Geçen hafta üç günlüğüne Atina’daydım. Benim için bildik, tanıdık bir kent burası. Ne var ki bu gidişimde Yunan dostlarımın önerilerine uyarak daha öncekilerden farklı olarak merkeze uzak, deniz kıyısında bir otele yerleştim. Çünkü kent merkezi şu sıralar oldukça karışık, grevler, yürüyüşler, mitingler, polis copları, cam çerçeve şangırtıları…
Bu nedenle görüşmelerimden kalan zamanlarımı bir “eski İstanbullular” semti olan Paloio Faliro’da geçirdim. İyi de oldu. Örneğin, Kumkapılı Prokopi Amca ile tanıştım. 81 yaşında, eski bir müzisyen, çello sanatçısı. Zeki Müren, Sevim Tanürek, Mustafa Sağyaşar gibi önde gelen Türk sanat müziği sesleriyle çalışmış. Konuşurken, anılarını anlatırken, “Ah o güzel İstanbul” derken, hüzünleniyor, gözleri sulanıyor.
* * *
Yunan dostlar daha önce tanık olmadığım bir endişe içindeler. Yunanistan için önerilip kabul edilen toplam 110 milyar avroluk ikinci kurtarma paketinin 8 milyarlık 6′ncı diliminin bir an önce gelmesini bekliyorlar. Fakat bu kolay değil, çünkü bunun için “Troyka” adı verilen Avrupa Birliği (AB), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) yetkililerinin onay vermeleri gerekiyor.
AB liderlerinin bu yıl 21 Temmuz’da vardıkları anlaşmaya göre, söz konusu ikinci kurtarma paketi özel sektörün elinde bulundurduğu Yunan tahvillerinde yüzde 21 oranında bir zararı kabul ederek bu ülkenin borç yükünün hafifletilmesini amaçlıyor. Ancak birçok ekonomist Yunanistan’ın borcunun sürdürülebilir olması için yüzde 50 oranında kaybın gerekli olduğunu düşünüyor.
Yunanistan’ın, özellikle de Yunan Hükümeti’nin işi gerçekten çok zor, çünkü 8 milyarın gelmemesi durumunda asker-sivil memurların maaşları gibi emeklilerin maaşlarının da ödenebilmesi neredeyse olanaksız. Hükümetin ayrıca 30 bin memuru “yedeğe alması” ve içlerinden 14 bininin işine son vermesi gerekiyor.
Maaşlar zaten her üç ayda bir kırpılarak kuşa dönmüş, bir de üstüne gelen yeni vergilerle sokaktaki insanın bütçesi altüst olmuş. Merkezdeki karışıklıkların, çatışmaların, şangırtıların temel nedeni bu; fakat ekonomik ve siyasal yaşamda tüm bu tepkilerin hiçbir karşılığı yok.
* * *
Merkezdeki karışıklıklardan söz ettim ya, bu, Atina’nın ve Atinalıların tümü için geçerli değil. Nüfusun yarısı olan bitenlerden endişe duyup soluğu Syntagma Alanı’ndaki gösterilerde alırken, öbür yarısı aynı endişeyi bastırmak için çeşitli yöntemlere başvuruyor. Krizden etkilenmeyen Atinalılar özellikle hafta sonları “buzukia” adı verilen, bir zamanlar bizdeki Tepebaşı, Kristal, Taşlık, Maksim gibi lüks gazinoları andıran yerleri doldurup ülkenin gözde ses sanatçılarını dinliyorlar. Atina’da bu mekânlardan çok sayıda var.
Bütçeleri buzukialara yetmeyenler ise tavernaları yeğliyor. Hafta içi ya da sonu irili ufaklı tavernaların tümü iyi iş yapıyor. Anlaşılan Yunanlar da ülkede işler karışınca, “Ne olacak bu memleketin hali?” diyerek uzoya, siporoya, şaraba sarılıyor; doğal ki yanında ahtapot ızgarayı, levreği veya suvlakiyi ihmal etmeden.
Bir de televizyon dizileri var, belli süreli de olsa insanlara dertlerini unutturan. Başı bizim “Ezel” çekiyor dizilerin içinde. Çekiyordu demek daha doğru olacak, çünkü geçen hafta son bölümü yayınlandı. Sokaklarda bir sessizlik, hele kadınlar bir anda ortadan kayboldular. İlgimi çekti, otelin resepsiyon görevlisine sordum; “Bugün bir Türk dizisinin, Ezel’in final bölümü oynuyor,” dedikten sonra, “Benim eşim de izliyor, annesiyle birlikte,” diye ekledi. Yine o anlattı, Türk dizileri bir salgına dönüşmüş Yunanistan’da, bu hafta da “Aşk-ı Memnu” başlıyormuş.
Türk dizilerinin “bastırıcı”, “unutturucu” işlevlerinin yanı sıra önemli bir de yararı var. Dili Türkçe, altyazıları Yunanca olan bu dizilerin bizim eski İstanbullu Rum hemşerilerimiz arasında izlenme payları arttıkça, bu çok geniş kesimde unutulmaya yüz tutan Türkçe yeniden tazeleniyor.
Yunanlar her şeye rağmen neşeli insanlar; dilerim “Troyka” onların neşesini kaçıracak olumsuz bir karar vermez.
Öyle ya, komşuluk hukuku diye bir şey var, komşusunun keyfinin kaçmasını kim ister ki?
Deniz Kavukçuoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder