Nisan 2011
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Economist'ten Kılıçdaroğlu ve CHP analizi...Economist'te yer alan "Gandi'nin yükselişi" başlıklı analizden: Ana muhalefet partisi CHP Haziran'da yapılacak genel seçimleri kaybedecek ancak daha uyumlu bir parti haline de geliyor.

Analizde öne çıkan cümleler şöyle: "1938 yılında Türk ordusu Tunceli ilindeki bir ayaklanmayı bastırdı. Köylüler canlıyken yakıldı ya da gazla zehirlendi. Yaşanan trajedi Türkiye tarihinin en karanlık sayfalarından. Atatürk hayattayken ve kurduğu CHP iktidardayken gerçekleştiği için de bir tabu olmaya devam ediyor. Tunceli sakinleri, bu nedenle, babası sürgüne gönderilen binlerce Aleviden biri olan Kemal Kılıçdaroğlu'nun şimdi CHP'nin lideri olmasının mucizevi olduğunu söylüyor."

Kılıçdaroğlu'nun liderliğinde CHP'nin aşırı milliyetçi üyelerinin tasfiye edildiğini, yeni parti programının bir liberal manifestoyu andırdığını ve aday listesinde 109 kadının da olduğunu belirten yazı, Kılıçdaroğlu'nun ekonomik vizyonunun ise daha bulanık olduğunu ve dış ilişkiler politikasının henüz oturmadığını da ekliyor.

"Kılıçdaroğlu bir sonraki başbakan olmayabilir, ancak gittikçe daha sıkı bir rakip oluyor" tespitiyle sona eriyor Economist'in analizi.


Türk sinemasının ünlü ismi Kadir İnanır şaşırttı
Aydınlık gazetesine konuşan Kadir İnanır, Ergenekon davası ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Ergenekon'un uyduruk bir senaryo olduğunu savunan İnanır, "Bu dava kesinlikle bitecektir. Çekilen acılar toplumumuzun gelişmesinin ışığı olacaktır. Uyduruk bir senaryo olduğuna inanıyorum. Toplumumuzun gelişmesini istemeyen emperyalist güçlerin bir oyunu olduğunu düşünüyorum. Silivri'deki yurtseverlere selam olsun." diye konuştu.

12 MART VE 12 EYLÜL'E ELEŞTİRİ

Türk sinemasının ünlü sinema sanatçısı Kadir İnanır, bir taraftan sinema dünyasının 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinden olumsuz etkilendiğini dile getirdi. 12 Eylül döneminde ilerici ve çağdaş film yapanların yargılandığını, darbeyle ilgili 5 filmde görev aldığını belirten İnanır, "Darbe adlı filmim TV'lerde bile gösterilmiyor." diyor.

BEYNİMLE VE YÜREĞİMLE DESTEKLİYORUM

Cumhuriyet Güçbirliği'ni "Beynimle ve yüreğimle destekliyorum" diyen inanır şöyle devam ediyor:

"Olumsuzlukların ortadan kalkması için bireylerin tek başına düşünmesi ve direnmesi/eylem yapması olumlu sonuç getirmez. Aynı düşüncede olan insanların örgütlenerek bir güçbirliği oluşturması doğru olandır."

12 Haziran seçimleriyle ilgili geriye sayım sürüyor. Milletvekili adaylarının neredeyse tamamı seçim bölgelerinde mevzilenerek seçmenlerine proje üstüne proje açıklıyorlar. Türkiye'de gelinen noktaya bakıldığında son 40 yılda çok şey gibi seçmene yönelik vaatlerin de değiştiği gözleniyor. Geçmişin, ağır sanayi hamlesi, toprak işleyenin, su kullananın, aş iş, fabrika, yatırım gibi temel sorunlara işaret eden slogan ve vaatlerin yerini bugün kısa yoldan rant dağıtmak biçiminde özetlenebilecek vaatler aldı.
Siyasi partilerin en çok beklenti yarattığı konuların başında orman alanlarıyla ilgili 2B düzenlemesi geliyor. AKP seçimlerden önce bitirmeyi planladığı 2B tasarısını seçimlerden sonraya erteledi. CHP ise, Kılıçdaroğlu'nun '2B Barışı' olarak açıkladığı projeyle iktidara gelmeleri durumunda 2B sorununu çözeceğini açıkladı...
Türkiye'de ormanlar üzerinden yaratılan beklentinin genel durumu kısaca böyle. Ancak şu günlerde çok da dillendirilmeyen bir başka konu da seçimlerin ardından, 2013 yılında Türkiye'de yapılması planlanan '10. BM Dünya Ormancılık Forumu.' Geçtiğimiz Şubat ayında forumun Türkiye'de yapılacağı müjdesini veren Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, “Şimdiye kadar düzenlenen 9 toplantı hep New York'ta yapılmış. Biz ilk defa 2013 yılında yapılacak 10. toplantının Türkiye'de yapılması konusunda teklifte bulunduk. Bütün ülkelerin onayıyla 10. BM Dünya Ormancılık Forumu'nun Türkiye'de yapılması kararlaştırıldı” şeklinde bir açıklama yapmış, "Şu anda biz ağaçlandırma ve erozyon kontrolü konusunda dünya lideriyiz. Oran itibariyle baktığımızda ıslah ettiğimiz, ağaçlandırdığımız alana baktığımızda dünya birincisiyiz" iddiasında bulunmuştu.
İki yıl önce İstanbul'da gerçekleştirilen Dünya Su Forumu için 2007 Eylül'ünde bir çağrı yapan Başbakan Tayyip Erdoğan, "Su alanındaki tüm konular üzerinde mümkün olan en büyük etkiyi yapacak yeni düşünceleri geliştirmek üzere tüm hükümetler, parlamenterler, uluslararası kuruluşlar, yerel idareciler, enstitüler, özel sektör mensupları, belli başlı oluşumlar, hükümet dışı kuruluşlar ve akademisyenler İstanbul'da bir araya gelecektir. Bunu çok önemli bir buluşma olarak görüyoruz" ifadelerine yer vermişti.
'ALLAH'IN VERDİĞİ ENERJİYİ PARAYA ÇEVİRİYORUZ'
16-22 Mart 2009 tarihleri arasında İstanbul'da yapılan Dünya Su Forumu'nun ardından Türkiye'nin su kaynakları üzerinde geliştirilen HES ve diğer projelerin ayrıntılarını artık tüm kamuoyu zeberlemeye başladı. İki yıldır Türkiye'nin kırsal coğrafyası yangın yerine dönmüş durumda. Başbakan Erdoğan, forumun ardından başlayan HES'lerle ilgili tepkiler üzerine 29 Ekim 2010'da Çankaya'da düzenlenen resepsiyonda, "hidroelektrik santralleri kurarken ''Allah'ın verdiği enerjiyi paraya çevirdiklerini'' belirterek, ''Rusya'dan alacağımıza biz üretiyoruz. Eskiden 'Su akar Türk bakar' derlerdi, şimdi su akar Türk yapar'' sözleriyle gelinen durumu özetleyecekti.
Dünya Su Forumu sonrasında, ancak kendi kendine yetebilecek, hatta su fakiri sayılabilecek Türkiye'nin su kaynakları üzerindeki ağır ve tahrip edici saldırı şöyle özetlenebilir; yedi yaşında cılız bir kaleci ve karşısında dünyanın en ünlü golcüleri şut çekmek için sıraya girmiş durumda!
Yerli şirketlerin yanında dünyanın dev su ve enerji tekelleri de Türkiye'nin sularına 'el koyma' sürecinin aktörleri haline geldi.
Peki ormanları akibeti de sular gibi mi olacak?
CHP'NİN ORMAN VAATLERİ
Bu soru, ülke coğrafyasının varsıllıkları konusundaki gelişmelerden endişe duyan hemen herkesin bugünlerde en çok üzerinde durduğu konuların başında geliyor. Başta değindiğimiz, siyasi partilerin seçim bildirgeleri ve vaatlere bakıldığında ormanlarla ilgili beklentinin yalnızca Türk halkının yaşam alanlarıyla sınırlı olduğu sonucuna varmak zor. CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun ağırlıklı olarak 2B'leri ele alan açıklamasında dile getirdiği, “CHP iktidarında orman sınırlarını ve kadastro işlemlerini tamamlayacağız. Orman eko-sistemini koruyacak, yeni orman alanları oluşturacağız. Çevre ve Orman Bakanlığı’nı yeniden yapılandıracak, İklim Değişimi ve Gelişimi Araştırma Merkezi kuracağız. Üreten, alın terine saygı duyan, hakça paylaşan, 85 bin köy ve köy altı yerleşmelerimizde, kasabalarımızda 17,5 milyon yurttaşımızın yaşadığı kırsal alan kalkınmasına özel önem vereceğiz. Bir atasözümüzü hatırlatmak isterim, ‘Yaş kesen, baş keser’ hiç kimse ormanlarımızı yok ederek, kendi siyasal geleceğini korumaya kalkmasın, burada Türkiye’nin geleceği yatıyor, vatandaşlarım üzülmesinler; AKP’ye ormanlarımızı sattırmayacağız. Çünkü CHP iktidara gelecek ve herkes rahat bir nefes alacak” sözleri seçmenin gönlünü okşasa da daha ötesini görebilmek için daha somut adımlara ihtiyaç olduğu kesin.
AKP'NİN ORMAN BEYANI
Türkiye ormancılığı konusunda yaptığı saygın çalışmalarla bilinen Doç Dr. Yücel Çağlar, AKP'nin, 'Türkiye Hazır: Hedef 2023' başlığıyla kamuoyuna açıkladığı “12 Haziran 2011 Genel Seçimleri Seçim Beyannamesi'nde ormanlarla ilgili projeleri değerlendirdi. Çağlar, AKP'nin seçim beyannamesinde yer alan, "Orman alanlarımız ülke topraklarımızın % 30’u olan 23,3 milyon hektara ulaştırılacaktır, Milli parklarımızın sayısını 50’ye tabiat parkı sayısını ise 55’e çıkaracağız. Kent ormanı sayısı iki katına çıkarılacaktır ve Ormanlarımızın tamamının tapu ve tescil işlemleri tamamlanacaktırşeklindeki hedeflerinin ormancılığımızın içinde bulunduğu yaşamsal önemdeki sorunlarla hiçbir ilgisi olmadığını öne sürüyor ve 'beyannamede bu hedeflerin nasıl gerçekleştirilebileceğine de hiçbir biçimde açıklama getirilmemiştir" diyor.
Çağlar, AKP'nin 160 sayfalık seçim beyannamesinde Cumhuriyet'İn 100. yılında hedeflenen Türkiye görüntüsünün Nasreddin Hoca'nın, "Ya tutarsa" sözünü akla getirdiğini söylüyor ve "Türkiye neye hazır duruma getirildi acaba?" sorusunu yöneltiyor. AKP'nin seçim beyannamesinde Türkiye ormancılığını doğrudan ilgilendiren 'beyanları' değerlendiren Çağlar, şu görüşleri dile getiriyor:
YALANDAN KİM ÖLMÜŞ
AKP: 'Orman varlığını zenginleştirerek 21,6 milyon hektara çıkardık.'
Doç. Dr. Yücel Çağlar: Bu açıklama tümüyle aldatmacadır: Çünkü ülkemizde 'orman' sayılan yerlerdeki artış, 1970’li yılların başından 2000’li yılların başına değin gerçekleştirile ormancılık çalışmalarının sonuçlarını yansıtmaktadır. Kaldı ki, bu artışın çoğunluğu da terk edilen arazilerin doğal olarak yeniden orman ekosistemleriyle kaplanmasıyla gerçekleşmiştir. Çünkü, AKP döneminde de “orman” sayılmayan yerlerde hemen hemen hiçbir yeni orman oluşturma çalışması yapılmamıştır. Öte yandan, azıcık ormancılık ve orman ekolojisi bilgisine sahip olanlar da bilir ki 'orman varlığının zenginleşmesi' ile 'orman' sayılan yerlerin genişlemesi birbirinden tümüyle farklı olgulardır. AKP döneminde orman ekosistemlerimiz ağaç ve ağaç türü çeşitliliği bakımından yoksullaştırılmıştır. Dahası, AKP döneminde “özel ağaçlandırma” uygulamalarıyla, özel kişi ve kuruluşların 'bozuk' sayılan 'devlet ormanlarını' fıstıkçamı, ceviz, badem, kestane vb meyveli ağaç bahçelerine dönüştürme çalışmalarına da hız kazandırılmıştır. Anayasanın yanı sıra 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 57. maddesine de aykırı olan Ağaçlandırma Yönetmeliği’yle sürdürülen bu uygulamalarla 2010 yılı sonuna değin, 'bozuk' ya da 'verimsiz' sayılan 75 bin hektar orman ekosistemi özel meyve bahçelerine dönüştürülmüştür.
AKP'NİN KENT ORMANI YALANI VE YEŞİL ÇİRKİNLİKLER
AKP Seçim Beyannamesinden: '2003 yılında başlattığımız kent ormanları projesiyle bugüne kadar 69 ‘u il merkezlerinde ve 20 ilçe merkezi olmak üzere 89 yeni kent ormanı kurduk.'
Çağlar: Hayır; bu bu açıklama da kesinlikle doğru değildir: AKP döneminde hiçbir 'kent ormanı' kurulmamıştır. AKP döneminde yapılan, kentsel yerleşmelere en yakın yerlerdeki orman ekosistemlerinin, bu kapsamda ağaçlandırma alanlarının, dahası, milli parkların bir kısmı da 'kent ormanı' olarak kullanılmaya açılmasıdır. Kimilerinin kullanımı yandaş belediyelere devredilen bu orman ekosistemlerinde çeşitli tesislerin yapılmasına izin verilerek bu orman ekosistemleri üzerindeki insan baskısı daha da artırılmıştır.
AKP: 'Halen bütün alanlar değerlendirilmekte, karayolları kenarları, okul bahçeleri, hastane ve cami avluları ile mezarlıklar ağaçlandırılmaktadır.'
Çağlar: Bu doğrudur; ancak nasıl ve ne pahasına? Özellikle karayollarının kenarlarında yapılan ağaçlandırma çalışmaları hemen hemen tümüyle başarısızdır: Müteahhitlere yaptırılan bu çalışmalar sırasında ne ekolojik koşullara ve karayolu ağaçlandırmalarına uygun türler kullanılmakta ne de dikimler sırasında teknik gerekler yeterince yerine getirilmektedir. Dolayısıyla, dikilen fidanların çoğunluğunu ya kurumakta ve bu yolla da göz ardı edilemeyecek boyutta kamusal kaynağın savurganlığına yol açılmakta ya da karayolları çevresinde 'yeşil çirkinlikler' üretilmektedir.
AKP DÖNEMİNDE ORMAN YANGINLARI AZALMADI, ARTTI!
AKP: Türkiye’yi orman yangınları ile mücadelede çevre ülkelere de her an yardım edebilecek güçlü yangın söndürme sistemine kavuşturduk.'
Çağlar: AP iktidarı döneminde de orman yangınlarıyla savaşım yangın söndürme çalışmalarına indirgenmiş; öncelik ve ağırlık çıkan orman yangınlarının olabildiğince daha az yıkımla söndürülmesine verilmiş; ancak 2008 yılından sonra Serik-Taşağıl’da çıkan büyük orman yangınından sonra 'yangınlara dirençli' orman yapılarının oluşturulmasına kalkışılmıştır. Bu nedenledir ki, AKP döneminde her yıl çıkan orman yangınlarının sayısı azalmamış, artmıştır. Sözgelimi, ülkemizde 1996-2002 döneminde yılda ortalama 1920 orman yangını çıkarken 2003-2009 döneminde 2065 yangın çıkmıştır. Oysa, ülkemizde orman yangınlarının çıkma olası artıran nedenlerden ormanların içinde ve bitişiğinde yaşayan nüfus hızla azalmaktadır; orman-köylü ilişkilerinin niteliğinin değişmiştir, halkın bilgi ve bilinç düzeyi artmıştır, orman yangınlarıyla savaşım amacıyla kullanılabilecek kaynak artırılmıştır. Bu gelişmelere, özellikle de genel bütçeden sağlanan parasal kaynakların olağan dışı boyutlarda artırılmasına karşın yangın başına düşen ortalama yanan orman ekosistemi genişliği 1996-2002 döneminde ortalama 5,7 hektar iken AKP döneminde ancak 4,5 hektara düşürülebilmiştir.
AKP: '1992-2002 yıları arasında senelik ortalama olarak 75 000 hektar ağaçlandırma ve bozuk ormanların ıslahı yapılırken 2003-2009 yılları arasında bu rakam 7 misli artırılarak 501 387 hektarda ağaçlandırma ve bozuk ormanların ıslahı gerçekleştirildi.'
Çağlar: AKP öncesi yedi yıllık dönemde yılda ortalama 90 bin hektar olmak üzere toplam 655 bin hektarda 'orman yetiştirme ve iyileştirme' çalışması yapılmıştır. AKP döneminde ise bu miktar 2,2 milyon hektara çıkmıştır. Başka bir söyleyişle AKP döneminde gerçekleştirilebilen çalışmalar 7 değil 3,5 kat artmıştır (!). Bu bilgi bu alanda olup bitenleri tüm boyutlarıyla yansıtsa yine de “başarı” sayılabilir. Ancak, söz konusu çalışmaların yüzde 64’ü ağaçlandırma değildir, 'bozuk/verimsiz' sayılan ormanlarda öteden beri yürütülen 'iyileştirme' çalışmasıdır.
AKP: 2008, 2009 ve 2010 yıllarında toplam 1448274 hektarlık alanda çalışma yapılarak 814 milyon fidanı toprakla buluşturduk.'
Çağlar: Hayır, sözü edilen 1 448 274 hektar alanın yalnızca; yüzde 9’u 'orman' sayılan yerlerdeki ağaçsız sayılan yerlerde, yüzde 3’ü gençleştirilecek yaşlı orman ekosistemlerinde, yüzde 2,5’i de 'bozuk devlet ormanı' sayılan alanlarda yapılan ağaçlandırma çalışmalarını kapsamaktadır. Buna karşılık yüzde 73’ü ise var olan orman ekosistemlerinin niteliklerinin 'iyileştirilmesi' amacıyla yapılan teknik iş ve işlemlerdir. Ki, daha önce de belirtildiği gibi bu çalışmalar ülkemizde öteden beri yapılmaktadır. Bu çalışmaların hangi orman ekosistemlerinde ve nasıl yapıldığı, yol açtığı ekolojik, ekonomik ve toplumsal sorunların ise ayrıca tartışılması gerekiyor.
AKP’NİN BEYANNAMESİNDE NELER YOK?
AKP döneminde ormanlarımızda ve devlet ormancılığı düzeninde son derece köktenci değişiklikler gerçekleştirildiğini ve bu kapsamda Anayasanın bile değiştirilmeye kalkışıldığının altını çizen Çağlar, “ancak bildirgede bunlardan nedense hiç söz edilmemektedir. Sözgelimi, ilgili bakan ve genel müdürlerin her fırsatta övünçle açıkladıkları; henüz iktidarının ilk aylarında ‘2B arazilerinin’ işgalcilerine satılmasının gündeme getirilmesi, hiçbir gereği yokken Dünya Bankası, AB ve BM gibi kuruluşlardan sağlanan parasal desteklerle yürütülen yabancı kaynaklı projelerin hızla yaygınlaştırılması, ne amaçları ne hedefleri ne de kapsamları yönünden birbirileriyle ilgisi bulunmayan Ulusal Ormancılık Stratejisi ve programı vb AB yönlendirmeli ‘ulusal’ belgelerin hazırlanması ve gerçekleşmelere 160 sayfalık beyannamede hiç yer verilmemiştir. Neden acaba?”
Yusuf Yavuz
Odatv.com

