Türkiye Kanıyor - Deniz Kavukçuoğlu

Türkiye Kanıyor
Güneydoğu’da on beş gündür bir savaş sürüyor; Gotan Dağı’na mevzilenmiş PKK güçlerine TSK uçakları her gün tonlarca bomba yağdırıyor. Bu sürede kaç can yitirdik, bilmiyoruz. Kamuoyu önceleri “düşük yoğunluklu” diye nitelenen, giderek şiddetli bir savaşa dönüşen bu çatışmaları, sanki başka, uzak bir ülkedeymişçesine artık merak etmekten de, izlemekten de vazgeçmiş. Endişe verici bir kanıksama da olsa haklı bir yanı var. 15 Ağustos 1984 akşamı PKK’nin Eruh ve Şemdinli’ye yaptığı baskından bu yana 28 yıl geçti, fakat “terörün önü alınamadı”; alınamama nedeni ise bu üç sözcüklü tümce içinde saklıdır.
***
Türkiye İşçi Partisi, 16 Eylül 1967’de Diyarbakır, 24 Eylül’de Silvan, 1 Ekim’de Siverek, 8 Ekim’de Batman, 15 Ekim’de de Ttunceli’de düzenlediği mitinglerle ülkemizde “Kürt Sorunu” diye bir sorunun varlığını tüm boyutlarıyla ortaya koymuştu. 23 Mayıs 1971’de kurulan Devrimci Doğu Kültür Ocakları da (DDKO) bu doğrultuda yararlı çalışmalar yaptı. Ne var ki o tarihlerden bu yana hiçbir iktidar, dolayısıyla devlet bu soruna gerçekçi bir bakışla yaklaşmadı, çözüm üretmedi. “Karşılıklı kız alıp verdik”, “yüzyıllardır kardeşlik” gibi feodal dönemden kalma, çağdışı safsatalarla yetinildi. Oysa feodal ilişkiler çözüldükçe, geçmişte pek bir anlam içermeyen “dil sorunu”, “kimlik sorunu” gibi farklı bir etnisiteye ait olmaktan doğan yeni sorunlar ortaya çıkıyordu. Devletin bu sorunları anlamazdan gelmesi, bu sorunların çözümü doğrultusunda istekler ileri sürenlerin üzerine baskı ve şiddetle gitmesi terör olgusunun birincil nedeniydi.
Şiddet, şiddeti doğurdu. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası binlerce Kürt genci Diyarbakır Cezaevi’nde en ağır işkencelerden geçirildi. Çok sayıda Kürt aydını öldürüldü; bölgedeki “faili meçhul” cinayetlerin sayısı 17 bine dayandı. Devlet sorunun temeline inmiyor/inmek istemiyor, sorunu hâlâ salt “bir terör sorunu” olarak görüyordu. Böyle değerlendirilen sorunun çözüm yöntemi de doğal olarak şiddete dayalı “güvenlik” siyasetiydi. Bu siyaset, sonunun çıkmaz olduğu biline biline tüm iktidarlar tarafından uygulandı. Bu siyaseti “tek yöntem” bağnazlığıyla uygulayan iktidarlar son 28 yılda yitirilen yaklaşık 45 bin candan sorumludurlar.
***
AKP ise Kürt dili üzerindeki yasakların kalkması, TRT’de Kürtçe yayınların başlaması gibi adımların atıldığı “demokratikleşme sürecinde” bir kilometre taşı olduğu söylenen “Kürt Açılımı” adını verdiği proje çerçevesinde 2009 yılının ekim ayında Kandil Dağı’ndan 8, Mahmur Kampı’ndan ise 26 PKK’li ya da PKK yandaşının Türkiye’ye girişine izin verdi.
Ne var ki bir yandan BDP’nin basiretsizliği, bir yandan TSK’nin tepkisi, öbür yandan da bir bölüm medyanın olumsuz yayınları nedeniyle bu proje daha başında açmaza girdi. PKK’nin de istediği buydu; hükümet demokratikleşmede geri adım atarak yeniden güvenlik siyasetine döndü. Ölüm sayısı hızla yükselmeye başladı.
Güvenlik siyasetini çözüm olarak gören anlayış AKP içinde baskın güç olan siyasal İslam’ın yanı sıra milliyetçiliğin de gelişmesine yol açtı; AKP, özellikle Kürt sorununa ilişkin olarak MHP ile yarışmaya başladı. Milliyetçi-muhafazakâr nitelikteki bir AKP’nin bugün geldiği noktada Kürt sorununa ilişkin kalıcı çözümler üretmesi oldukça zor, hatta olanaksız görünüyor. Böyle önemli, can alıcı bir sorun iç politika malzemesi olarak kullanılmamalıdır. AKP ise bunu yapıyor; Güneydoğu siyasetini İslami değerleri öne çıkararak o bölgelerde BDP’den seçmen çalmak, Türkiye genelinde ise MHP ile milliyetçilik kulvarında yarışmak temeline oturtuyor. BDP’yi de, kendisine el uzatan CHP’yi de dışlamak için elinden geleni yapıyor.
Türkiye ise kanıyor, sürekli kan yitiriyor.
Oysa Kürt sorunu çözülemez bir sorun değildir. Benzer sorunlar İspanya’da da (Basklar), İngiltere’de de (Kuzey İrlanda), İtalya’da da (Güney Tiroller) çözülmüştür. Eğer Kürt sorunu gerçekten çözülmek, özlenen barışa bir an önce kavuşmak isteniyorsa Türkiye’de de soruna o ülkelerde olduğu gibi “demokratik”, “adil”, “eşitlikçi” bir anlayışla yaklaşmak gerekiyor.
Çözüm geciktikçe bundan kazançlı çıkan PKK oluyor. Yoksa örgütün bugüne kadar izlediği “vur kaç” stratejisinden “vur kal” stratejisine geçecek gücü nereden bulduğunu nasıl anlayabiliriz?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget