PKK, 28 yıl aradan sonra Şemdinli’yi yeniden “kalkışma merkezi” ilan etmeye çalışıyor… Bunun ilk nedeni örgütün şiddette başladığı 15 Ağustos 1984‘ün yıldönümünde sarsıcı bir “işgal eylemi” de yapmak…
Ancak ikinci gerekçe, aslında ilkini tetikleyen en büyük faktör… Hem Öcalan‘ın hem de onun Kandil Dağı’ndaki bir numaralı adamı Murat Karayılan‘ın, “PKK Ortadoğu’da bir güçtür, bölge PKK’dan etkileniyor” şeklindeki açıklamaları belli ki tam tersine dönmüş…
Şemdinli’deki “kalkışma” provası da gösteriyor ki, bu kez PKK Ortadoğu‘daki siyasi ve coğrafi değişimden etkileniyor… Daha doğrusu örgüt, bölgedeki olası yeni yapılanmada geride kalmamak için çırpınıyor!..
PKK Ortadoğu’daki yeni gelişmelerde, başrolü kapmaya çalışırken, inisiyatifi de elden bırakmak istemiyor!..
Çünkü Şemdinli’de 500 ile 600 arasındaki militanla bir “işgal ve kalkışma” planlayan PKK, Kürt hareketinde “lokomotif güç” olma iddiasını kaybetmekten korkuyor!..
Örgüt, Kuzey Irak’ta bir “bölgesel Kürt hükümeti” kurulmasının ardından, Suriye’de de, Kürt kentlerinde yönetimin ele geçirilmesiyle birlikte, giderek pasif konuma itilebileceğinden kaygılanıyor…
PKK yaklaşık 30 yıldır kan ve şiddetle dünya gündemindeki tutmaya çalıştığı “Kürt” tartışmalarında, yönetim ve organizasyon yapısını ne Mesud Barzani‘ye ne de onun desteklediği Suriye PYD‘sine bırakmak istemiyor…
15 Ağustos’a kadar eylem!..
Örgüt Şemdinli’nin çok yakınlarında yaklaşık 12 gündür süren çatışmalarda kayıplar verirken, bölgeye yine timler sokmak için her yolu deniyor.
Bölgedeki on bin asker ise hem kıskaca alınan militanları saf dışı bırakmaya çalışıyor hem de yeni sızmalara karşı özellikle iki önemli geçiş vadisini aralıksız bombalıyor.
PKK tüm bu kuşatmaya karşın, Erbil‘deki “bölgesel Kürt hükümeti” ile Suriye’deki yönetime el koyma ikilemi arasında, Şemdinli’yi üçüncü bir kalkışma merkezi ilan ederek, aslında “Kürt meselesi”nde tek karar verici olduğu mesajını yansıtmaya çalışıyor.
PKK’nın işte bir ilçeyi 28 yıl sonra 500-600 kişilik bir güçle basacak kadar pervasızlaşmasının ardında otorite kaybı kaygısı da yatıyor.
Örgüt belki de tarihinde ilk kez kuşatma ve erozyona rağmen eylem timlerini bölgeden çekmeden saldırıyı yoğunlaştırmaya çalışıyor.
Anlayacağınız sınırlarımızdaki siyasi ve coğrafi yönetim yapısındaki değişim, PKK’yı tarihinin en riskli eylemine zorluyor!..
Yani PKK, “Iraklılar yaptı, Suriyeliler yaptı biz asıl unsuruz ama geri kaldık” iddiasıyla kaybedeceği bir mücadelenin içinde ısrarla direnmeye çalışıyor…
Şemdinli bu yüzden 23 Temmuz’dan bu yana kapalı ancak kanlı bir kutu gibi kaos ve şiddet içinde çırpınıyor!..
Ve belli ki örgüt, en azından eylemlere başlamasının yıldönümü olan 15 Ağustos’a kadar bölgede direnmeyi planlıyor!..
Medyamıza Rojbaş!..
Suriye’de işgal çabası yoğunlaşırken, Türkiye’nin bundaki rolüyle ilgili dış basında da ilginç haberler çıkıyor.
Örneğin son olarak The Times gazetesi, Özgür Suriye Ordusu’nun, hafta sonu Hatay’da, Suriyeli göçmenlerin tutulduğu üç kampta gönüllü asker topladığını yazdı.
Türk basını ise son dönemde PKK ile ilgili haberlerine Suriye’yi ilişkilendirmeye özen gösteriyor!..
Bunun son örneği Habertürk’ün dünkü manşetindeydi… “PKK’da komuta Suriyeliler’de” manşetinin altındaki satırlar ise yeni bir keşif gibi sunulmuştu:
“Örgütün silahlı kanadı HPG’nin yeni yönetiminde Suriyeliler ilk sırada. İstihbarat çalışmasıyla yeni yönetim şeması ortaya çıktı.”
PKK’nın askerini kanadındaki değişimin “geçtiğimiz yıl” yaşandığını iddia eden Habertürk de, onun haberini “PKK’nın yeni yönetim şeması ortaya çıktı. Bir numara belli oldu” diye sunan Vatan’ın web sitesi gibi internetçiler de yanılıyor!..
Defalarca yazdık, PKK’nın askeri kanadındaki yönetim değişikliği kararı 2009’un Ocak ayında alındı. O zaman Suriye dosttu!..
Bu değişiklik için 15 Nisan 2009’da, Kandil’deki Mahsun Korkmaz Akademisi’nde “tören” düzenlendi.
“Hêzên Parastina Gel” (HPG) liderliğini iki dönem (5 yıl) yürüten “Bahoz Erdal” kod adlı Fehman Hüseyin, görevini Suriyeli Nurettin Sofi‘ye o gün teslim etti.
HPG yani örgütün “Halk Savunma Güçleri” diye nitelediği askeri yapısındaki yönetim değişimi sırasında, KCK yöneticisi Duran Kalkan ile örgütün kadın yapılanması “YJA STAR”ın lideri Rengin Botan da hazır bulundu.
4 yıl önceki haberi yeniymiş gibi sunan meslektaşlarımız belli ki Aydınlık okumuyor… Karanlıkta kalan haberciliğe “rojbaş” (günaydın, iyi günler) demekten başka ne yapılabilir ki?..
Ülkü’nün minik elleri…
Evet, Atatürk’ün kurduğu partiyi yönetenler bile yalnızca işlerine geldiğinde “Atatürk” diyor…
Kimileri Büyük Önder‘in Cumhuriyet devrimiyle birlikte kavuştuğu “Atatürk” adı yerine, “Mustafa Kemal”i tercih ediyor…
Tıpkı “Atatürk “demekten gocunan aydınlanma karşıtları gibi!.. Tıpkı bu ismi anmaktan bile ürken “İkinci cumhuriyet” taşeronları gibi!..
Başbakan Erdoğan ise sürekli “Gazi Mustafa Kemal” diyor… Sağ olsun, en azından Ata‘nın “gazi”liğini unutmuyor!..
Günümüz siyasetçileri yalnızca dillerinden uzaklaştırmadı “Atatürk”ü!..
İktidar şimdilerde, O’nun eserini taçlandıran ulusal bayramları da yok etmeye çalışıyor…
Atatürk’ün ilkeleri eğitimden çıkarılıyor, fotoğrafları ise “bi zahmet” duvarlarda tutuluyor!..
Tüm bunlara rağmen ne toplum Atatürk’ün elini bırakıyor ne de Atatürk’ün mirasının verdiği güç avuçları terk ediyor!..
Önceki akşama kadar… Yani Atatürk’ten bize kalan son emanet, doğar doğmaz kavradığı Atatürk’ün elini tam 80 yıl sonra yeniden tutmaya gidene kadar…
Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe‘yi bir trafik kazasında kaybettik… O, tüm cumhuriyet çocuklarının, Atatürk’ün tuttuğu elleriydi, Gazi’yi gören gözleriydi…
Ülkü salıncakta, Florya’da plajda, Gazi’nin yurt gezilerinde, Çankaya Köşkü’nde ve her yerde bizim Atatürk’e uzattığımız minik ellerimizdi…
Ülkü Ata’sına kavuştu… Eminim giderken o zihnimize kazınan minik ellerinde, Gazi’nin bize emanet ettiği Cumhuriyet’in çatlatılmış ve sarartılmış fotoğrafları da vardır!..
Eminim Atatürk, şu takıye yönetiminin cumhuriyet üzerindeki tahribatıyla ilgili en doğru haberi yine zihnimize kazınan o küçük çocuktan alacaktır!..
Işıklar içinde yatsın Ülkü…
Yorum Gönder