 Asıl Gündem

ADI üstünde, gündem güncellik gerektirir. İki milyona yakın bir gençlik kitlesinin geleceğini karartan sınav rezaletinden sonra hem yakın hem de uzak geleceğe ilişkin yol aydınlatıcı bazı ilkeler geliştirmeden kimsenin gündem değiştirmeye yönelik bir şeyler gevelemeye hakkı yoktur. Dolayısıyla, İstanbul’a iki kent daha eklemek veya Boğaz’ın batısına kanal açmak gibi ancak kodaman müteahhitlerin gözlerini parlatacak fantezilerden söz açmak sadece gündemden kaçış olarak yorumlanabilir.
Hele sınav rezaletindeki kuşku verici durumların soruşturulmasına ilişkin sonuçlar açıkça ortaya konmadan.
Şu aşamada, iki milyona yakın o gençlik kitlesine hiç değilse bu yıl yükseköğretime geçişin nasıl olacağını bildirmek ve sonraki birkaç dönem için ne düşünüldüğünü belirleyen uzun erimli ciddi bir çalışmayı başlatmak gerek.
Bu sütunda daha önce de vurgulandığı gibi sağlam bir ortaöğretim reformuyla birlikte ve o reform içinde ortaöğretimin ardından seçeneklerin oluşturulmasına ve gençlerin yönlendirilmesine ilişkin ilkelerin ve yöntemlerin yeniden belirlenmesi artık kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur. Öğretim zincirinin bütün halkalarında çocuklarla ve gençlerle yakından ilgilenerek onlardaki yetenekleri ve içlerindeki cevheri sezip aşama aşama yol göstericilik yapmak öğretmenlerin başlıca ve belki de en önemli görevi olmalıdır. Bunun öğretmen yetiştirmeye, öğretmenlik mesleğinin yüceltilmesine ve öğretmenlerin şimdikinin çok ötesinde bir geçim düzeyine kavuşturulmasına ilişkin yönünü ayrıca vurgulamaya gerek var mı? Her öğretim aşamasındaki öğretmenlerimizi bu ülke halkının gözündeki saygıya ve gönlündeki değere uygun bir yaşama eriştirebildiğimiz herhalde söylenemez. Tam tersine, daha atanma süreci ve adaylık aşamasında başlayan onur kırıcı uygulamalar son yılların önemli, ama endişe verici konularının başında yer almadı mı?
Bunlar ortaöğrenimin göze batıcı güncel sorunları. Bir de içeriğine ilişkin ciddi sorunlar var. Bereket, bazısı doğru Türkçe tümce kurmayı bile öğrenemeyişle başlayıp iki sayfalık bir metni doğru yazamayışa kadar uzanan öyle basit kusurlar ki onlar, test alışkanlığını bırakarak da giderilebilir.

‘Mesela Deduk...’ - Ali Sirmen

Temel’in teknesi bütün mürettebatı ile birlikte denize açılmış, beklenen sürede de dönmemiş. Aradan birkaç gün daha geçmiş, ufukta tekne görünmüş, zar zor kıyıya yaklaşmış, tayfaların bir kısmı yok, bir kısmının cesetleri güvertede, birkaçı da ağır yaralı, kendilerinde değil. Bir Dursun kalmış sağlam, tekneyi yanaştıran da o.
Merakla sormuşlar:
- Hayrola bu ne hal böyle, ne oldu?
- Sormayın, demiş, defineyi paylaşırken kavga çıktı, işte sonucu görüyorsunuz.
- Peki, demişler, define nerede, ona ne oldu?
- Yok canım, demiş, ortada define falan yok, biz meselademiştik.
Başbakan, Karadeniz ile Marmara’yı bir kanalla birleştirecek olan Çılgın Projesini açıkladığından beri olan da o. Ortada olmayan ve olabilip, olamayacağı da belli olmayan bir hayal için havanda su dövüyor herkes.
Daha hiçbir şey belli değil, hayalperestin hayali milletin çenesini yoruyor.
Bir tek şey belli, o da bu daha önce düşünülüp, Ecevit tarafından gündeme getirilmiş bir proje!dir söz konusu olan.
Bu yüzden Cumhuriyet’in dünkü manşeti de Çılgın aşırmaidi
Aşırmanın dışında ne güzergâh belli, ne, ne zaman başlayacağı, ne kaça çıkacağı...
***
Ama ciddi ciddi herkes konuşuyor, tartışıyor.
Bunların hiçbiri de somut verilere dayanmıyor, bir sürü boş laf söyleniyor...
Hani delinin biri bir kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkaramamış, tıpkı onun gibi, ama ortada deli yok aptal var, akıllı ise taşı çıkarmaya uğraşanlar değil, kuyuya atan.
Turgut Özal da yapardı bunu.
Ortaya bir laf atardı, millet onu tartışadursun, gündem de değişmiş olurdu.
Başbakan’ın çılgın projesi 12 Haziran’a kadar milleti oyalar mı?
Türkiye’de gündem o kadar hızlı değişiyor ki! O güne kadar ne olacağı belli mi olur?
Türkler İstanbul’un fethi sırasında da, çılgınlık yapmışlar, gemileri karadan yürütmüşlerdi. Gerçi bundaki gerçek ve tevatür payı tartışmalı ama olsun!
Daha sonraki projelerin çılgınca mı, yoksa aptalca mı olduğu çok tartışma götürür.
Ama bir şey kesin; Tayyip Erdoğan iktidarı, bu kadar yıllık sultasının ekonomik getirisini, büyük ölçüde İstanbul yağmasına bağlamış bulunuyor.
Daha on mu, yirmi mi, elli mi kaç milyar dolara çıkacağı bile bilinmeyen projeye de bu çerçevede bakarsanız, devasa rant paylaşımı dümenleri olacağını kestirebilirsiniz.
İstanbul’un, üzerine bu kadar abanılmasına dayanıp dayanamayacağını, çevreyi abat edeceği söylenen projenin onu yok edip etmeyeceğini şimdiden kestirmek zor.
***
Böyle bir projeye hiçbir iktidar tek başına karar veremez. Bu türden bir girişimde tüm İstanbulluların (o da ne demekse artık) hatta büyüklüğü ve doğuracağı sonuçlar göz önünde bulundurulursa, tüm ülkenin katılımı zorunludur.
Konu tüm toplum ve uzmanlar tarafından enine boyuna tartışıldıktan sonra projenin ana çizgileri oluşmaya başlar.
Bu arada, konunun özünü gözden kaçırmamak ve yanılmamak gerekir.
Kanal projesi, İstanbul Boğazı’nı, yoğun tanker trafiğinden kurtaracak diye bu işe girmenin bir garantisi yoktur.
Unutmamak gerekir ki, Montreux Boğazlar Sözleşmesi gereğince, barış zamanında tüm ülkelerin ticaret gemileri Boğazlar’dan serbest geçiş hakkına sahiptirler. Kimse onları geçişi ücretsiz olan bu yolu kullanmaktan vazgeçirip, para ile kanaldan geçmeye zorlayamaz. Hatta bilindiği gibi, kılavuz kullanma zorunluluğu bile yoktur.
Bu geçiş serbestisinin doğurduğu risk çok iyi bilinmekle birlikte, Ankara bu konuda çok fazla girişimde bulunmuyorsa eğer, bunun nedeni, Karadeniz’i açık deniz statüsüne kavuşturmak isteyen ABD’nin, bu denize kıyısı olan ülkeler lehine getirilmiş, ayrıcalıklardan kurtulmak için Montreux’yü ortadan kaldırmaya yönelik amaçlarıdır.
Kısacası, Montreux, şu anda uyuyor görünse bile, tadili gündeme gelmesi olası netameli bir konudur. Kanal projesini tartışırken, bu hususu da unutmamak gerekir.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, ''dünyada 40 yaşını aşmış, miadını doldurmuş nükleer santrallerin kapatılması konusundaki görüşlere katıldığını ifade ederek, ''Çernobil'e hayır ama Akkuyu'ya evet'' dedi. Kayseri'de AKP Kadın Kolları Başkanlığı'nın düzenlediği 'Ak Kadınlarla, Ak Siyaset' konulu toplantıya katılan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, toplantı başlamadan önce gazetecilerin nükleer santrallerle ilgili sorularını yanıtladı. Toplumda, nükleer enerjiyle ilgili bir ön yargı ya da yanlış bilgilendirmenin bulunduğunu kaydeden Yıldız, ''Nükleer enerjiyle alakalı avantajları anlattıkça, vatandaşımız onu anladıkça, dinledikçe olumsuz bakışı değişecektir. Biz de farklı anketler yaptırıyoruz, çıkan sonucu hep beraber değerlendireceğiz. Kamu, nükleer kültürü toplumun her kesiminde anlatmak durumunda. Şu ana kadar nükleer santral yapma aşamasına gelmediği için, tabii ki bunu çok anlatma durumu olmadı. O yüzden kamu ve özel sektör, toplumun her kesimiyle beraber anlayacağız, algılayacağız'' diye konuştu. Şu ana kadar ülkenin idaresinde irade koyan AKP'nin, hep artılarla, hep pozitif işlerle ve hep olumlu işlerle uğraştığını kaydeden Bakan Yıldız, şöyle konuştu: ''Biz zararlı bir iş yapmayız, eksik ve riskli bir iş yapmayız. Tehlikeli bir işi kesinlikle yapmayız. O yüzden vatandaşımızın şuna inanması, müsterih olması lazım ki, nükleer santral işinde de biz yine inşallah doğruyu yapacağız. Hep beraber hem elektrik elde edilmesiyle alakalı, enerji çeşitliliğinin artırılmasıyla alakalı hem de çok ciddi bir sanayileşmeyle alakalı, sınıf atlamayla alakalı çok farklı bir çalışma yapacağız. Bunların tabii ki anlaşılabilmesi için anlatılması lazım. Bir kere istihdam artacak. Her yıl 50-60 arasında mühendis, tekniker ve teknisyen Rusya'da eğitim göreceği ve 7 yıl boyunca yaklaşık 500 yetişmiş insanımızın yurt dışındaki eğitimlerle beraber bu santralleri çalıştıracağı görmemiz lazım.''
Nükleer santralin kurulacağı bölgenin gelişeceğini ve farklılaşacağını kaydeden Bakan Yıldız, ''Orada yeni bir şehir kurulacak, bir ilçe diyebiliriz. Zaman zaman 5 bin çalışanı olacak. Bunlar kolay şeyler değil. Türkiye'de tek başına bir merkezde yaklaşık 3-4 kilometrekarelik bir yerde 20-22 milyar doların akıtılacağı bir yatırımdır. Türkiye'de şu ana kadarki en büyük yatırımdır. O açıdan vatandaşlarımız müsterih olsunlar, hiçbir sıkıntı çekmeyecekler. Nükleer santralın, temiz enerji kaynaklarından bir tanesi olacağını rahatlıkla söyleyebilirim'' dedi.
Japonya ile yapılan nükleer enerji santrali kurulumu anlaşmasının, bu ülkede yaşanan depremden sonra askıya alınmasıyla ilgili de Bakan Yıldız, şöyle devam etti: ''Orada bir insanlık dramı yaşandı, çok ciddi bir sıkıntı yaşandı, insanlık tarihinin en büyük 5 felaketinden birisi olarak tarihe geçti. Allah daha büyüğünden muhafaza etsin. Bizim şimdi insanlık temamızı bu işin önüne almamız lazım. Japonya'dan yeni teklif gelmeden, (haydi buyurun, bu işi yapalım. Sizin felaketiniz bizi ilgilendirmez) dememiz, hem bizim geleneklerimize, kültürümüze, yetiştirilme tarzımıza uymaz hem de uluslararası diplomasi açısından Türkiye'nin itibarına yakışmaz. Biz buna çok itina gösteriyoruz. Bu konuyla sorumlu arkadaşımız Mayıs ayında Türkiye'ye gelecek ve biz de bir yol haritası ortaya koyacağız. Nükleer güç santralleriyle alakalı projemiz, Japonya'daki felaketten dolayı süre olarak bir kesintiye uğramış durumda. Ama fazla süreceğini sanmıyorum. İlk teklifin Japonya'dan gelmesi normaldir diye düşünüyorum.''


'Çernobil'e hayır, Akkuyu'ya evet'

Bazı sivil toplum örgütlerinin, Türkiye'de nükleer santral kurulmasına karşı çıktıklarını ve bunu da ''Çernobil'e Hayır'' diyerek dile getirdiklerini anımsatan Bakan Yıldız, ''Ben de aynen katılıyorum. Çernobil'e hayır, ama Akkuyu'ya evet'' dedi. Yıldız, teknolojisi eski, 40 yaşını aşmış, miadını doldurmuş santrallerin kapatılmasını doğru bulduğunu ve desteklediğini ifade ederek, şunları söyledi: ''Eski santrallerin dünyadaki sayıları 26'dır, bunların kapatılması doğrudur. Ama yeni santrallerin, güvenlik önlemleri artırılmış, güçlendirilmiş yeni santrallerin açılması, o da doğru bir şey. Dünyada 30 gelişmiş ülke bunu yaparken, Türkiye bunun gerisinde kalamaz. Türkiye eski Türkiye değil. Türkiye artık, ekonomisi en gelişmiş ilk 10 ülke arasına girme hedefini koymuş bir ülke. Bu açıdan bizim geride kalmamız düşünülemez. Nükleer santrallerin sanayimize getireceği artıları şu anda hiçbirimiz tahmin edemiyoruz.''

Vergi ve prim borçlarının da aralarında bulunduğu kamu alacaklarının yeniden yapılandırmasında, başvuru ve ilk taksit ödeme süreleri bir ay uzatıldı.
Bakanlar Kurulu'nun ''6111 Sayılı Kanunda Yer Alan Bazı Başvuru ve İlk Taksit Ödeme Sürelerinin Uzatılmasına İlişkin Karar''ı Resmi Gazetenin bugünkü sayısında yayımlanarak, yürürlüğe girdi. Buna göre, 6111 sayılı Kanunun Maliye Bakanlığı'na, Gümrük Müsteşarlığı'na, İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Bağlı Tahsil Daireleri'nce Takip Edilen Amme Alacakları ile Belediyelerin ve Büyükşehir Belediyeleri Su ve Kanalizasyon İdarelerinin Bazı Alacaklarına İlişkin hükümleri içeren ikinci, Sosyal Güvenlik Kurumuna Bağlı Tahsil Daireleri'nce Takip Edilen Alacaklara İlişkin hükümleri içeren üçüncü ve çeşitli ortak hükümleri içeren dördüncü kısımlarında yer alan başvuru süreleri ile Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılacak olan ödemeler hariç ilk taksit ödeme süreleri, Kanunun 4 üncü maddesi ile 17'nci maddesinin sekizinci fıkrasının (b) bendi hükümleri saklı kalmak üzere, Kanunda belirtilen sürelerin bitiminden itibaren bir ay uzatıldı. Başvuru süreleri 2 Mayıs'ta sona eriyordu. Söz konusu kanun kapsamında, Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılacak olan ödemelerden ilk taksit ödeme süresi bu yıl Mayıs ayında sona erecek olanların ilk taksit ödeme süresi de kanunda belirtilen sürelerin bitiminden itibaren bir ay uzatıldı. Karara göre, 6111 sayılı Kanunun inceleme ve tarhiyat safhasında bulunan vergilere ilişkin düzenlemenin yer aldığı 4. maddesi ile diğer alacakları düzenleyen 17. maddesinin sekizinci fıkrasının (b) bendinde yer alan TRT'nin bandrol ücretleri ve elektrik enerjisi satış bedeli paylarına ilişkin başvuru ve ilk taksit ödeme süreleri, kanunun yayımlandığı 25 Şubat 2011 tarihinden 2 Mayıs 2011 tarihine (bu tarih dahil) kadar yapılan tebligatlara münhasır olmak üzere Kanunda belirtilen sürelerin bitiminden itibaren bir ay uzatıldı.

Pakistan'ın Kurram aşiret bölgesindeki Ladda yolu üzerinde yol kenarına yerleştirilen bombayla bugün düzenlenen saldırıda 2 kişi öldü, 9 kişi yaralandı.
Cavid Han adlı Pakistanlı bir yetkili yaptığı açıklamada, bir minibüsü hedef alan saldırıda yaralananların hastanelere kaldırıldığını söyledi. Afganistan sınırı yakınında bulunan Kurram aşiret bölgesi, yakındaki Orakzai aşiret bölgesinde Pakistan ordusunun geçen yıl başlattığı saldırının ardından kaçarak bu bölgeye yerleşen militanlara yönelik saldırıların görüldüğü bir bölge olarak biliniyor. Kurram aşiret bölgesi zaman zaman bölgede yaşayan Şii ve Sünniler arasında görülen çatışmalara da sahne oluyor.

Geçen yılın Ocak ayında kilo fiyatı 2,5 lira olan pamuğun 7 lira sınırına dayanan fiyatının son bir haftada 5,40 liraya kadar gerilemesinin, Çukurova'da, ekim hazırlığı yapan çiftçiyi kaygılandırdığı bildirildi.
Dünya pamuk stoklarındaki azalma, en önemli üretici ülkelerden Pakistan'daki sel felaketi, ABD'nin pamuk üretiminden uzaklaşması ve petrol zammı ile birlikte petrolden elde edilen elyafın fiyatının yükselmesiyle kıymete binen pamuğun, üreticisine yaşattığı sevinç uzun sürmedi. Geçen yılın ocak ayında kilo fiyatı 2,5 lira olan pamuğun 7 lira sınırına dayanan fiyatı son bir haftada inişe geçti. Bu yıl ekim alanlarında yüzde 50-60 oranında artış beklenen Çukurova'da 22 Mart'a kadar Adana Ticaret Borsası'ndaki işlem fiyatı 6,75 lira olan pamuğun, son bir haftadan beri 5,40 lirada kalması üreticiyi kaygılandırıyor.
Türkiye tarımının önemli merkezlerinden Çukurova'da, tarımsal faaliyetlerin yoğun yapıldığı Ceyhan İlçesi Ziraat Odası Başkanı Yavuz Tezcan, yörede pamuk ekimine mart ayı ile birlikte yer yer başlandığını ancak, yağışlarla birlikte ara verildiğini söyledi. Ekime devam etmek için toprağın kurumasını bekleyen üreticilerde pamuk fiyatlarında başlayan düşüşün kaygı yarattığını ifade eden Tezcan, şunları kaydetti: ''Dünya nüfusundaki artışla birlikte tekstilde en sağlıklı ana hammaddesinin pamuk olduğunun daha iyi anlaşılması bu ürüne olan talebi yükseltiyor. Buna karşın ABD'nin üretimden uzaklaşması, dünyadaki önemli üreticilerden Pakistan'da yaşanan sel felaketi ve dünya pamuk stoklarındaki gerileme Türk pamuk üreticisinin ürününün değerlenmesine neden oldu. Bu nedenle, bu yıl pamuk fiyatları bugüne kadar hiç olmadığı kadar yükseldi. Bu yükselişi dikkate alan Çukurova üreticisi yeniden beyaz altına dönüş kararı aldı. Ancak, üreticinin uzun yıllardan sonra ilk defa yaşadığı bu sevinç uzun sürmedi.''


'Suriyeliler Laleli'den çekildi'
Tezcan, pamuk fiyatlarındaki düşüşte en önemli etkenin Ortadoğu ülkelerindeki sıkıntı, Japonya'daki deprem ve tsunami olduğunu belirterek, ''Laleli'de Rusların yerini alan Suriyelilerin, yaşanan son karışıklık nedeniyle geri çekmesi fiyat düşüşünde önemli etken oldu. Oysa, Araplar, yaklaşık bir ay öncesine kadar bavullar dolusu tekstili Suriye'ye götürüyorlardı'' diye konuştu. Fiyatların düşmesinin yanı sıra, hükümetin, destekleme kapsamındaki ürünler arasında yer alan pamuğun 2011 yılı destekleme bedelini açıklamamasının da bir başka olumsuz etkiye neden olduğunu belirten Tezcan, şöyle devam etti: ''Tarım Bakanlığı, pamuğun destekleme fiyatını hasattan sonra oluşacak fiyatlar üzerinden açıklama kararı aldı. Bunun yarattığı olumsuz havanın etkisi sürerken bir de fiyatların düşmesi çiftçinin moralini bozdu. Ekime devam etmek için toprağın kurumasını bekleyen Çukurova üreticisi pamuk ekim kararını yeniden gözden geçiriyor. Üretici, yeniden mısır ekimine yönelebilir.''

ATB Başkanı

ATB Başkanı Muammer Çalışkan ise pamuğun önümüzdeki hafta başında 5,20 liraya düşeceğini, biraz daha düştükten sonra geri gidişin duracağını tahmin etiklerini'' belirterek, ''Bu düşüşte öncelikle dünya piyasaları etkili oldu. Çin'de bazı tüccarlar daha önce ucuza aldıkları pamuğu, fiyatlar tavan yaptığı için elden çıkarınca, piyasadaki arz-talep dengesi değişti'' dedi.
Çalışkan, pamuk piyasasında sadece tekstilcinin, iplikçinin olmadığını, bir de yatırımcıların olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti: ''Pamuk fiyatı 'yükselecek' beklentisi olduğunda yatırımcılar bu ürüne sarılıyor. Sonra bir spekülasyon daha ortaya atılıyor, bu kez 'düşecek' denilince herkes kaçıyor. Çin'in etkisinin yanı sıra, bizim en fazla tekstil ürünü sattığımız Arap ülkelerinde yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle de satış azaldı. Satışın azalması üretimin daralmasına, dolayısıyla pamuğa olan talebin azalmasına yol açtı. Bir başka etken ise iplik fiyatlarındaki yüksek seviye oldu. Çünkü, pamuktaki fiyat artışı öncelikle ipliğe yansıdı. İplik fiyatları öyle bir noktaya geldi ki artık üretici fiyatı artıramaz olunca üretimi azaltmak zorunda kaldı.'' Çalışkan, inişli-çıkışlı fiyat grafiğine rağmen çiftçinin stratejik bir ürün olan pamuk ekiminden vazgeçmemesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Kaliforniya Üniversitesi (Davis) bilim insanları birçok dinozorun geceleri veya alacakaranlıkta da avlandığını kanıtladılar. Oysa geçerli teoriye göre tüm dinozorlar gündüz etkin olan hayvanlardı, gece avlanma yetisi memelilerde gelişmişti.Uçan sürüngenler gerçekten de gündüz etkindi, ama yerde hareket eden yırtıcılar geceleri de avlanıyordu diyor Lars Schmitz ve Ryosuke Motani Science dergisinde. İri yapılı otçullar da yirmi dört saat besin arayışındaydılar. Paleontologlar bu sonuca 33 dinozor, uçan sürüngen ve ilkel kuş fosillerini inceleyerek ulaştı. Günümüzde yaşayan yüz altmışın üstünde hayvan türünün göz biçimini inceleyen Schmitz ve Motani, daha sonra hayvanların gündüz ve gece etkinliklerini karşılaştırdı.
Bu çalışma sırasında kuşların ve birçok sürüngen gözünün etrafındaki kemiksi halka dikkatlerini çekti. Gündüz etkin olan hayvanlarda halkanın açıklığı küçükken, gece etkin olanlarda çok daha büyük. Belki de bu şekilde göze çok daha fazla ışık düşüyor, diyen bilim insanları aynı farklılıkları dinozor ve ilkel kuş fosillerinde de görmüşler.
Dokuz fosilin göz yapıları gece avlanan hayvanlarınkine, sekiz tanesininki gündüz etkin olan hayvanlarınkine benziyor. On dört tür ise iki yeteneğe de sahip olmalıydı diyor araştırmacılar. Bir türün gece veya gündüz etkin olması aldığı besinler ve yaşam alanıyla ilgili diyor bilim insanları Science dergisinde. Mesela büyük otçullar zamanlarının birçoğunu besin aramakla geçiriyorlardı. Çok sıcak öğle saatlerinde beslenmeye ara verdikleri için de bu kayıp zamanı tıpkı filler gibi geceleri beslenerek dolduruyorlardı.
Canlı hayvanları geceleri avlamak daha avantajlıdır. Fakat bilim insanları yine de dinozorların böyle bir yetiye sahip olduklarını düşünmüyorlardı. Nitekim dinozorlar ağır hareket eden, soğukkanlı hayvanlar olarak bilinirler.

Anne karnındaki bebekte herhangi bir kalıtsal hastalığın olup olmadığının tespiti için Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi'nde deneme amaçlı yapılan ve girişimsel yöntemlere göre sıfır risk taşıyan anneden ''kan testiyle doğum öncesi tanı''da yüzde 100'e yakın başarı elde edildiği bildirildi. Çukurova Üniversitesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Tuli, hamilelik döneminde bebekte görülebilecek herhangi bir anomali ihtimalinin ailelerin bebek bekleme heyecanını kabusa dönüştürebildiğini, bunu tespit etmek amacıyla uygulanan ''Amniyosentez'' yönteminin ise bebeği kaybetme riski nedeniyle anne adaylarının korkulu rüyası olduğunu söyledi. Dünyada yaklaşık 10-15 yıldır deneme çalışmaları yapılan, ÇÜ'de ise üç yıldır gerçekleştirdikleri aynı çalışmanın, girişimsel bir tanı yöntemi olan ''amniyosentez''e alternatif olduğunu, başka bir ifadeyle tanıda bir adım daha ileri gidildiğini ifade eden Tüli, şunları söyledi:
''Anne karnındaki bebeğin amniyo sıvısından, yani halk tabiri ile eşinden alınan sıvı ile yapılan tanıya göre, daha erken evrede yapılabilen bu yöntemde erkek bebeklerde daha başarılıyız. Çünkü, bebek kız ise baktığımız meteryalin bebeğe mi yoksa anneye mi ait olduğunu kestirmek güç oluyor. Bu durumda, kimliklendirme yapmak zorunda kalıyoruz. Ancak, bebek erkekse tanı daha kolay konabiliyor.''
Amniyosentezin bebeğin anne karnındaki 16 ile 20. haftaları arasında, kan testinin ise hamileliğin 5'nci haftasında yapılabildiğini belirten Tüli, ''Akdeniz Anemisi, Orak Hücreli Anemi, benzer kan hastalıkları, fenilketonüri, down sendromu ve daha birçok kalıtsal hastalık ya da kromozom bozukluğu çok erken evrede yüzde 100'e yakın başarıyla tespit ediliyor. Amniyosentez gelecekte tarihe karışacak'' dedi.
Tüli, 3 yıldır sürdürdükleri araştırmada, bugüne kadar yaklaşık 100 anne adayından kan örneği aldıklarını ve teşhiste hiç yanılmadıklarını belirterek, şunları kaydetti:
''Anneden aldığımız kanın test sonuçları bebeklerin yüzde 25'inin hasta, yüzde 50'sinin taşıyıcı, yüzde 25'inin ise sağlıklı olduğunu ortaya koydu. Bu doğumları takip ederek teşhisimizin doğruluğunu ölçtük. Bebeğine hasta teşhisi koyduğumuz anneler gebeliklerini sonlandırdılar mı onu bilemeyiz, 'sonlandırın' deme hakkımız da yok. Ancak, takip ettiğimiz 75 anne adayının bebeğiyle ilgili teşhisimizde yanılmadığımızı görmek bizi bu araştırmayla ilgili oldukça umutlandırdı.''

''Yarar zarar meselesi"


Yeni tanı yönteminin özellikle yıllarca çocuğu olmamış, güçlükle hamile kalmış anne adaylarının kurtarıcısı olduğunu ifade eden Tuli, ''Çünkü bu durumdaki anneler için sağlıklı bebeği kaybetme riski diğer anne adaylarına göre daha fazla kabus oluyor'' dedi.
Tüli, tıpta yarar zarar meselesini gözetmek gerektiğini vurgulayarak, ''Yarar daha fazla ise bazı riskleri göze alabilirsiniz. Ama öyle anne adayları var ki neredeyse hasta çocuğa bile razı olacak. Bu nedenle en küçük bir düşük riskini bile göze alamıyorlar'' diye konuştu.
Prof. Dr. Tüli, elde ettikleri başarılı sonuca rağmen yeni tanı yönteminde rutin uygulamaya geçmek için biraz daha zaman gerektiğini sözlerine ekledi.

Terör örgütü lideri; BDP, DTK ve Kandil'e Yemen ve Tunus'u örnek gösterdi, 'Ben sizi tutmam' dedi. Avukatlarıyla görüşen terör örgütü lideri Abdullah Öcalan, çözüm için muhatap bulamadıklarını iddia etti. Öcalan, BDP, DTK ve Kandile Kendinize güveniyorsanız işte Yemendeki, Tunustaki örnekleri görüyorsunuz, ben sizi tutmamdedi. Siyasi ve askeri operasyonların durmayacağını belirten Öcalan, Hatta daha da büyük bir yönelime hazırlanıyorlar. Seçimden sonra bu operasyonları derinleştirebilirler. İki yönlü yapıyorlar. Hem kırda hem şehirde, birlikte yürütüyorlar. Vekillere, siyasetçilere de yönelebilirler. Leyla Zanalara yaptıkları gibi yapabilirler. Kimsenin can güvenliği yok diye konuştu.
Üç yıldır görüşmeler yaptığını ancak operasyonların devam ettiğini anlatan Öcalan, Benim üzerimden bir oyalama geliştiriyor olabilirler değerlendirmesinde bulundu. Türkiye ve Amerikanın gizli anlaşma yaptığını, Suriye, İran ve Libya politikalarını Türkiyenin alttan destekleyeceğini ileri süren Öcalan, Türkiyenin Suriye ve İran politikasnın bu anlaşmayla değiştiğini ileri sürdü. KCK tutuklularına sahip çıkılmasını isteyen Öcalan, Benim tek yapabildiğim buraya gelen heyetle görüşmeleri sürdürmek. Ama bunlar inisiyatifli değil, AKPye belirlediğimiz çözümü kabul ettiremiyorlar, ikna edemiyorlar. KCK tutuklamalarından, operasyonlardan onlar da rahatsız olduklarını, yanlış olduğunu söylüyorlardı. Heyetin yetki düzeyi düşüktür, yükseltilmesi gerekirdedi. BDP, DTK ve Kandile de mesaj yollayan Öcalan şunları söyledi: Öyle konuşmakla olmuyor. Kendinize güveniyorsanız işte Yemendeki, Tunustaki örnekleri görüyorsunuz, ben sizi tutmam. 15 Şubatta kendini yakanlar var. Yapabiliyorsanız onlara layık olun. Dağdan da bir şey beklemeyin.

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nda hizmet veren taşeron şirketin değişmesiyle, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nün arifesinde 63 işçi işini kaybetti. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun çeşitli hizmetlerin yerine getirilmesi için yaptığı ihale sonucunda uzun süredir işi üstlenen şirket değişti.

Kurumda örgütlü bulunan KESK'e bağlı Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası yetkililerinden alınan bilgiye göre, halen kuruma hizmet sunan firmanın temsilcileri, bu gelişmenin ardından işçilerle bir toplantı yaparak ihaleyi başka bir firmanın kazandığını ve mevcut sözleşmenin ay sonunda biteceğini bildirdi.

Yeni firmanın kendi elemanlarıyla çalışmayı tercih ettiğini, bu nedenle işçilerin pazartesi günü işe gelmemelerini isteyen firma yetkilileri, yeni firmanın çalışmak isteyebileceği kişiler olması halinde ise işçilere ulaşabileceklerini belirtti.

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na halen hizmet veren firmada çalışan işçilerin bazıları 10 yıldan fazla süredir firma elamanı olarak kurumda görev yapıyor. İşçiler asgari ücretle çaycılık, temizlik, evrak takibi gibi birçok işi yerine getiriyor.

İşlerine devam edebilmek için umutla yurtdışında olduğu belirtilen Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Zafer Alper'in dönüşünü bekleyen işçiler, Alper'in bu konudaki girişimlerinin sonuç verebileceğini düşünüyor.

Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası yetkilileri ise işçilerin işlerini kaybetmesini taşeron uygulamasının ''vahim'' sonuçlarından biri olduğunu belirtti.

Uzun yıllardır asgari ücretle hizmet veren işçilerin, taşeron uygulamasının bütün kötü yönlerinden etkilendiklerini ifade eden sendika yetkilileri, işçilerde endişe ve işsizlik korkusunun hakim olduğunu söyledi.

Yetkililer, çalışanların 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nü kutlamaya hazırlandıkları bir ortamda, işçilerin yaşadıkları olayın taşeron uygulamasının yanlışlığını bütün çıplaklığıyla ortaya koyduğunu kaydetti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ''Marmaraereğlisi'nden bir Ro-Ro seferiyle İstanbul'un trafiğini, kamyon-tır trafiğini hafifletmek mümkün'' dedi.CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Tekirdağ'ın Marmaraereğlisi ilçesinde, belediye tarafından ilçe limanında verilen kahvaltıya katıldı. Kahvaltı sonrası yaptığı konuşmada, ilçeyle ilgili sorunların kendisine aktarıldığını belirten Kılıçdaroğlu, bu sorunların çözüm yollarını bildiğini kaydetti. Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu: ''Marmaraereğlisi'nden bir Ro-Ro seferiyle İstanbul'un trafiğini, kamyon-TIR trafiğini hafifletmek mümkün. Bunun projesi de yapıldı. Ama ortada bir sorun var. Denize asfalt dökemezsiniz. Denize asfalt dökmeniz lazım ki birisi para kazansın. Yani birisine rant aktarılsın. Trafik lambasını denize koyamazsın. Trafik polisi de olmayacak. Dolayısıyla, rantı değil halkı düşüneceksiniz. Bu iktidar halkı düşünür mü? İktidarın işi cep işi. Onlar ceplerini düşünürler. Biz de halkı düşünüyoruz. Umuyorum daha sonra görüşeceğiz, bu işi sadece sabah kahvaltısıyla götürmeyeceğiz. İnşallah başbakan olarak da geleceğim.''Konuşmanın ardından, Marmaraereğlisi Belediye Başkanı İbrahim Uyan, Kılıçdaroğlu'na günün anısı için plaket verdi. Ardından, Marmaraereğlisi Balıkçılar Kooperatifi Başkanı Ahmet İnci, Kılıçdaroğlu'na bir gemi maketi hediye etti. Kılıçdaroğlu, gemi maketini kabul ettikten sonra, ''Kimse itiraz etmesin. Artık benim de bir gemiciğim var'' dedi. Ardından, halka selamlaşan Kılıçdaroğlu, Tekirdağ'dan ayrıldı.

Kahramanmaraş'ta bugün bir ilköğretim okulunda yapılan ''Parasız Yatılı ve Bursluluk Sınavı''nda, 6. sınıflara, 9. sınıfların kitapçığının dağıtılması nedeniyle öğrencilerin sınavının 1.5 saat sonra başladığı iddia edildi. Öğrenci velilerinini bazıları duruma tepki gösterdi, bazıları da bayıldı.
Bahçelievler Mahallesi 100. Yıl İlköğretim Okuluna sabahın erken saatlerinde gelen veliler çocuklarının sınava başlamadığını fark edince yetkililerden bilgi almak istedi.
Okul çıkışında bekleyen veliler sınav saatinin geçmesine rağmen çocuklarını okul penceresinde görünce duruma tepki gösterdi. Velilerden İrfan Kaya, gazetecilere yaptığı açıklamada, ''Sanırım 6. sınıflara yanlışlıkla 9. sınıf kitapçığı verilmiş. Yetkililerden bilgi aldık. Başka bir okuldan kitapçık getirdiklerini söylediler. Sınav 10.00'da başlayacaktı ancak 1.5 saat gecikti. Çocuklarımıza su, meyve suyu ve kek dağıtıldığını öğrendik. İnşallah çocukların moralleri bozulmamıştır'' dedi.
Diğer veliler ise sabahın erken saatlerinde okula geldiklerini, başka okullarda sınavın tamamlandığını ancak kendi çocuklarının hala okulda olduğunu ifade ederek, ''Ne olduğunu bilmiyoruz. Böyle şey olabilir mi? Bu yanlışlık nasıl yapılır? Çocuklarımız strese girdi. Bildiğini de unutmuşlardır'' diyerek duruma tepki gösterdi.
Bu arada çocuğunu bekleyen velilerden biri okul çıkışında fenalaştı. Öğrenci annesine ilk müdahale çevredeki yurttaşlar tarafından yapıldı, daha sonra veli sağlık ekipleri müdahale etti.
Kahramanmaraş İl Milli Eğitim Müdürü Tahsin Nas ise Türkiye genelinde olduğu gibi Kahramanmaraş'ta da ''Parasız Yatılı ve Bursluluk Sınavı'' yapıldığını belirtti.
100. Yıl İlköğretim Okulunda 220 öğrencinin sınava girdiğini ifade eden Nas, şöyle konuştu:
''Ancak bir kısım kitapçıkların eksik geldiğini bana bildirdiler. Gerekli yerleri arayarak yeni kitapçık temin ettik. 120 dakika olan sınav süresi burada da uygulandı. Öğrencilerimizin mağduriyeti sözkonusu değildir. Ayrıca sınava giren öğrencilerimize su, kek ve meyve suyu dağıtıldı. Çocuklarımızın strese girmemesi için de psikologlarımız okula gererek öğrencilerle konuştu'' dedi.
Nas, kitapçıklara ilişkin bir soru üzerine ise ''Kitapçıklardan bazıları öğrencilerimizin seviyesinde gelmemiştir. Bakanlığımızla görüşerek yeni kitapçıklar temin edildi'' diye konuştu.


 Yeni KCK ve planı ve Kandil’deki Demirtaş
Elde edilen istihbarat bilgilerine göre, yeniden organize olan PKK-KCK, bazı kararlarında Abdullah Öcalan’dan bağımsız olma yolunda karar aldı!..
KCK üzerine 2009 Nisan’ında başlayan operasyon (geç de olsa) örgüte yara açtı. PKK ve KCK bir süre örgüt yönetimine yeni atamalar yapmadı.. Operasyonun neticesini görmek istedi.. TBMM’de bulunan uzantılar ve medyadaki yandaşlarla operasyonlara set çekilmeye, gözaltına alınanların serbest bırakılmasını sağlamaya yönelik organizasyonlar yapıldı.. Ama örgüt istediği sonucu alamadı.. Bu yüzden yeniden yapılanma planlandı.. Bu nedenle Kandil’de bir kongre toplandı..
Bu kongrede, Avrupa’da bulunan Sabri Ok gene piramidin başında bulunuyor.. Öteki yönetim kadrosu da şöyle...
Nesrin Deniz (Çıplak), eski DTP Başkanı Nurettin Demirtaş.  (Sahte çürük raporu sonucunda tutuklanıp daha sonra askere gönderilmişti. Şimdi Kandil’de yeni yapılanmanın yöneticileri arasında) Yüksel Genç; Jiyan kod adlı Yüksel Genç 1998 yılında Öcalan’ın  çağrısı üzerine bir grup dağ kadrosundan Türkiye’ye gelip teslim olanların arasındaydı... 4 yıl hapis yattıktan sonra  serbest bırakıldı. İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler mezunu... 1995 yılında PKK’ya katıldı. Cezaevinden çıktıktan sonra  örgütün Türkiye’de yayın yapan basın organlarında sorumluluk aldı. Daha sonra Demokratik Toplum Kongresi’nde Hatip Dicle ile eşbaşkanlık görevine yükseldi. Şimdi yeni misyonu ile KCK/ TM faaliyetleri için Türkiye’ye geri gönderilecek... Bir çok önemli karar kendisinde mevcuttur.
Yeni KCK, seçimler sonrasında BDP’nin başına Leyla Zana ve Hatip Dicle’nin getirilmesini kararlaştırdı..
Bu kongreye Türkiye’den de bir çok kişinin delege olarak katıldığı tespit edilmiş durumda..Dahası, kongre bitmesine karşın katılımcılar ya Kandil’i terk etmediler ya da sık sık gidip gelmeyi sürdürmekteler..
Bu kongrede alınan bir çok karar üzerinde gizlilik esası konulduğu da öğrenildi.. Örgütün basından gizli tuttuğu KCK’nın gizli maddelerinin hepsinin hayata geçirilmesi için keskin kararların alınacağı biliniyor..
Bu kararlar şöyle sıralanıyor.. Demokratik Özerk Kürdistan Cumhuriyeti’nin başta Türkiye ve Suriye olmak üzere diğer parçalarda hayata konulması..
2012 Nisan’da Öcalan’ın serbest bırakılması.. (Öcalan, planlanan ev hapsine çıkarılacak ama örgüt için sadece simge haline getirilecek.. Kararlardan uzak tutulacak)
KCK kararlarında Avrupa Birliği teminatlarının arkalarında olduğu da vurgulanıyor..

***

Bu bilgilerde dikkat çekici bir ayrıntı vardır.. “Nurettin Demirtaş (sahte çürük raporu sonucunda tutuklanıp daha sonra askere gönderilmişti) şimdi Kandil’de yeni yapılanmanın yöneticileri arasında” deniliyor..
Nurettin Demirtaş, BDP’nin başındaki Selahattin Demirtaş’ın kardeşi.. Selahattin’den önce PKK kendisini partinin başına getirmişti.. Çürük raporu ile askerden kaçtığı anlaşılınca gözaltına alınmış, mahkemeye çıkarılmıştı.. Neyse, sonunda askerliğini de yapmıştı ve tezkereyi aldıktan sonra gene yoluna gitmiş.. Adı Kandil’de ortaya çıktı!..
Ne kadar hoş ve demokratik durum!.. Demirtaşlardan biri Kandil’den, biri TBMM’den yeni Türkiye’yi şekillendirecekler!..

 Puanı bir günde 126’dan 485’e yükseldi!

 

Her ne kadar birileri, YGS’de yaşanan skandallar zincirini, “şifre var ama kopya yok” diye küçümsemeye çalışsa da, hemen her gün yeni iddialar ortaya atılıyor. Hatta iddianın da ötesinde insanı şok eden gelişmeler yaşanıyor.
ÖSYM’nin “beceriksizliği” yüzünden sayıları henüz belirlenemeyen çok sayıda aday, önceki çok büyük şok yaşadı. Örneğin onlarcası, “Barajı aşamadınız. LYS’ye başvuramazsınız” bilgi notuyla karşılaştı. Oysa içlerinde ilk 100 için yarışanlar vardı. Başlarından aşağı kaynar sular döküldü, yaşamları altüst oldu.
Ortada bir yanlışlık olduğu kesindi. Ama ÖSYM’nin internet sitesine defalarca girdiler, hep aynı sonuçla karşılaştılar. Anneleri, babaları yakınları da girdi, onlar da aynı “barajı aşamadınız” notuyla karşılaştı. İmkânsız deseler de sonucu değiştiremediler. Ta ki ertesi gün olup, Ankara yollarına düşüp, ÖSYM’ye ulaşıncaya kadar.

ÖSYM hatasını kabul etti
Türkiye’nin dört bir yanından dün ÖSYM Başkanlığı’na akın vardı. Puanının yanlış hesap edildiğine inananlardan bazıları savcılıklara başvurdu, kimileri de ÖSYM’ye dilekçe verdi. Samsun Cumhuriyet Savcılığı olayla çok yakından ilgilendi. Ankara’ya gidenlere karşı ÖSYM’nin tavrı inanılmaz iyimserdi. Çünkü ortada bir hata vardı ve bu hata kendilerinden kaynaklanıyordu. En önemlisi de bu olay basına yansımasın isteniyordu.
Elimizde birçok adaya yönelik örnek var. Önceki gün, barajı aşamazsın denildikten sonra, puanı yeniden düzenlenen, yani ortada sadece birkaç kişi değil çok sayıda aday var.
İşte onlardan ilginç olanlardan birisi.
Çok başarılı bir fen lisesi öğrencisi. Deneme sınavlarından çok iyi sonuçları alıyor, okulu, dershanesi, ailesi kendisinden çok iyi bir derece bekliyordu. Ama sonuçlar açıklandığında şok oldu. Çünkü ekranda 126 puan aldınız ve sınavı kazanamadınız yazıyordu. Hayatının en zor anlarını yaşadı ve dün nihayet gerçek puanına ulaşabildi. Nasıl mı? Ankara’ya giderek. ÖSYM’ye itiraz ederek.
İtirazı sonuç verdi ve puanı 126’dan 485’e yükseldi. Türkiye sıralaması da mucizevi bir şekilde, bir milyon 500 binlerden farklı puan dilimlerine göre ilk 200’e yükseldi.
Bir başka adayın puanı 380, bir diğerininki 400’e, ötekiler de iki katına çıkan gerçek puanlarına kavuştular.
Böylesi hatalar daha önce de olmuyor muydu? Elbette oluyordu. Ama bu hataları ÖSYM herkesten önce görüyor ya da ilk uyarıdan hemen sonra kamuoyuna bir açıklama yaparak yaşanan “skandalı” kamuoyu ile paylaşıyordu.
Ama dün akşam saatlerine kadar, ÖSYM bu konuda resmi bir açıklama yapmadı.

Hata neden kaynaklandı
ÖSYM’nin yaptığı hatayı araştırınca karşımıza komik ötesi bir “işgüzarlık” çıktı.
Gerekçesi belli olmayan bir kararla, adaylara tuvalet yasağı getirilmesi nedeniyle bazı adaylar doktor raporu olarak ihtiyaçları halinde tuvalet izni aldılar. Ama ÖSYM onları kendi salonlarında değil, özürlülerin sınava girdiği diğer salonlara yönlendirdi ve kendilerine de yedek kitapçıklardan verdi. Ama değerlendirme yapılırken, daha önce kendisi için hazırlanan cevap anahtarı kullanıldı. Ve o da ortaya bir puan hesaplama skandalının çıkması için yetti de arttı.
Benzer durum hapishanelerde de yaşandı. Bazı kitapçılarda eksik sayfalar olduğu için yedek kitapçıklar verildi. Ama eksik olan ve iptal edilen önceki kitapçığın cevap anahtarı uygulandı ve o da beraberinde yanlış puan hesaplaması getirdi.
Yine bazı salonlarda henüz nedeni bilinmeyen bir şekilde neredeyse tüm adaylar barajı altında kaldı. Ve bu arada yine gelen maillere baktığımızda puanların yanlış hesaplandığına yönelik çok fazla iddia var.
Böylesine yoğun bir baskı altında olan ÖSYM’nin hata yapması kaçınılmazdı. Ama bu kadarına da pes dedirten gelişmeler oluyor.

Puan dağılımı!
Puan dağılımıyla, özellikle de matematikteki puan dağılımıyla ilgili farklı açıklamalar var. Bunlardan birisi de matematik profesörü Ali Nesin’den geldi. İlginç mi ilginç işte o açıklama:
“Abbas Bey,
Yazılarınızı, özellikle YGS skandalından sonra, dikkatle takip ediyorum. Bugün verdiğiniz sayılar ilginç. Bu sayıları excel’e yerleştirip yüzdeleri hesapladım. Excel dosyası ekte. Bütün yüzdeler tutuyor, yalnız matematikte 30’un üstünde doğru cevap verenlerin yüzdesi, yüzde 12’den yüzde 5’e düşüyor. Bunun bir açıklaması olması gerekir. Seçenekler:
a) Bu yıl matematik sınavı (nerdeyse 2,5 katı) daha zordu, ama diğer dallarda zorluk derecesi aynıydı.
b) Bu yıl öğrencilerin matematik bilgisi ve yeteneği (yüzde 60) gerilemiştir, ama diğer dallarda değişiklik olmamıştır.
c) Asıl geçen yıl şifre vardı ama kamuoyuna yansımadı.
d) Bu yıl şifre vardı ama şifrenin anahtarı bazı öğrencilere sehven yanlış açıklandı! (Mod-medyan söylentileri.)
e) Hepsi.
Asıl açıklayıcı olacak olan, bana kalırsa, matematikte 20-25 arası doğru cevap verenlerin karşılaştırmalı yüzdesidir.
Saygılarımla, Ali Nesin’’
Özetin özeti: Bakalım daha neler göreceğiz...

 Puanı bir günde 126’dan 485’e yükseldi!
 Puanı bir günde 126’dan 485’e yükseldi!

 Bedri Baykam’ı bıçaklayanı neden merak etmiyoruz?
Bedri Bayram beklenmedik anda bir saldırıya uğrayarak bıçaklandı. Olay anında yıkılıp kalmayan ve kendi deyimiyle “ayaklarını yere sağlam basan” Bedri Baykam giderek iyileşiyor. Nitekim medyanın karşısına çıkarak başından geçenleri kendi ağzından anlattı.

İlk günden beri merakla beklediğim bir konu bir türlü açıklığa kavuşmuyor.

Kimdir bu Bedri Baykam’ı bıçaklayan kişi?

Sanıyorum işin kolayına kaçtık ve “meczubun biri” tanımlamasına uyduk.

Nedense meczup da olsa bu meczubu araştırmak kimsenin aklına gelmedi. Medyanın acar muhabirleri saldırganın evine gitmediler örneğin. Yakınlarını, arkadaşlarını bulmadılar.

Arkasında birinin ya da birilerinin olacağını hiç düşünmediler. Saldırının bir örgüt adına mı yapıldığı kuşkusunu da kimse aklına getirmedi.

Belli ki gazetelerin, televizyonların haber yöneticilerinin
de böyle bir kaygısı olmadı.

Söz konusu kişi Bedri Baykam. Saldırganın da bir “meczup”
olduğunu açıkladı emniyet, daha olayın üzerinden birkaç
saat geçmesine rağmen. Üstelik zaten daha önce de birini bıçaklamış. Kendisi de demiş ki “Arkamda kimse falan yok, gıcık oluyordum o adama, bıçakladım.”

Daha ne desin? Bunları söyleyene inanmayacaktık da ne olacaktı ki?

Oysa, örneğin İbrahim Tatlıses vurulduğunda “acar basın” nasıl da çalışmıştı. Saldırının arkasında kimin olduğunu günlerce aramıştı. Emniyet de hakkını yemeyelim, çok iyi çalışmıştı. Gece yarıları gölde silah aranmıştı.

Sonunda Tatlıses’i vuran yakalandı. Meğer adam zaten ünlü sanatçı ile yıllar öncesine dayanan bir husumet yaşıyormuş.

Meğer televizyon ekranlarına çıkıp

“Bu işte kan var, ben de kan dökeceğim” demiş. Sonra hapse
girmiş. Çıkınca da saldırıyı gerçekleştirmiş.

Ama bu yetmemişti bizim medyaya. “Nayır, nolamazdı.” Bunun arkasında mutlaka bir örgüt olmalıydı. PKK yaptırmıştı belki de. Yok yok Ergenekon kaos çıksın da askerler darbe yapsın diye vurdurmuştu İbrahim Tatlıses’i.

Bedri Baykam, iyileşme telaşı içinde oturmuş kaderine mahkûm biri olarak saldırganın arkasında kimin olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Çok çalışır çalışmasına da öğrenemez.

Adam meczup kardeşim, kendisi söyledi. Ne diye kurcalıyorsun işi. Bırak işte, sen iyileşmene bak.



***


Çılgın Proje’nin yapım aşamaları: Bölge, arazileri kapatan
rantiyelerle dolar. Birileri gelip şantiyeler kurar. Bir
süre sonra bazılarının ceplerinde milyon dolar...
(Gani Yıldız)



***


Ergenekon ve Balyoz ekranda yayınlanmalı

Eskiden mahkemelere hem kamera hem fotoğraf makinesi ile girebilirdi medya mensupları. Ancak bazı davalarda iş o
kadar çığrından çıktı ki, duruşmalar görüntü almaya kapatıldı. Artık gazeteciler sadece dinleyici gibi içeri
girebiliyor ve not alabiliyor. Bazı gazeteler ise duruşmalara ressam göndererek, durumu resmettiriyor.

Bu Batı’daki pek çok ülkede de böyle. Olumsuz bir yanı yok,
tam tersine insan hak ve hürriyetleri açısından çok da doğru.

Ancak, bu kural iki önemli dava için bozulmalı diye düşünüyorum.

Biri Ergenekon diğeri de Balyoz davası.

Bu iki dava da hukuki olmaktan ziyade siyasi.

İkisinde de, görüntü alınmamasının hak ve özgürlüklere vurduğu darbe görüntü alınmasında ortaya çıkacak sakıncalardan çok daha fazla.

O davalarda inanılmaz konular dile getiriliyor.

Oysa medyada bunların çoğu yer almadığı gibi, davayı etkileyecek, çoğu gerçeği yansıtıp yasıtmadığı bilinmeyen belge ve bilgiler ortalıkta geziyor.

İlk önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Ergenekon davasının TV ekranlarından canlı olarak yayınlanmasını” talep etmişti.

Henüz bir sonuç yok, ama medyanın da bu konuda ısrarlı olması gerekiyor. Kişi hak ve hürriyetlerini korumak için alınmış bir kararın arkasına sığınıp buna karşı çıkmak bence anlamsız.

Bu davalar madem ki Türkiye’nin demokrasi ve hukuk savaşındaki önemli cepheler, o zaman tüm halk orada neler olduğunu birinci elden görmeli öğrenmeli. Böylelikle neyin
doğru neyin yalan olduğu da ortaya çıkacaktır.

Denebilir ki “Bu davalar canlı yayınlanırsa, sanıklar şov yapmaya çalışabilir.” Bunun da kolayı var, denetimli çekimler yapılır ve sadece sorgulamalarla savunmaların yayınına izin verilir. Yani canlı olmaz da bu bölümlerin bulunduğu görüntüler banttan yayınlanır.

Bu davaların yayınlanması demokrasimiz adına da büyük kazanç olacaktır.



*****


Ada hangi kıtada olacak?

Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker küçük bir mesaj göndermiş. Çok ilginç bir merakını dile getirmiş.

Gerçekten ben de merak ediyorum. Birlikte okuyalım:

“Batı demokrasilerinde kaldırım taşının rengi bile vatandaşa sorulurken, bir sabah Başbakan’ın ülkenin coğrafyasını değiştirecek bir “kanal” açma kararı aldığını öğrendik.

Her şeyi düşünüp taşınıp, uygulayan Başbakan’a sormak isterim. Mevcut İstanbul bu proje ile Avrupa’dan koparılacağına göre, Avrupa’nın sınırları Silivri’de mi bitecek? Bildiğimiz tarihi İstanbul coğrafi olarak hangi kıtaya ait olacak?”



*****


50 kilometre boru döşeyin tankerleri hiç geçirmeyin

Başbakan’ın “çılgın projesi” üzerinde tartışmalar sürüyor.

Biat etmiş kesimler “çılgın” projeyi “çılgınca” alkışlarken “bir rüyanın gerçekleştiğini” söylüyorlar.

Aranızda bilen var mı, bugüne kadar hiç “Karadeniz’i

Marmara’ya bağlama rüyası” gören oldu mu acaba?

Ama madem Başbakan “İşte biz hayal edince böyle ederiz” dedi, o halde bu projenin müthiş olduğu söylenecek. İşleri bu.

Başbakan ikinci kanal ihtiyacını anlatırken 1979’daki Independenta olayını hatırlatıyor. Bu gemi Boğaz’ın girişinde başka bir gemi ile çarpışmış ve patlamıştı.

Çevrede büyük hasar oluşurken yangın aylarca sürmüştü.

Petrol nakli nedeniyle Boğaz’ın büyük tehdit altında olduğu bilinen gerçek. Bunun önüne geçilmesi için çok uzun yıllardır kafa patlatıyoruz. Erdoğan ikinci Boğaz’la bu sorunun halledileceğini savunuyor.

Ama merakım şu: İster Boğaz ister kanal olsun, sonuçta İstanbul’un ortasından yine akaryakıt yüklü dev gemiler geçecek. Boğaz’daki tehlike neyse kanalda da aynı tehlike
olacak.

Kanal projesi farklı bir estetik açısından belki cazip gelebilir. Türkiye’nin görünümüne ve itibarına etkisi olabilir. Ama tanker tehdidini ortadan kaldırmaz.

Oysa, kanaldan önce Karadeniz’den Marmara Ereğlisi’ne yapılacak bir boru hattı ile hem petrol hem doğalgaz akımı sağlanabilir. Böylelikle Karadeniz’den gelen petrol gemileri örneğin Çatalca’dan akaryakıt ve doğalgazı Marmara

Ereğlisi’ne aktarır, süper tankerler de buradan dolum yaparak yollarına devam eder.

Böylelikle Boğaz’a “akaryakıt, doğalgaz ve benzeri tehlikeli petrol türevleri taşıyan gemiler” hiç sokulmaz.


 12 haziran'da neyi oylayacağız?
1) 12 Haziran 2011 tarihi şeklen genel seçim günü olsa da  gerçekte Türkiye’nin mukadderat tarihidir.
2) 12 Haziran Türkiye Cumhuriyeti Devletinin devamı ya da yok olması bağlamında referandum günüdür.
3) 12 Haziran  seçimi Üniterlik yani bütünlük yanlıları ile Federasyoncuların hesap günüdür.
4) 12 Haziran günü Türk halkı ya bölünmeye dur diyecek ya da  eyalet modeline evet diyerek fiili ayrışmaya kapı aralayacaktır.
5) 12 Haziran’da Türkiye açıktan ya ABD mandası olacak ya da bağımsızlığını sürdürecektir.
6) 12 Haziran’da AKP iktidardan alaşağı edilmezse Güneydoğu fiilen Türkiye’den kopacak, İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Mersin ve Antalya gibi Kürt nüfusun yoğun olduğu   metropoller de Yugoslavya misali alt-üst olacaktır.
7) 12 Haziran’da AKP yeniden iktidar olursa Türkiye’deki rejim  tamamen  değişecek ve Atatürk, Endülüs Müslümanlarının  İspanya ya da Avrupa’dan kazınması misali topyekün Türkiye’den kazınacaktır.
8) 12 Haziran’da AKP alaşağı edilmezse İran’da  yaşananların benzeri toplu muhalif tutuklamaları başlayacak  ve  karşıt cadı avları yapılacaktır.
9) 12 Haziran’da AKP yine hükümran olursa  artık medya’da Tayyib’i eleştirmek adeta Türkiye’ye savaş ilan etmek şeklinde bir karşılık görecek ve Erdoğan fiili olarak  dokunulamaz bir diktatör gibi algılanacaktır.
10) 12 Haziran’da AKP muzaffer olursa Şanlı Muhammed Aleyhisselamın  İslamı  yerine Amerikancı ya da Vatikan Müslümanlığı inancımıza  açıktan ipotek koyacaktır.
11) AKP 12 Haziran’da  yine iktidar olursa susup sıra bana gelmez diyenlerin defterleri  bir bir dürülecektir.
12) 12 Haziran’da AKP iktidar olursa Kürtler kullanılarak Büyük İsrail ve Büyük Ermenistan Devletleri projesi fiilen uygulamaya konacaktır.
13) AKP 12 Haziran’da yine iktidar olursa Karadeniz, Pontus yurdu diye Rumlara peşkeş çekilecek ve Sevr açıktan uygulamaya konacaktır.
14) 12 Haziran’da AKP ipi göğüslerse Tayyip Erdoğan’a  İslam dünyasının halifeliği sözü verilecek ve güya bu yönde adımlar atılacak ancak son kullanma tarihi dolduğu gün Tayyip Erdoğan tıpkı İran Şahı Pehlevi, Endonezya Başkanı Markos, Irak diktatörü Saddam ve Mısır Başkanı Hüsnü Mübarek misali  yine ABD tarafından  anında feda edilecektir.
15) Hülasa 12 Haziran seçimi Kurtuluş savaşı ve hatta onun bile ötesinde var ya da yok olma günüdür.
Önemli not:
Bu akşam Ulusal Kanal’da saat 21.00-23.00 arası 3 yıl Silivri zindanında çile çeken hukuk adamı Atatürkçü aydın Nusret Senem konuk olacak ve Silivri’nin bilinmeyenlerini anlatacak. Hepinizi  programım Alternatif’e bekliyorum.

YİĞİTLİK ÖLDÜ MÜ?
Sopa’dan korkan gazeteciler?
Rahmetli Ecevit Karadeniz ile Marmara arasına kanal  açalım dedi umursayan olmadı!
Şanlı medyamız Ecevit’in bu teklifini bırakın manşete çekmeyi pek çoğu haber bile yapmadı.
Oysa aynı şeyi Tayyip dillendirdiği an kıyametler koparıldı!
Adeta  kıyamet alameti ya da kerameti diye takdim edildi.
Peki bu işin ardındaki gerçek ne midir?
Sopa yani tehdittir...
Sizi şerefimle temin ediyorum, dinci ve liberal ambalajlı  ajan gazetecilerin dışındakilerin boyun eğme gerekçesi tamamen korkmalarıdır.Yalakalıkları bunun eseridir. Pek çoğu işini kaybetmemek için eğiliyor...
İyi de eğilmenin sonu yok ki!
Gün gelir  eğilenlerin üstüne binerler!
Hem her gün bu korku çekilecek şey midir?
Onur ve yiğitlik denilen kavramlar işte bunun için vardır..
Hiç tanımadığım Cüneyt Ülsever’i işte bu kavramları önemsediği ve de rest çektiği için çok seviyorum!

ZİYARETİN SEBEBİ!
CIA başkanı bunlar için geldi!
CIA Başkanı Leon Panetta Ankara’da 5 gün kaldı ki bu durum olağandışıdır zira CIA Başkanı tatil dışında yabancı bir ülkede hiç bu kadar kalmamıştır.
Peki ardında neler mi var bu Ankara ziyaretinin?
Yapılan değerlendirmeler şunlardır:
1) Suriye’de Esad’ın devrilmesi için Ankara’nın ikna edilmesi ki CIA Başkanının bu talebi önceki gün MGK’da da konuşuldu.
2) İran bankalarının Türkiye ile ilişkilerinin kesilmesi ve enerji işbirliğinde Türkiye’nin İran’ı dışlaması.
3) Kuzey Irak’da ilanı an meselesi olan Kürdistan’ın Ankara tarafından tanınacağının garantisi.
4) Kürdistan’ın kuruluşunda Türkiye’nin garantör olması ve güvenliğine somut katkı sunması.
5) Türkiye üzerinden  bölgeye ajan ihracı zeminlerinin inşası.

YENİ İCATLAR
Yandaş Hukuk’un çeşitleri!
1) Husumet Hukuku!
Bu başlığa örnek olarak Ergenekon ya da Silivri davalarını gösterebilir ya da husumet hukukuna aynı zamanda Ergenekon-Silivri Hukuku da diyebiliriz.
2) Himaye Hukuku!
Bu başlığa Habur Hukuku da diyebiliriz ki Habur’da yaşanan çadır muhakemeleri ve de  “Pişman değilim” denilmesine rağmen  “Pişmansın ama farkında değilsin”  şeklindeki  traji-komik yaklaşımlar ile teröristlerin  kanun tanımadan serbest bırakılması gibi  malum olgular himaye hukukunun net vesikalarıdır.
3) Hâmi Hukuku!
Bu çerçeveye de Deniz Feneri hırsızlığını alabiliriz ve  bu davadaki sahiplenme ya da hamiliği bu hukuk anlayışına örnek olarak gösterebiliriz.

 Trakya CHP görünüyor
Dün , CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte idik. İstanbul’dan Tekirdağ mitingine gittik. Otobüsümüz Haramidere’ye girdiğinde yol tıkandı. Bunu gören Kılıçdaroğlu, “İstanbul bir kültür ve sanat kenti olmalı iken görüldüğü gibi içinden çıkılmaz bir hal aldı; Modern dünya da böyle bir şey yok. Başbakan kanaldan söz ediyor ama biliyorsunuz İstanbul’da derelerde insanlar boğuluyor” dedi.
Yol boyunca vatandaşlara el sallayan  Kılıçdaroğlu’na her zaman olumlu karşılıklar geldi. Trakya’ya kurulacağı söylenen kanalın ise işlevsiz olacağını, Montrö antlaşması gereği boğazlardan bedava geçme hakkı bulunan gemilerin buraya sevk edilemeyeceğini de vurguladı. “Vatandaşın derdi kanal değil işsizlik ve yoksulluktur” diyerek ekledi.
Kendisine heykel yıkmayı sorduğumuzda, “Bunu bizden önce Avrupalılar görmeli.Türkiye’nin nereye gittiğine dikkat etmeliler” dedi.
AKP MEDYASINA CHP’LİLER ÇIKMAYACAK 
Yolda Kılıçdaroğlu’na basının durumunu da sorduk. Bu konuda CHP Lideri’nin çok sıkıntılı ve üzüntülü olduğunu gördük. Dedi ki; “Bize demediğimiz sözleri yıkmaya kalkışıyorlar, yapmadıklarımızı yapmışız gibi gösteriyorlar. Partimizi karalamaya uğraşıyorlar. Bunu yapanlar yandaş AKP medyası. Arkadaşlarımıza söyledim artık AKP medyasına CHP’liler çıkmayacaklar. Onların bu kötü oyunlarına alet olmayacağız. Çünkü bunlar bir tür örgüt gibi hareket ediyorlar.”
Sultanköy’e geldiğimizde bir Atatürk heykeli açılışı vardı. Bir emekli şöyle bağırıyordu: “Onlar heykel yıkar siz heykel açarsınız, yaşa Kılıçdaroğlu.”
TÜRKİYE LAİKTİR
Tekirdağ mitingine Kılıçdaroğlu ile birlikte, Başdanışmanı Ali Kılıç, Genel Sekreter Bihlun Tamaylıgil, Genelbaşkan yardımcıları Gürsel Tekin ile Faik Öztrak da katıldılar.
Miting alanı coşkulu bir kalabalıkla dolmuştu. CHP Lideri konuşurken coşan kalabalık, “Türkiye laiktir laik kalacak” diye slogan attı.
Kılıçdaroğlu burada mazotu çiftçiler için kesinlikle 1.5 TL’ye indireceklerini bir kez daha söyledi ve dışarıdan 10 milyar dolarlık tarım ürünü satın almamızı şiddetle eleştirerek, “Bu parayı bu hükümet bizim çiftçimize verseydi dünyayı doyururduk” dedi.
CHP Lideri emeklilere bütün milletin bir şükran borcu olduğunu söyledikten sonra bunlar için intibak yasasını iktidar olur olmaz çıkartacağını da dile getirdi.
Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet tarihinde AKP’nin bir ilki başardığını söyleyerek dedi ki; “Bunların  başarısı ilk defa yurt dışından kurbanlık koyun getirtmeleri olmuştur.”
Kılıçdaroğlu konuşmasında yer yer mizaha da başvurarak Tekirdağlılar’a şöyle seslendi: “Bu hükümet sizin için de yeni şeyler yaptı, Tekirdağ’a yaptığı en önemli hizmet yeni icra daireleri açmak olmuştur. Borç batağına ittiği insanları icra dairelerinde süründürüyor. Kendisi buraya geldiğinde götürüp dosyaları bir gösterin de boyunu aştığını görsün.”
Tekirdağ’dan sonra yine coşkulu bir kalabalığın bulunduğu Çorlu mitingi ile dünkü tur tamamlandı.
Konuştuğum vatandaşlar, burada CHP en az 3 çıkartır, AKP 2 , MHP 1 olur şeklinde görüş bildirdiler. Bazıları da MHP 2 , AKP 1 dediler.
45 gün sonra gerçek durum ortaya çıkacak ama bu kanal projesi bile Trakya’da AKP’ye bir üstünlük getirecek gibi görünmüyor. Çünkü Trakyalılar kanalı sorduğumda alaycı alaycı gülümsüyorlar.

 “Kanal İstanbul” bir mason projesi!
AKP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Edip Uğur, “12 Haziran’da değişimi istemeyenlerle, değişime direnenlerle, ona karşı çıkanlar sandığa gidecekler” dedi.
Uğur’un veya Tayyip Erdoğan’ın veya TÜSİAD’ın veya Ergun Özbudun’un veya Abdullah Öcalan’ın veya ABD’nin veya AB’nin “Türkiye’de değişim”den kastı nedir?
Anayasa’dan Türk kavramını çıkarmak değil mi? Türkiye’yi Türk devleti olmaktan çıkarıp kozmopolit bir ülke haline getirmek değil mi?

***

Türklerin İskitler’den beri var olduğu Anadolu coğrafyasında kurduğu devletin vatandaşlık kimliğini, şimdilik “Türk”ten “Türkiyeli”ye doğru değiştirecekler ve buna “değişim” diyorlar!
Yani Türklere üstü kapalı olarak “Ey Türkler, biz milletin adını Türk olarak söylemeye devam edersek, Kürtler veya başka etnik kökenlere mensup vatandaşlarımız güceniyor ve bu kavram dolayısıyla kendilerine haksızlık edildiğini düşünüyor. Biz Türklükten  vazgeçelim de birliğimiz beraberliğimiz bozulmasın!” demiş oluyorlar.
Üstelik Türk kimliğine karşı bu mücadeleyi verirken Türklere Başbakanlık yapan Tayyip Erdoğan, Türk olmadığını defalarca söylemiştir!
Peki Türklerin kaderine Türklüğe mensup olmadığını söyleyenler mi hükmedecektir?
Türk Milleti, Bilge Kağan’dan 1300 yıl sonra Türk adıyla bir devlet kurduktan sonra bundan vaz mı geçecektir?
İşte halk, 12 Haziran’da bunu oylayacaktır!
Fakat, Türkleri Türklükten vazgeçirmek için, dini bir hipnotizma aracı gibi kullanarak; Türklerin kendi adını, Türkiye’de yaşayan herkesin, yani milletin adı olarak kabul etmesini “ırkçılık” diye yorumladıklarından, bu konuda epey mesafe almış durumdadırlar.
Yine de Türklerin çoğunluğunun, “AKP, Anayasa’dan Türk kavramını çıkaracak”  gerçeğinden haberi bile yoktur.
Garip olan şu ki iktidar adayı partiler bu konudan hemen hemen hiç bahsetmemektedir!

***
Aslında AKP’nin kendine ait hiçbir projesi yoktur. “Kanal İstanbul” projesi de İstanbul’u üç dinin merkezi haline getirmeyi öngören 1948 tarihli Thornburg raporunda öngörülen kamulaştırmaların yapılamamasından dolayı ortaya atılmıştır. Bu proje, dönemin masonları tarafından gündeme getirilmişti ama sonra rafa kaldırılmıştı.
Son aldığım bilgiler, aynı çevrelerin birkaç yıldan beri Bakırköy-Çorlu arasında yatırım yaptıklarını gösteriyor. 2005 yılında Koç grubuna bağlı Bilkom şirketinin ana bayi toplantısında H. T. adlı kişinin, arkadaşlarına, “Silivri’ye hatta Çorlu’ya kadar paranızı gayrimenkul veya toprağa yatırın, gelecekte İstanbul’un çehresi bu yerlerde çok değişecek ve çok güzel planlar var” dediği biliniyor.
Aynı kişi, arkadaşlarının, “Hayrola Devlet Planlama Müsteşarlığı’nda mı çalışmaya başladın ki bu planlardan haberin var?” sorusuna “Hayır, mensup olduğum cemiyette, İstanbul’un geleceğini konuşuyoruz ve bunun sonucunda oralarda yatırım yapıyoruz” diye cevap vermişti.
Bu bilgiyi veren Turgay Şık’ın deyimiyle  “Kanal İstanbul projesi, mason localarında pişirilmiş sonra da Başbakanlığa servis edilmiştir!”

***

Özetle, AKP,  “Küresel Haçlı Seferi”  çerçevesindeki projeleri, Türk halkına kendi projesi diye yutturmaya çalışıyor.
Asıl hedef, ABD Kongresi’nin 1896’da aldığı gizli kararın uygulanmasıdır. O kararda, Türkiye’nin Hıristiyan yerleşimi ile birlikte Hıristiyanların yönettiği eyaletlere ayrılması, başkent İstanbul’daki eyaletin başına bir Amerikalının getirilmesi ve “Türkiye Birleşik Devletleri”nin buradan yönetilmesi esas alınıyordu.
AKP hükümetinin 8 yıl içindeki bütün icraatları bu projeyi akla getiriyor!
Değişim dedikleri budur.

 Kanal mı önemli, hayatlar mı?
Bir yanda 1 milyon 700 bin öğrencinin hayatını belirleyecek sınav olan YGS’de arkası kesilmeyen yanlışlar sürerken,
ALES sınavında da bir başka skandal ortaya çıkmış ve yapılan-yapılacak tüm sınavlara güven sıfırlanmışken yine gündem saptırıldı ve birden ortaya “çılgın proje” diye gayet zamansız ve gereksiz (değilse gençlerin hayatının önüne geçecek “önceliği” nedir açıklasınlar) bir kanal projesi atıldı.

Aslında dikkatlerin YGS ve ALES’te yoğunlaşmasının sürmesi gerekiyordu ama son yıllarda her “tepeden inme gündem değişikliği”nde olduğu gibi çok kişi bu kanal olayının üstüne atladı. Haydi buna da ‘normal’ diyelim, yeni bir proje hele de “çılgın” ise şu anda zamansız ve anlamsız olsa da etraflıca tartışılacaktır, zira (kimbilir hangi “şanslılar”a yaptırılacak) olan bu dev kanala dökülecek trilyonlar; iktidar partisinin değil milletin cebinden çıkacaktır.

BİSİKLET VE YAMA!

Bu örnekleri defalarca verdik, gazetelerde haberleri-fotoğraflarıyla çıktı Avrupa’nın bir çok “en zengin” ülkesinde başbakanlar, bakanlar masrafları kısmak için parlamentoya yürüyerek veya bisikletle gidiyor, makam aracı bile kullanmıyor.

İngiliz Sarayı Buckhingham’da perdeler yamanarak, kraliyet ailesinin kıyafetleri tersyüz edilip modelleri değiştirilerek kullanılıyor. Onlarda açlıktan ölen bebekler ve yaşlılar, okula giyecek ayakkabısı, önlüğü olmayan veya aç giden binlerce çocuk yok. Bizde “ekonomi büyüyor, süperiz” söylemleri eşliğinde “yoksulluk ve işsizlik”te ülkeler arasında rekor kırmaktayız. Ve durum bu iken, hiçbir önceliği, aciliyeti olmayan, uzmanların “uluslararası anlaşmalar nedeniyle bir kazanç sağlamayacağını” da söylediği bir kanaldan söz ediliyor. Başbakan konuşup tartışanlara da kızıyor, oysa elbette ‘açıklandığı anda eleştiriler gelecek’ bir projedir bu..

Milli irade önemliyse, milli iradenin “benim hangi sorunumu çözecek” diyeceği ve dediği bir projedir.

YGS’DE HİLE YOKMUŞ!

Şimdi dönelim asıl önemli konuya; YGS ve ALES’te olup bitenler sınavlara olan güveni sıfırladı ve yıllar boyu “bir genç gibi” yaşamadan, “yarış atı gibi” sınavdan sınava koşan öğrencilerin psikolojisini de birlikte sıfırladı.

Hastalanan, intihar eden öğrenciler var. Ama işe bakın ki sanki pek de önemsiz bir konuymuş gibi “şifre var, kopya yok” dendi ve sonuçlar açıklanıverdi. Peki ÖSYM Başkanı’nın “sehven olmuş” dediği bu şifrelemenin (ki daha önceki uzun yıllarda neden böyle bir sorun yoktu da “sehven”ler hep bu yıl ve önemli her olayda ortaya çıkıyor) bir kısım öğrenciye verilmediği nasıl kanıtlanıyor? Bu şifreyi kimler hazırladıysa onların bu işi yapmadığına nasıl emin olunacak?

CHP Konya Milletvekili Atilla Kart’ın bu konuda uzman görüşlerinden derlediği sorular son derece önemli ve bunlar arasında “karar veren bilirkişilerin uzmanlık alanlarının ve hangi kurumlardan seçildiklerinin bilinmemesi” de var.

SINAV İPTAL EDİLMELİ, BAŞKAN İSTİFA ETMELİ!

“Hiçbir sorun yok” denerek geçiştirilmek istenen konuda son olarak Bursa’da Ece Akyüz isimli öğrencinin puanının sonuç formunda önce “133” yazdığı, ÖSYM’den tekrar form istendiğinde puanın birden “427”ye fırladığı haberi verildi.

Eğitim-İş Genel Başkanvekili Levent Akça da “1 günde benzer puan fırlamaları”na başka örnekler verdi. Sınavda ve ÖSYM’de sorun olmasa bunlar kabul edilir yanlışlar mıdır? Bu sınavın iptal edilmesi (ya da LYS’ye etkisinin oranının minimuma indirilmesi, üniversiteye girişte LYS puanlarının esas alınması ) ve ÖSYM Başkanı’nın mutlaka istifa etmesi gereklidir. Gençlerin hayatı ve böyle fahiş bir hata “geçiştirilecek” bir konu olamaz!



***


Lokomotif İstanbul!

