Hiçbir kuvvet beni, yıllık iznimin bir kısmını kullandığım tatilimde, hele de bu tatilde, bu sıcakta ev taşıyorsam, kitaplar darmadağın ortalıkta duruyorsa yazı yazmaya zorlayamazdı, ama “Usta öldü” dediler ve ben bilgisayarın başına oturdum. Metin Erksan için, bir büyük sinema ustası için, hocalarımdan biri için…
Genç kuşaklar Metin Erksan’ın zamanına göre ve benim için şimdilerde de son derece devrimci, yenilikçi sinemasını pek bilmezler, günle fazlasıyla ilgili oldukları için, Metin Erksan’ın, Zeki Ökten, Erden Kral, Ömer Kavur, Ali Özgentürk, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan ve şimdi aklıma gelmeyen kendisinden sonra adam gibi filmler yapan tüm yönetmenleri fazlasıyla etkilediğini bilmezler. Onun sinemasını öğretmek, on yıldır hocalık yaptığım film atölyemde benim boynumun borcudur.
Öte yandan Metin Erksan, çekim hikâyeleriyle de ünlüdür. Sinemaya vurgun, Metin Erksan’ın filmlerine daha çok vurgun, onun birkaç filminin yapımcısı Necip Sarıcı, film çekerken adeta başka bir dünyaya giden Erksan’ın tüm isteklerini koşulsuz yerine getirmeye kendini adamıştır; şöyle bir hikâye anlatır:
Metin Erksan “Kuyu” filmini çekmektedir. Film son derece şiddet dolu, tutku dolu bir filmdir. Filmin pek çok sahnesi, bir erkeğin, boynuna yağlı urganı tasma gibi geçirdiği bir genç kadını dağlarda sürüklemesini anlatır. Hadi bakalım, şimdilerde öyle radikal bir filme kim soyunacak? Neyse, kadınla erkek o kadar uzun bir yol alırlar ki, şaryo (kameranın üstüne konup hiç kımıldamadan hareket ettiği sistem) yetmez, yönetmen inatçıdır, kahramanlarını hiç kesmeden bütün o yolda takip etmek istemektedir, kısaca kilometrelerce şaryoya ihtiyaç vardır.
O zamanlar cep telefonunu bırakın doğru dürüst telefon yok, Erksan hemen birini bir arabaya bindirir, özel ulak yapımcıya ulaşır ve isteklerini söyler; o gece Sarıcı’nın gözüne uyku girmez; ertesi gün güvendiği bir marangozda soluğu alır ve marangozla baş başa verip kilometrelerce şaryo olayını çözerler. Ey genç okuyucu, bu seni şaşırtmasın; Yeşilçam sineması yoktan var edilen bir sinemadır, Tarantino’nun filmlerine o kadar da hayran olmayın.
Kilometrelerce şaryoyla çekilen “Kuyu” filmi benim için Türk sinemasının başyapıtlarından biridir, kıyaslarsam anarşist İtalyan sinemacısı Marco Ferrari’nin “Büyük Tıkınma” filmi onunla boy ölçüşür.
Metin Erksan, fazlasıyla yenilikçi, anarşist, bir o kadar da gelenekçidir; toplumun belleği onu fazlasıyla ilgilendirir. Her filminde adeta kendini yakarak bu bellekteki anlatım şifrelerine ulaşmaya çalışır. “Sevmek Zamanı” filmi, bu mücadelenin en çarpıcı örneklerinden biridir.
Filmde erkek kahraman, bir suretini (fotoğrafını) gördüğü kadına âşık olur. Metin Erksan’da aşk adeta bir karasevdaya dönüşür, bu filmde de erkek, sadece kendi içinde tutkusunu yaşar. Kadının kendisi bile, bu tutkuyla baş edemez.
Film zamanına ve bence bütün zamanlara göre son derece cesur bir filmdir ve bu cesaretinden Erksan bile korkmuş, yıllar sonra söylediği gibi filme gereksiz bir müzik döşemiştir.
Erksan, toplumun geçmişini eşelerken, günü asla yitirmemiştir. “Acı Hayat”, “Susuz Yaz”, “Suçlular Aramızda” filmleri, toplumun büyük kesiminin yaşadığı sınıfsal eşitsizliği, üstü örtülen, gizlenen cinsel sapmaları büyük bir cesaretle ve İtalya’da doruklarına ulaşan toplumsal gerçekçilik akımının tüm şifrelerini kullanarak anlatmıştır; bu nedenle başı sansürle az belaya girmemiştir. Berlin’de Türkiye’ye ilk uluslararası başarıyı getiren “Susuz Yaz” ancak dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in emriyle sinemalarda oynamıştır. Filmi izlemek için oldukça uzun bir bilet kuyruğunda zaman öldürdüğümü anımsıyorum. Filmdeki yoksulluk ve o zamana kadar hiç anlatılmamış köylü cinselliği, sansür heyetini herhalde şoke etmişti, pek çok seyirciyi şoke etmesi gibi…
Onun siyah beyaz televizyon zamanında TRT’ye çektiği Türk edebiyatından beş kısa hikâye ise sinema okullarında okutulması gereken bir ders niteliğindedir. Özgünlük, cesaret ve müthiş bir estetik.
Ve inanılmaz bir yazar-yönetmen buluşması.
Metin Erksan için daha yüzlerce satır yazabilirim. İzninizle kendimden bir hikâye anlatarak ona selam göndermek istiyorum. İlk özgün senaryomu, “At”ı yazmışım, Ali Özgentürk çekmiş, yurtdışında ödüller almış, nihayet Türkiye’de sinemalarda... Bir sabah vakti telefon çalıyor, açıyorum; tanımadığım bir ses beni istiyor; “Buyurun” diyorum, “Ben Metin Erksan” diyor, “seni kutlamak için arıyorum, senaryodaki babanın inanılmaz tutkusu uykumu kaçırdı. Teşekkür ederim.”
Donup kalmışım, bu hayatımdaki en güzel anlardan biridir. Huzur içinde yat Metin Erksan Hoca, yönetmenlerin yönetmeni, bu ülke sinemasına, düşünce tarihine en büyük harflerle yazılacaksın, yazıldın bile.
Yorum Gönder