşullarında kolay değildi Recep Tayyip Bey.
Sizi de haksız yere cezaevine sokan o şiirde vurguladığınız gibi, “Minarelerin süngü, kubbelerin miğfer” olarak kullanılması, kutsal inançlarımızın düşman çizmeleri tarafından çiğnenmemesi için başvurulmuş olan çözüm seçeneklerini evirip çevirerek kürsü malzemesi yapmaktan vazgeçmelisiniz.
Erdoğan iyi bir tarih bilincine sahip değilse, onun sorumlusu da İsmet İnönü değil, kendisinin merhum babası Ahmet Erdoğan’dır. Okullardaki tarih öğretmenleridir. Birkaç kez yazdım.
Çankaya’daki Pembe Köşk’e protokolsüz girebilen birisi olarak şahidim; ikinci kattaki yatak odasında, rahle üstündeki Kuranıkerim, namaz seccadesi rahmetli Mevhibe İnönü’ün ayrılmazları arasındaydı.
Paşasının elbiselerini de itina ile hazırlayan Bayan İnönü, ceketinin göğüs ceplerine küçük bir Kuran’ı koymayı da ihmal etmezdi. Pembe Köşk’ün vazgeçilmeyen geleneklerinden birisi de, özel davetlilerin katılımı ile okunan mevlitlerdi.
Bunların hiçbirisi gösteriş aracı olarak yapılmadı ve kullanılmadı.
***
Bugünkü yazıda, aslında Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki güncel hizip çekişmelerini ele almayı düşünmüştüm. Değerli bir hekim olan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı’nı görevinden bıktırıp usandıracak kadar, kamuoyu önünde sergilenen çirkin tezgâhtan, perde gerisindeki o iflah olmaz hizip başının amigolarından bahsetmek istiyordum.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin yakın gelecekte yeniden bir umut partisi olabilmesi için özellikle Ankara, İzmir ve İstanbul gibi metropolleşen kentlerde taze kana gereksinme duyulduğunu vurgulayarak, yerel önderlere düşen özveri ve sorumluluk yükümlülüklerini ele alacaktım.
İktidar partisi liderinin dünkü salı vaazındaki değişmez plak, beni alıp eskilere götürünce, tüm bu konular bir başka yazıya kaldı.
Sayın Erdoğan’a şu kadarını anımsatayım: Şayet gözü Çankaya’da ise ve Cumhurbaşkanlığı gibi, tüm cumhurun başkanı olmayı düşünüyorsa Sayın Abdullah Gül’ün izleri üstünde yürüsün.
Yorum Gönder