Kanal Projesi ile ilgili olarak Başbakan Erdoğan “İstanbul’un böylece Türkiye’yi dünyada 10’uncu sıraya taşıyacak lokomotif olacağını” söylemiş. Oysa eğer İstanbul’da hiç değilse son on yıldır ve özellikle seçim öncelerinde gecekondulardan oluşmuş “şehir içinde şehir”ler kurdurulmasaydı, bu olağanüstü şehir bir beton yığınına çevrilmese, trafiği düzenlense, binaları depreme dayanıklı hale getirilse, şehir bir “suçlular kenti” olmaktan çıkarılsaydı İstanbul zaten “dünyada 10’uncu sıraya çıkacak” bir lokomotif olurdu. Ama şu anda bir helikopterden baktığınızda içler acıtacak kadar yeşilden yoksun bir beton kütle görüyorsunuz.

Maalesef bir kanalın kurtaramayacağı kadar hazin bir tablo!




***


Bu kez ‘kararsız’ olamazsınız!

Daha önceki seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de “kararsızlar” veya “oyunu kullanmayıp sandıktan kaçanlar” sonucu tahminlerin çok üstünde etkileyecek. Oysa referandum öncesinde “çok önemli, Türkiye’nin geleceği oyunuza bağlı” diye defalarca söylenmesine rağmen deniz kenarında 3 gün daha fazla kalmak için, müthiş bir bencillikle sandığa gitmeyenler oldu.

Oy kullanmayanlar arasında partilerin hepsine kızan veya bir şekilde ‘sandığa gitmeyerek intikam aldığını düşünen’ler olabilir. Ama böyle intikam alınmaz, yaptıklarının durumlarını çözüme değil, daha uzun yıllar çözümsüzlüğe sürüklemekten başka bir anlamı yoktur.

Bu seçim HERKESİN MUTLAKA SANDIĞA GİTMESİ GEREKEN bir seçim, yapmayanlar sonradan çok pişman olabilirler, iyi düşünsünler! Partiler de seçim çalışmalarında en çok bu konuya eğilmeliler!

 Haydi Anadolu İstanbul’a...

Not defterimde pazartesiden bugüne değin yazmak isteyip yazamadığım notlar... Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim gezileri, Erdoğanın çılgın projesi”, giderek artan işsizlik ve yoksulluk, liseli gençlerin içine düştüğü durum...
Hangisini yazayım?..
“16. Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Ödülleri töreninde onur ödülünü alan Genco Erkal’ın konuşması, Türkiye’nin nereden nereye geldiğini çok iyi anlatıyordu:
Sevinemiyorum bu ödülü aldığımdan ötürü... AKM kapalı, Muammer Karaca Tiyatrosu otele çevriliyor, Başbakan istedi diye heykel yıkılıyor, sanatçılara saldırılıyor.
Genco Erkal bunları söylerken, Mehmet Aksoyun Kars’taki İnsanlık Anıtının iki başı tekbir sesleriyle koparılıyordu.
***
O anda Madımak katliamını anımsadım, Kahramanmaraş’ı...
Gözü dönmüş caniler o zaman da tekbir getiriyorlardı. Kanlı Pazar’larda da görmüştüm tekbir getirenleri ellerinde bıçaklarla.
Teğmen Kubilayın Menemen’de başını bağ bıçağıyla kesenler de cami avlusunda tekbir getirmiyorlar mıydı?
Afganistanda, Pakistanda El Kaide ve Taliban da tekbir getirerek boğazlıyorlardı insanları.
Burada bir anımsatma yapayım... Taliban 2001 yılında tekbir sesleriyle Bamiyanda iki dev heykeli dinamitle parçalarken de tekbir getiriyordu.
***
Kars’taki İnsanlık Anıtının başı kesilirken tekbir getiren insanlar ve Mehmet Aksoy’un içimizi acıtan, yüreğimizi sızlatan sözleri:
Şu anda o iki çocuk, o masum iki çocuk katlediliyor...
Yazı masamın başından kalktım Aksoy’un sözlerini okuyunca...
Gecenin kanat çırptığı mavi derinliği ve masum çocukları düşündüm... Kelimeler titreşiyor gibiydi...
Sonsuzluğun içine gömülmüş kör bir bıçak gibiydi her şey...
Başbakan yeni bir seçim rantı bulmuş, Türkiyenin sorunlarını bir kenara bırakıp bir çılgınlığı ikinci boğaz projesiyle kamuoyuna sunmuştu.
Uzmanlar bu projenin kentleşme ve çevre açısından bir cinayet olduğunu anlatıyorlardı...
Rantçılar ise ellerini ovuşturarak çılgın projeye alkış tutuyorlardı.
***
Eğitimi umursamayan, ikinci boğazla İstanbul’u yaşanmaz hale getirmek isteyenler, Güneydoğu ve Doğudaki çocuklarımızı düşünmüyorlardı.
Tüm Anadolu İstanbula göç etmeliydi bundan sonra...
Ankara zaten çoktan gözden çıkarılmıştı...
Üretici daha da yoksullaşmış, taşeron işçilik almış başını gidiyordu...
Bunlar siyasal iktidarın umurunda değildi.
Nasıl olsa AKP için çıraklık dönemi bitmiş, ustalık dönemi başlamamış mıydı?
Unutmadan yazayım... Kişi başına ulusal gelirimiz bu arada 10 bin doların üstüne çıkmış, on yıl sonra 25 bin dolar olacaktı.
***
Mimar ve Kentbilimci Ahmet Vefik Alp Büyük Ülkenin Büyük Projesinin rant kapısının 3 milyar dolarla açıldığını öne sürerken haksız mıydı?
Bu projeyi yıllar önce Bülent Ecevit düşünmüş, sanırım daha sonra vazgeçmişti...
Varsılı daha varsıl, yoksulu daha yoksul kılan bir bozuk düzen çarkı Ya Allah ya bismillah denilerek dinsel bir eyleme dönüşürken, çokuluslu şirketler çoktan İstanbulu bölecek olan kanalın bulunduğu yerlerdeki alanları satın almışlardı.
Türkiye, kapitalizmin güler yüzü Küreselleşmenin zaten yıllardır avucunun içindeydi...
***
Bir koca kentin akciğeri nasıl yok edilir?
Aynen böyle!
Kanal projesinde neler yok neler...
Büyük bir rant kapısı.
Bana kalırsa 60 milyonu İstanbul’a taşımak gerekir Anadolu’dan....
Böylece işler tıkır tıkır yürür!
Nasıl olsa işsizlik ve yoksulluk kömür torbalarıyla, gıda paketleriyle gideriliyor, oylar AKP’ye akıyor.
Haydi Anadolu ayağa kalk ve İstanbula göç etmeye başla!

 Deşifre

Star Haber’de söylemiştik.
Bi de yazarak verelim.
*
...Şifre var, faydalanan yoksa...
Bu ne?
*
Google’a girin, “google trends” yazıp, tıklayın, açılan sayfanın “kelimeyi ara” bölümüne “mod medyan” yazın, bi grafik çıkıyor, sağ üst köşedeki “ülkeler” bölümünden Türkiye’yi seçip, ülkelerin hemen yanındaki “zaman” bölümünden “son 12 ay”ı tıklayın... Bu çıkıyor.
*
Mod medyan kelimesinin, son 12 ay içinde, Türkiye’den aranma istatistiği.
*
Şimdi lütfen, sayfayı sağa çevirin, öyle bakın... “Jan 2011” çizgisi, yılbaşı...
İlk dilim şubat ayı, ikinci dilim mart ayı, “Apr 2011” çizgisi, Nisan ayının başı.
*
2010 boyunca arayan yok.
2011 Ocak, yok.
2011 Şubat, yok.
Mart’a girince, ayın 5’i gibi
aranmaya başlıyor, ay sonuna
doğru adeta füze gibi fırlıyor.
Vızır vızır.
Arayan arayana.
Çılgın’ca.
*
Sınav ne zamandı?
27 Mart.
*
Sonra çakılıyor.
Kimse aramıyor.
*
Hâlâ ne diyorlar bize?
Şifre var, faydalanan yok.
*
“Şifre var, keriz çok” deselerdi,
daha tatmin edici olurdu aslında!
NOT:
İzmir deplasmanında sakatlanan sağ elim, fizik tedaviyle çalışır hale getirildi. İsim Şehir Hayvan derbisine hazırım. Bugün, saat 15’te, İstanbul Kanyon D&R’de... Kontrataklar sırasında çocuklara, hamilelere ve yaşlılara karşı fair-play lütfen... İyi oynayan kazansın.


 Tarafsız yazar susuz kuyudur!
Haftanın en önemli rezaletlerinden biri de geçtiğimiz pazar
günü yapılan Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı’ndaki (ALES) hatalı soru kitapçıklarıydı…

“Çılgın” gündemden fırsat bulup bir türlü yazamadım; bu sınavda adaylara, “Tarafsız yazar nasıl olunmaz” diye bir soru sorulmuş…
Öncelikle belirtmeliyim ki, “Böyle soru olur mu” diyenlerden değilim…
Hatta bir adım daha ileri giderek, “Tarafsız yazar olmaz” diyorum!
***
Sadece bizde değil bütün dünyada yarı aydın takımının yaptığı en büyük yanlışlardan biridir bu “tarafsız yazar” konusu…
Özellikle yazılarınızla rahatsız ettiğiniz, foyalarını meydana çıkardığınız ya da dümenlerine çomak soktuğunuz bazı çevreler hemen telefona sarılıp, “Yazar dediğin tarafsız olmalı” diye bilgiçlik taslarlar…
Madem konu akademik personelin seçildiği bir sınavda soru haline geldi, o zaman anlatmanın tam zamanı:
***
Hem gazetecilik okullarındaki öğrencilere hem de meslekteki
çaylaklara öğretilen ilk şey, “Haber objektif (nesnel), yorum hür olmalı” kuralıdır…
Burada “objektiflik”ten kasıt, gerçekçilik ve tarafsızlıktır…
Ama dikkat edin; gazetecilerden tarafsız olmaları istenen şey, “haber”dir…
Eğer haber yapan muhabir, onu okuyup düzelten redaktör, sayfaya koyan editör, hangi sayfada nasıl kullanılacağına karar veren yazı işleri müdürüyseniz, bu kuraldan anlayacağınız şey şudur:
“Olayları olduğu gibi anlat, yorum katma, dünya görüşüne ve
ahlak anlayışına göre çarpıtma… Yani, taraf olma!”
***
Gelelim köşe yazarlarına…
Bunların işi haber vermek değil, yorum yapmaktır…
Yorumun Türkçedeki karşılığı ise aynen şöyledir:
“Bir olayı belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme…”
“Belli bir görüşe göre” ifadesinden de anlaşılacağı gibi; her “yorum” yaptığınızda, ister istemez “taraf” olursunuz…
Dolayısıyla bir “köşe yazarı”nı “taraf” olduğu gerekçesiyle
aşağılamaya kalkmak için ahmak ya da cahil olmak gerekir…
***
Yazarların uymaları gereken tek koşul vardır o da hiçbir
baskı grubunun ya da güç odağının borazanı olmamak…
“Sahibinin sesi” değil, sadece “kendisinin sesi” olmak!
Özellikle bana sık sık mektup gönderip, “Sen hem muhalif bir yazarsın, hem de CHP’yi en çok eleştirenlerin başında geliyorsun” diyen bazı okurların anlayamadığı da bu…
Evet; ben, “daha iyi bir dünya, çağdaş bir ülke ve mutlu insanlar ideali” için, sadece siyasi değil, tüm iktidar sahiplerini uyarmakla ve yanlışlarını göstermekle görevliyim…
Bu yüzden, mesleğimin doğası gereği, “muhalif”im…
Görüşlerimin zaman zaman (a) ya da (b) partisiyle örtüşmesi, asla o partilerin borazanlığını yapacağım ya da
gerçekleri görmezden geleceğim anlamına gelmez…
Çünkü yazar “partizan” olursa, güven kaybeder…
Onun tek serveti, “bağımsızlığı ve özgürlüğü”dür!
Yoksa iyiden, doğrudan, çağdaşlıktan, haktan, özgürlükten,
bağımsızlıktan, barıştan, demokrasiden, sömürüsüz bir dünyadan yana TARAF olmak, aklı başında her insan gibi yazarın da görevidir!
***
Kısacası… Kişisel çıkar için “kafasını ve kalemini birilerine satan” yazarları eleştirin…
Milletvekili olmak için, parti genel başkanlarının eteklerini öpen arkadaşlara dünyayı dar edin…
Ama siz siz olun; hiçbir yazarı “taraf” olduğu gerekçesiyle eleştirmeyin.
Çünkü “taraf” olmak, “yorum yapma”nın doğal sonucudur.
Dolmuşa gelip, tarafsız kalmak adına kalemini sivriltemeyen
yarı aydın yazarlar ise… Susuz kalmış kuyuya benzer!
Çölde kalmış adama, bir tas su vermez!
*****
MALTEPE’DE!
Bugün saat 11.30’da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği İstanbul Maltepe Şubesi’nin düzenlediği Medya ve Toplum başlıklı seminerde, “Medya ve Demokrasi” başlıklı bir sunum
yapacağım.
İki gün sürecek seminerin bugünkü bölümünden benden önce Orhan Koloğlu, benden sonra da sırasıyla Müjdat Gezen, Ümit Zileli ve Sinan Naifoğlu birer sunum yapacak.
ÇYDD’nin burslu öğrencilerine yönelik bu seminer, halka da açık… Zamanınız uygunsa, Maltepe’deki Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde buluşalım!
*****
Günün sorusu
Dün bu köşede “Çılgın proje olarak sunulan kanala ne ad
verilmesini istersiniz” diye sormuştum; yüzden fazla yanıt geldi… Sorum o isimleri öneren okurlara: O yanıtları yayınlarsam, ödeyeceğim tazminatı benimle paylaşır mısınız?
Not: Ciddiye almayın, şaka yaptım… Biraz daha biriksin, yayınlayacağım!

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget