2011’in “film gibi olayları” kayda düşülürken Rastani hatırlanacak.
Alessio Rastani hafta başında kimsenin tanımadığı bir isimdi. Bir haftada ünlü oldu. Çünkü ekonomik kriz hakkında yapılan “üç dakikalık” bir BBC söyleşisinde “borsa simsarı” kimliği” ile bomba etkisi yaratan açıklamalar yaptı.
Stüdyodaki habercileri bile şaşkınlığa uğratan açıklamalarında Rastani bir “borsa simsarında” görülmemiş dobralıkla; 1- dünyayı hükümetlerin değil “Goldman Sachs” –yani finansın!- yönettiğini, 2- borsacıların, ekonomik sorunların çözümüyle zerre kadar ilgilenmediklerini; önceliklerinin ekonomik sorunlar üzerinden para kazanmak olduğunu; 3- ’29 krizinin, bu fırsatlardan yararlanmasını bilen milyarderler çıkardığını; 4- akşam yatağa girerken (yeni vurgun fırsatları yarattığı için!) kendisinin heyecanla yeni krizler düşlediğini; 5- son resesyonda milyonlarca kişinin tasarruflarının eriyeceğini 6- bunun önümüzdeki yıl içinde gerçekleşeceğini söyledi.
BBC ekranlarında -orada bulunan habercileri bile donduran!- böyle bir söyleşi ile karşılaşmak; herkeste gerçek ötesi bir “reality show” programı izlemek duygusu yarattı.
Rastani çünkü hepimizin bildiği; bilmese de tahmin ettiği şeyleri BBC’de seslendirmek suretiyle; küresel düzene ilişkin “derin bilgilere”(!) beklenmeyen bir “meşruiyet” kazandırmıştı.
Bunun üzerine ortalık karıştı.
Hafta boyu; küresel medyalar Rastani’yi bir modern zamanlar “Forrest Gump”ına dönüştürmeye çabaladılar.
Rastani; kendinden menkul, ne dediğini bilmeyen “marjinal bir borsacı” konumuna indirgendiğinde nihayet rahat nefes alındı. Ne idüğü belirsiz gariban bu borsa simsarının söylediklerinden böylelikle “meşruiyet perdesi” kaldırılmış oluyordu.
‘İncik boncuk ekonomisi!’
Önceki akşam, “Kafes-Hoodwinked” kitabının yazarı John Perkins için düzenlenen yemeğe gidebilseydim; Perkins’ten yaşanan bu “küresel Rastani şokunun” kapsamlı bir analizini isteyecektim.
Yemeğe davetli olduğum halde çok yazık ki gidemedim. Ama orada bulunamamanın acısını, “New York Times”ın (NYT) aylarca bestseller listelerinden inmeyen “Kafes”i oturup gece boyu hatmederek çıkartmaya çalıştım.
Hayatının bir döneminde “ekonomik tetikçi/ET” olarak çalıştığını beyan eden ve yıllar içinde nedamet getiren Perkins; aslında Rastani’nin söylediklerinin -geniş, ayrıntılı- çözümlemesini sunuyor.
Kitap Oscar ödüllü “Inside Job/Gizli İşler” belgeseli ile aşina olanlar için çok yabancı değil. Geçen yılın “Cannes Film Festivali’nde” gösterildiği andan itibaren “olay” olan “Inside Job” gibi tıpkı, “Kafes” de; bir vakitler “dünyanın en büyük başarı öykülerinden biri olan”- İzlanda ekonomisinin-kulaklarımıza küpe olsun diye anlatılan!- iflası ile başlıyor.
Kuzey mitolojisinde iyilik denli kötülüklerden sorumlu olan -gizemli yaratıklar- “Troll”lerden aldığı ilhamla İzlanda’yı bir “Troll ekonomisi” şeklinde tanımlayan yazar, gerçekte küresel kapitalizmi baştan sona bir “Troll kapitalizmi” olarak görüyor.
Yazarın derdi gerçekte “kapitalizmle” değil. Perkins hesaplaşmasını, iyi olduğu kadar –“Troll”ler gibi!- çok ürkütücü yönleri olan ve kontrol altına alınmadığında “kötü yönleri” denetimden çıkan çürümüş/tefessüh etmiş kapitalizmle yapıyor.
Gençliğinde -bir ET olarak görev aldığı!- kapitalizmin, tefessüh eden dişlilerinden birine dönüşen, sonra “Kafes” ve kaleme aldığı benzer kitaplarla “günah çıkartan” Perkins; aslında çok tipik bir “Keynesçi”.
Keynes gibi o da kapitalizmin erdemlerine inanmakla birlikte sistemin ancak “devlet müdahalesi” ile reforma tabi biçimde sürdürülebileceğini düşünüyor.
Çürümenin temelinde bu nedenle Friedman ile ’80’li yıllardaki ABD Başkanı Reagan’ın bulunduğunu söylüyor. Sağlıklı kapitalizimin tarihlerini, 1933-1980 yılları olarak kayda düşüyor.
‘Şirketokrasi’ borçlu ülkeleri yutuyor
’80 sonrası süreçte Perkins; ihtiyaç olsun olmasın zorunlu tüketim şeklinde dayatılan “incik boncuk ekonomisinden” tutun; devletlere hâkim olan “şirketokrasi” ve bir kurt öyküsüyle (s. 63) anlattığı “kurtlar sofrasını” çağrıştıran çeşitli adlar veriyor.
Dev şirketler, “büyük miktarlarda borçlanmaları haklı gösterecek projelere” ülkeleri özendirirek -kurtlar gibi!- bekleşerek düşkünleştiriyorlar.
Perkins bu yüksek “borçla büyüme modelini”; “büyüme yanılgısı” diye adlandırıyor!
Sonrası hop armut piş ağzıma düş.
Borç yükü, katlanılamaz boyutlara ulaştığında şirketler ülkeleri yutuyor.
Perkins; tüm süreci soluksuz okunan bir roman gibi –ET’lik döneminden edinilen- kişisel deneyimleriyle anlatıyor. Sıkıcı bir konu olan ekonomiyi herkesin erişebileceği düzeye indiriyor. İran ve Çin gibi coğrafyalarda neler olup bittiğini Perkins’le birlikte iz sürerek kolaylıkla kavrayabiliyoruz.
“Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” düzenini merak eden tüm okurlara, Türkiye’de “April Yayıncılık”tan çıkan “Kafes”i hararetle tavsiye ederim.
Nilgün Cerrahoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder